Korzay Koçak: Zihninizin Perdesini Aralayın
Zihnin derinliklerinde saklı kalmış sırların günlük yaşantımızı nasıl şekillendirdiğine dair örnekler veren hipnotist Korzay Koçak, hipnoz ve zihinsel maskeleme tekniklerinin kaygı, stres, öfke gibi duygularla baş etmede nasıl bir rol oynadığını MAG Okurları için anlatıyor.
Hipnoz ya da zihinsel maskeleme uygulamaları günlük hayatta yaşanan kaygı, stres, öfke gibi duygularla baş etmeye yardımcı olabilir mi?
Kesinlikle evet. Zihin, çevreden gelen uyarıcıları filtreleyip anlamlandırırken, geçmiş yaşantılarımıza ve bilinçaltı kayıtlarımıza başvurur. Kaygı, stres ve öfke gibi yoğun duygular, genellikle dış gerçeklikten ziyade, zihnin içsel yorumlarının bir sonucudur. Hipnoz ve zihinsel maskeleme teknikleri bu içsel filtrelere ulaşmamıza ve onları yeniden yapılandırmamıza imkân tanır.
Örneğin; stres durumunda aktif olan amigdala (beynin duygusal alarm merkezi), hipnoz sırasında daha az aktif hâle gelirken prefrontal korteksin (karar alma ve değerlendirme merkezi) etkinliği artar. Bu da kişinin, duygusal tepkilerini daha sağlıklı biçimde düzenlemesini sağlar. Bilişsel nörobilim, hipnozun beyinde “default mode network” denilen zihinsel geviş getirme sistemini bastırarak, bireyin “şu an”la daha güçlü temas kurmasını sağladığını göstermektedir. Bu yüzden, sadece gevşeme değil, derin bir farkındalık ve yeniden programlama süreci yaşanır.
Korkuları veya fobileri tamamen yenmek mümkün mü?
Fobiler genellikle bilinçaltına kazınmış şartlanmalardır. Zihin, bir zamanlar “tehlike” olarak kodladığı bir durumu, yıllar sonra dahi aynı yoğunlukta tetikleyebilir. Örneğin; çocuklukta yaşanmış bir köpek saldırısı, yetişkinlikte en uysal köpeği bile bilinçaltı için tehdit hâline getirebilir, çünkü beyin, hayatta kalma içgüdüsüyle “öğrenilmiş korku” kayıtlarını uzun süre muhafaza eder.
Daha derin bir seviyede şunu bilmek gerekir: Kaygı, beynin bilinmezliğe verdiği en temel tepkidir ve nöropsikolojik olarak korkunun bir türevidir. İnsan zihni belirsizliği tehdit olarak algılar. Bu yüzden kaygının kökeninde sıklıkla “bilmeme, kontrol edememe, hazırlıksız yakalanma” korkusu vardır. İlginçtir ki, bazı bireyler genetik olarak bu duygulara daha yatkındır. Beynin korku tepkisinden sorumlu bölgesi olan amigdala, bazı kişilerde doğuştan daha reaktiftir ya da GABA reseptör hassasiyeti daha düşüktür. Bu durum, kişinin stres hormonlarına (kortizol gibi) verdiği yanıtı da etkiler. Dolayısıyla bazı bireyler, aynı olaya karşı çok daha yoğun korku veya kaygı deneyimleyebilir.
Tam da burada hipnoz, zihnin karanlık odalarını aydınlatan bir projektör gibi çalışır. Kişinin neyle yüzleştiğini görmesini, anlamlandırmasını ve yeniden çerçevelemesini sağlar. Birçok fobi, aslında bir tür inanç sistemidir: “Kapalı alan tehlikelidir”, “Yüksekten düşerim”, “Köpek ısırır” gibi. İnsan zihni hayatta kalmak için bilinmezliği çözmek ister ve bu süreçte bazıları rasyonel, bazıları irrasyonel inançlar geliştirir. Bir hayvandan korkmak ya da asansöre binememek, çoğu zaman bu irrasyonel inançların bir uzantısıdır.
Bazı insanlar hipnoza karşı “Bilincimi kaybeder miyim, kontrolü kaybeder miyim?” korkusu taşıyor. Bu doğru mu? Hipnoz sırasında tam olarak ne yaşanıyor?
Bu oldukça yaygın bir endişedir, fakat bilimsel olarak temelsizdir. Hipnoz sırasında kişi ne uykudadır ne de tamamen bilinçsizdir. Aksine, bireyin dikkat odağı son derece yoğunlaşmış bir hâldedir. Bu duruma “trans” hâli denir. Trans hâlindeyken, dış uyaranlara karşı farkındalık azalır; ancak hipnotistin sesi ve yönlendirmeleri merkezî hâle gelir.
