Prof. Dr. Estelle Dinh: Türkiye’nin Filizlenen Zarafeti ve Yeni Lüks Çağı
Beş yıldızlı tatil köyleri, lüks konutlar, wellness merkezleri, kültürel mekânlar ve şehirleşme projelerini kapsayan ultra lüks turistik şehirler geliştiren Swiss Attixs of Hospitality Group’un bir parçası Attixs Global Collection S.A.nın CEO’su Prof. Dr. Estelle Dinh, lüks ve sürdürülebilir turizm alanındaki yenilikçi stratejileriyle tanınan, uluslararası başarıya sahip iş insanı. “Monaco Forbes 40 Under 40”ta yer alan Estelle Dinh, aynı zamanda International University of Monaco ve İsviçre’deki Glion Institute of Higher Education’da profesörlük yapıyor.
Biz de; lüks marka deneyimi, müşteri hizmetlerinde zarafet, sürdürülebilir turizm ve özel bankacılık gibi konularda dersler vermekte olan küresel lüks stratejisti Prof. Dinh ile, Türkiye’nin lüks pazarını ve geleceğini şekillendiren trendleri konuştuk.
Türkiye, küresel lüks haritasında giderek daha fazla tanınmaya başladı. Türkiye’nin lüks sektöründeki mevcut atmosferini nasıl tarif edersiniz?
Türkiye’nin lüks sektörü; incelik, derinlik ve gelişmiş bir estetik anlayışı ile tanımlayabileceğim yeni bir döneme giriyor. Türkiye, uzun yıllardır lüks bir varış noktasının tüm unsurlarına sahipti: Zengin kültürel miras, büyüleyici coğrafya ve köklü zanaatkârlık mirası… Bugün bu unsurlar, küresel bir perspektif doğrultusunda titizlikle kurgulanıyor ve dünyaya açılıyor. Bugünün Türk lüksünü tanımlayan başlıca unsurlar kimliğine sahip çıkan bir özgünlük ve deneyim odaklı rafine bir zenginliktir.
Geçtiğimiz yıl, Boğaz’da restore edilmiş bir yalıda katıldığım özel bir daveti hatırlıyorum. Üçüncü nesil bir girişimci olan sahibi, on dokuzuncu yüzyıldan kalma bu sahil köşkünü gündüzleri çağdaş bir sanat galerisine, geceleri ise sadece tekneyle gelen konuklara açık elit bir özel kulübe dönüştürmüştü. O an, yeni Türk lüks ruhunu gözler önüne serdi: Samimi, köklü, ancak küresel olarak iddialı.
Özellikle de İstanbul’da eski ile yeninin buluştuğu gerçek bir ivme görüyoruz. Burası artık sadece köklü Batılı markalar için bir sektör değil, kendi başına yaratıcı bir güç.
Hangi etkenler bu dönüşümü yönlendiriyor?
Çeşitli güçler bir araya gelerek Türkiye’nin lüks dünyasını derin bir şekilde yeniden biçimlendiriyor. Bu konuda en dikkat çekici olanlardan biri, genç ve küresel ölçekte eğitim almış yeni bir elit sınıfın yükselişi. Bu nesil seyahat ederek, yurt dışında eğitim alarak ve farklı ülkelerde yaşayarak, yaşam tarzı, hizmet anlayışı ve estetik standartlar açısından dünyanın en iyilerini deneyimleyerek büyüdü. Türkiye’ye döndüklerinde ise yalnızca lüks arayışıyla değil, aynı zamanda rafine edilmiş beklentilerle geri dönüyorlar. Londra, Paris ya da New York’ta tecrübe ettikleri seviyede markalar ve deneyimler talep ediyorlar.
Coğrafyanın da bu dönüşümde kritik bir rolü var. Türkiye’nin stratejik konumu; Körfez ülkelerinden, Kafkaslar’dan ve Avrupa’nın dört bir yanından yüksek gelir grubuna sahip gezginler için cazibe merkezi olmasını sağlıyor. Geçtiğimiz aylarda Bodrum’da etkileyici bir projeyi ziyaret ettim; bir lüks otel, Körfez bölgesinden gelen misafirler için tasarlanmış özel bir wellness (sağlıklı yaşam) kampına ev sahipliği yapıyordu. Bu deneyim, kültürel hassasiyeti yüksek lüks anlayışının adeta ders niteliğinde bir örneğiydi: Anadolu’nun şifa ritüelleri, Michelin yıldızlı bir Türk şefin hazırladığı gurme tadım menüleriyle buluşturulmuş, yerel seramik sanatçıları ise konuklara interaktif atölyeler düzenlemişti.
Katılımcılardan biri bu deneyimi şu sözlerle özetledi: “Böyle bir lüksü başka hiçbir yerde bulamıyoruz.”
Son olarak, Türk hükûmetinin turizm altyapısına yaptığı bilinçli ve vizyoner yatırımı kabul etmeliyiz. Uluslararası havalimanlarının genişletilmesi, süper yatlara hizmet veren marinaların geliştirilmesi ve kültürel miras alanlarının özenle restore edilmesi, seçici küresel gezginleri çekmeye yönelik uzun vadeli bir stratejinin parçaları. Amaç yalnızca ziyaretçi sayısını artırmak değil; deneyimin genel kalitesini üst seviyeye taşımak ve Türkiye bu vizyonu kayda değer bir hassasiyetle uyguluyor.
Lüksün uyanışına öncülük eden sektörler hangileri?
Türkiye’nin lüks dönüşümünde özellikle öne çıkan üç sektör var. Bunlardan ilki, İstanbul’da gelişmeye devam eden ancak en ilgi çekici gelişmelerin şehrin ötesinde yaşandığı lüks gayrimenkulüdür. Yalıkavak ve Göcek gibi bölgelerde, uçurum kenarına konumlanmış ultra lüks villalar artık yalnızca yazlık değil, kimlik ve yaşam tarzının birer ifadesi hâline geliyor. Bu rezidanslar; özel şefler, sürekli ulaşılabilir wellness danışmanları ve özenle seçilmiş sanat koleksiyonlarıyla donatılarak lüks yaşamın bütüncül bir anlayışla sunulduğu alanlara dönüşüyor. Geliştiriciler ile uluslararası mimarlar arasında artan iş birlikleri sayesinde; taş ve ahşap gibi yerel malzemelerin modern tasarımla harmanlandığı, benim “ruhu olan modernlik” diye tanımladığım yaşam alanları ortaya çıkıyor. Bu evler sadece estetik değil, aynı zamanda bilinçli bir şekilde tasarlanmış, içe dönüş ve dinginlik sunan mekânlar.
İkinci olarak, deneyim odaklı misafirperverlik alanında Türkiye hızla küresel standartları yeniden tanımlıyor. Bunun en iyi örneklerinden biri Amanruya. Burada ultra yüksek gelir grubundaki misafirler, kendilerine özel hazırlanmış yolculuklara çıkabiliyor: Gün batımında yalnızca onlar için düzenlenen semazen törenlerine katılmak ya da antik Didyma kentinde yalnızca kendilerine özel planlanan bir keşif gerçekleştirmek mümkün. Burada lüks yalnızca konfor değil, anlamla bütünleşen bir deneyim.
Son olarak, Türkiye’nin mücevher ve zanaatkârlık dünyasındaki olağanüstü yükselişinden söz etmek gerek. Türk isimleri, dünya çapında koleksiyonerlerin hayal gücünü cezbetmeye başladı. Bunun parlayan örneklerinden biri, usta mücevher tasarımcısı Sevan Bıçakçı. Bizans mozaikleri ve Osmanlı mimarisinden ilham alarak tasarladığı yüzük ve saatleri yalnızca birer takı değil; tarihin, duygunun ve kültürel hafızanın minyatür sanat eserleri. Her parça bir hikâye anlatıyor ve sahibine yalnızca estetik bir güzellik değil, aynı zamanda Türk zanaatkârlığı ve mirasıyla derin bir kişisel bağ sunuyor.