Fonksiyonel MRI (fMRI) çalışmalarında, hipnoz altındaki bireylerin beyinlerinde algı, dikkat ve zihinsel imgelem bölgelerinin daha aktif olduğu görülmüştür. Bu da gösteriyor ki kişi, bilinç kaybı yaşamaz; aksine kendi zihinsel süreçlerine çok daha odaklı hâle gelir. Hipnoz, kontrolün kaybedildiği değil, zihinsel olarak derin bir içe dönüşün yaşandığı bir süreçtir. Deneyimleyenler genellikle çalışma sonrası “Hiç bu kadar net düşünmemiştim.” ya da “Kendi iç sesimi ilk kez duydum.” gibi ifadelerde bulunurlar.
Zihinsel maskeleme veya hipnozla; geçmiş travmalarla yüzleşmek güvenli mi? Bilinçaltındaki acı veren anılarla nasıl çalışıyorsunuz?
Travmalar; zihinsel ve duygusal olarak işlenmemiş deneyimlerin bilinçaltında sıkışıp kalmasıdır. Zihinsel maskeleme, bu anıların doğrudan yüzeye çıkmadan, “koruyucu zihinsel perdeler” kullanılarak işlenmesini sağlar. Hipnozla birlikte bu teknik kullanıldığında, kişi travmanın içine doğrudan girmeden, çevresinden gözlemleyici olarak anıyı yeniden anlamlandırabilir. Bu yaklaşım, travmanın yaratabileceği olası yeniden tetiklenmeleri önler. Örneğin; dissosiyatif bozukluk riski taşıyan bir bireyle çalışırken, kişinin güvenli alanda kalmasını sağlayan “disosiyatif bariyer” kullanılır.
Seanslara gelen kişilerin en sık çözüm aradığı problemler neler oluyor? Hangi alanlarda daha hızlı sonuç alınabiliyor?
Klinik psikologlarımızla gerçekleştirilen seanslarda danışanların en sık başvurduğu konular arasında öz güven eksikliği, sınav ve performans kaygısı, ikili ilişkilerde tekrarlayan kalıplar, kronik stres ve geçmişe takılı kalma gibi sorunlar yer alıyor.
Hızlı sonuç alınabilen alanlar genellikle performansla bağlantılı konular oluyor. Örneğin; bir öğrenci sınav kaygısı yaşıyorsa, bilinçaltına doğrudan güven mesajları vererek kısa sürede bu döngüyü kırmak mümkün. Yine sahne korkusu ya da topluluk önünde konuşma gibi durumlar, hipnotik tekniklerle bir iki seansta dramatik şekilde iyileşebiliyor. Bunun nedeni, bu sorunların genellikle tek bir kök inançtan besleniyor olmasıdır.
İnsanların kendi kendine uygulayabileceği, evde yapabileceği zihinsel egzersizler ya da basit teknikler var mı?
Evet, hem zihinsel performansı artırmak hem de zihnin yönlendirilmiş düşünce kalıplarını çözmek için evde uygulanabilecek birçok etkili teknik var; ancak, burada çok önemli bir ayrım yapmalıyız: İnsanlar sadece kendi kendilerini hipnoz etmezler; aynı zamanda farkında olmadan, başka insanların hipnozlarına da maruz kalırlar. Reklamlar, ebeveyn söylemleri, öğretmen telkinleri, otorite figürleri ve hatta sosyal çevre, hepsi zihnimize birer “telkin” yerleştirir. Bu telkinler zamanla inanca dönüşür ve biz bu inançları sorgulamadan yaşar hâle geliriz. İşte bu noktada en güçlü zihin egzersizi devreye girer: “Neden?” sorusu.
Bir davranışınızın kökenini anlamak istiyorsanız, ona neden sorusunu sorun. Örneğin:
“Tütün kullanıyorum.”
Neden?
“Çünkü rahatlatıyor.”
Neden rahatlatıyor?
“Çünkü stresliyim.”
Neden stresliyim?
“Çünkü iş yerinde üzerimde baskı var.”
Peki, neden baskı hissediyorum?
“Babam küçüklüğümde hep başarılı olmam gerektiğini söylerdi.”
İşte burada zihinsel telkinle oluşturulmuş bir davranış kalıbına ulaşıyorsunuz. Bu “neden zinciri”, sizi iç görüye götüren bir yol gibidir. Her “neden” sorusu, zihninizdeki sis perdesini biraz daha aralar ve bir noktada, cevabınızın içinde size ait olmayan bir inanç — bir başkasının sesi, sözü veya yargısı — belirdiğinde, o davranışın size ait olmadığını fark edersiniz. Bu farkındalık, zihinsel hipnozun kırılma anıdır. Bu noktadan sonra, davranışın etkisi hemen ortadan kalkmasa da, zihinsel “yabancılaşma” başlar. Artık o davranışı otomatik yapmazsınız; sorgularsınız. Zihin, bu farkındalığı birkaç kez deneyimlediğinde, davranış kalıbı zayıflar, araya mesafe girer ve bir süre sonra tamamen söner. Tıpkı bir yazılımın kaldırılması gibi…
Bunun dışında, görselleştirme (visualization) de oldukça güçlüdür. Gözlerinizi kapatıp ulaşmak istediğiniz bir hedefi olmuş gibi hayal etmek, beynin ödül sistemini aktive eder ve dopamin salınımını artırır. Bu, zihnin “olmakta olanı kabul etme” kapasitesini harekete geçirir.