Türk lüks tüketicileri, global tüketicilerden hangi noktalarda ayrılıyor?
Türk lüks tüketicileri gerçekten büyüleyici; mirasa ve estetiğe duygusal olarak bağlılar ve aynı zamanda son derece ileri görüşlüler. Lüksü yalnızca serveti sergilemek için değil, kişisel anlam taşıyan değerleri onurlandırmak için satın alıyorlar. Bir keresinde, ailesinin Ramazan akşamları için özel dikim kaftanlar sipariş ettiğini, bunu bir moda gösterisi olarak değil, tekstil geleneğini yaşatmanın bir yolu olarak gördüklerini açıklayan bir Türk iş kadınıyla çay içmiştim. Aynı sohbette bana Londra merkezli bir Türk tasarımcının hazırladığı dijital moda koleksiyonundan satın aldığı en yeni NFT’yi de gösterdi. İşte bu ikilik, geçmişe duyulan saygı ile geleceğe duyulan heyecan, bugün Türk lüks tüketicisini tanımlayan en temel özellik…. Türk tüketiciler hikâye anlatımı, kişiselleştirme ve kusursuz dijital entegrasyon talep ediyor. Markalar, hem zarafeti hem de duyguyu yansıtan deneyimler yaratmak zorunda.
2025 ve sonrasında Türkiye’nin lüks sektörünü şekillendiren yeni trendler neler?
Türkiye’de lüksün yeni yüzünü şekillendiren beş belirleyici eğilim olduğunu vurgulamak isterim. İlki, yerel bir ruhla sessiz lüks olarak adlandırdığım trend. Artık söz konusu olan açık logolar veya göze çarpan markalaşma değil, miras ve sessiz zarafettir. Özgür Masur gibi markalar, özellikle yerel kadın zanaatkârlar tarafından atölyelerinde yapılan boncuk ve nakış işçiliğini bir araya getirerek, sınırlı sayıda üretilen koleksiyonlarla bu dönüşümü benimsiyor. Bu koleksiyonlar, statüden çok, zanaatkârlıkla ifade edilen bir incelik sergiliyor. Bu parçalar, zarafeti fısıldıyor ve kültürel devamlılığın duygusal ağırlığını taşıyor.
İkinci güçlü trend ise lüks wellness 2.0’ın yükselişi. Kapadokya gibi bölgelerde üst segment gezginler artık yalnızca SPA hizmetleri değil, beden, zihin ve ruhu bütünleştiren anlamlı, çok duyulu inzivalar arıyor. Volkanik çamur terapisi, manastır vadilerinde meditatif yürüyüşler, Anadolu geleneklerine dayalı bitkisel ritüeller ve yerelden ilham alan bir mutfak felsefesiyle tamamlanan bir deneyim hayal edin. Türk lüksü; sağlıklı yaşamı bir hizmet olarak değil, kökleri kültüre dayanan bir ritüel olarak benimsiyor.
Bir diğer önemli gelişme zanaat ve teknolojinin birleşimi. Yeni nesil Türk tasarımcılar, geleneksel bilgiyle dijital inovasyonu birleştiren markalar yaratıyor. Yenilikçi tasarımcılar; elde işlenmiş şallar gibi zanaat objelerine karşılık gelen NFT’ler sunarak gelenek ve teknolojiyi harmanlıyor; bu ürünlerin özgünlüğü ve zanaatkârlık yolculuğu blok zinciri (blockchain) üzerinden takip edilebiliyor. Bu durum; şeffaflık, özgünlük ve zengin bir hikâyeye sahip mülkiyet talep eden Z kuşağı ve varlıklı milenyum kuşağına derinden hitap ediyor.
Kişiselleştirilmiş gastronomi de lüksü yeniden tanımlıyor. İstanbul’da Mikla Atelier yeni bir standart oluşturuyor. Burada misafirler yalnızca yemek yemiyor, aynı zamanda yemeğin yapılma sürecine ortak oluyorlar. Özel bir masadaki altı kişilik grup, mevsimsel Anadolu malzemeleri ve hatta kendi çocukluk anılarından esinlenerek şefle birlikte kişisel bir tadım menüsü oluşturabiliyor. Bu deneyim; samimi, şiirsel ve mekâna kök salmış olup, saf Türk duyarlılığını üst düzey gastronomiye taşıyor.
Son olarak, yüksek segment İslami lükste artan bir sofistike yaklaşım gözlemliyoruz. Bir zamanlar niş olan bu alan, artık pazarın ön saflarında yenilik üretiyor. “Helal esaslara uygun” tatil köyleri, ipek ve organze gibi kumaşlarla üretilmiş zarif muhafazakâr moda koleksiyonları ve dinî kurallara uygun finansal hizmetler yalnızca talepte değil, tasarımın kalitesinde de artış gösteriyor. Bu teklifler zarif, modern ve daha geniş lüks anlatısına tamamen entegre edilmiş olup, kimlik veya zarafetten ödün vermeden küresel bir müşteri kitlesinin ihtiyaçlarına cevap vermektedir.
Küresel çapta öne çıkan Türk lüks markalarından bize bahseder misiniz?
Elbette. Gaziantep’te bölgenin antik kilim desenlerinden ilham alarak bir lüks tekstil markası kurmuş olan dikkat çekici genç bir girişimci var. İpek eşarpları şu anda Paris’te Le Bon Marché’de satılıyor ve Tokyo’daki influencer’lar tarafından takılıyor. Büyükannesinin dokuma tekniğiyle başlayan bu teknik, bugün küresel çapta hayranlık uyandıran bir kimlik ve sanat sembolüne dönüştü. Gastronomi alanında da başarı örnekleri görüyoruz. Nova Vera gibi Türk zeytinyağı markaları, Milano ve New York’taki gurme dükkânlarda yer buluyor. Ambalajları, hikâye anlatımları ve tat profilleri, en üst düzey İtalyan veya İspanyol markalarla rekabet ediyor. Burada önemli olan, bu markaların taklit etmemesi; Türk mirasını çağdaş bir bakış açısıyla yeniden yorumlamaları. İşte yeni lüks tam da budur: Özgünlüğün yüceltilmesi.
“Forbes Monaco 40 Under 40”ta listelenmiş biri olarak, lüks alanda küresel ölçekte büyümek isteyen Türk girişimcilere ne tavsiye edersiniz?
Amaçlı ve köklü olun. Lüks dünyasında sıkça karşılaşılan bir tuzak, başarılı formatları taklit etme eğilimidir. Türkiye’nin değeri benzersizliğinde yatıyor. Mirasınızı özenle seçin, hikâyenizi rafine edin ve bunu modern lüksün diliyle ifade edin: Zarafet, sadelik ve duygusal etki. Müşteri yolculuğu tasarımına yatırım yapın. İletişiminizde kullandığınız üsluptan ambalajınızın kokusuna kadar lüks, detaylarda gizlidir ve en önemlisi, sadece dağıtım değil, ilişkiler inşa edin. Dubai’deki bir alıcı ya da Viyana’daki bir iş ortağı bir ürün değil, bir duygu arıyor. Onu kişisel kılın. Zamansız kılın. Türk yapın.
Vizyonunuz ilham verici olduğu kadar etkileyici. Zamanınız ve cömertliğiniz için teşekkür ederiz…
Benim için büyük bir keyifti. Türkiye’nin lüks hikâyesi daha yeni başlıyor ve dünya bunu dinliyor.