Bir insan zihinsel bloklarının farkında olmayabilir mi? Farkında olmadan kendimizi nasıl sabote ediyoruz?
Bu en sık karşılaştığımız durumlardan biri. Zihinsel bloklar çoğu zaman kişinin çocuklukta edindiği “yanlış öğrenmelerin” bir uzantısıdır. Örneğin; küçükken “sessiz çocuklar daha çok sevilir” mesajını alan biri, yetişkinlikte fikrini savunmakta zorlanabilir. Zihin bu blokları “güvende kalma stratejisi” olarak kodlar; ancak, zamanla bu stratejiler kişi için sınırlayıcı hâle gelir. Farkında olmadan yapılan kendini sabote etme biçimlerine örnek olarak şunlar verilebilir: Hedefleri ertelerken bahaneler üretmek, ilişkilerde hep aynı hataları tekrarlamak ya da fırsatlar karşısında “Ben hazır değilim.” diyerek geri çekilmek.
Bu farkındalık kazanıldığında, kişi adeta kendi zihninin haritasını yeniden çizer. Hipnotik çalışmalarda da bu bloklar tespit edilip, yerine yeni ve destekleyici inançlar yerleştirilir.
“Mike Tyson’ın Yenilmez Zihni” başlıklı paylaşımınız yoğun ilgi toplamıştı. Zihinsel teknikler iş yaşamında veya spor performansında da kullanabilir mi?
Zihin, bedeni takip eder. Bir sporcu ya da bir yönetici ne kadar fiziksel olarak hazır olursa olsun, zihinsel olarak hazır değilse performansı düşer. Mike Tyson örneğinde olduğu gibi, çocukluk travmalarıyla şekillenmiş ama bilinçaltında dönüştürülmüş bir savaşçı zihniyeti, onu ringde “yenilmez” kılan şeydi.
Benzer şekilde iş hayatında da yöneticiler ya da girişimciler, karar alma anlarında yoğun stres ve belirsizlikle karşılaşırlar. Bu noktada zihinsel kondisyon, en az analitik yetenek kadar önemlidir. Zihinsel dayanıklılık; odaklanma ve hızlı toparlanma yeteneği hipnotik tekniklerle güçlendirilebilir.
Bugüne kadar sizi en çok şaşırtan, “Bu kadar hızlı değişim beklemiyordum!” dediğiniz bir vaka oldu mu?
Evet, hem duygusal hem de bilimsel açıdan etkileyici bir vakamız oldu. Klinik psikolog olan hipnoterapistlerimizden biri, dissosiyatif bozukluk eğilimi gösteren ve tanı konmamış bir kimlik bölünmesi yaşayan bir danışanla çalıştı. Danışan, otuzlu yaşlarının başındaydı ve hayatı boyunca zaman zaman “bir başkasının gözünden kendini izliyormuş gibi” hissettiğini, hatta bazı anılarını hatırlamadığını söylüyordu. Üstelik bu boşluklar genellikle stresli ya da duygusal olarak yoğun olaylardan sonra ortaya çıkıyordu.
Hipnozun derin katmanlarında yapılan simgesel regresyon çalışmasında, danışanın çocukluğunda yaşadığı ağır bir istismar deneyiminin, bilinçaltında bir “koruyucu kimlik” yarattığı anlaşıldı. Bu kimlik, acıyı taşıyan asıl parçayı korumak amacıyla devreye giriyordu. Çalışmalar sonrasında, iki kimlik ilk kez hipnoz altında “birbirlerini duydu.” Bu buluşma noktası, nöropsikolojik olarak beynin sağ ve sol hemisferleri arasında artan entegrasyonla birlikte, travmanın sinir sisteminde çözülmeye başlamasını sağladı. Danışan, ilk defa bu kadar bütünleşmiş hissettiğini ifade etti ve bu buluşmadan yalnızca iki hafta sonra, ilk kez ailesiyle yüzleşerek, geçmişini konuşabildi.
Bu vaka, sadece bir terapötik başarı değil; aynı zamanda zihnin parçalanma ve yeniden birleşme kapasitesine tanıklık ettiğimiz eşsiz bir örnekti. Hipnotik çalışmalarda doğru uzmanlık, etik sınırlar ve klinik bilgi bir araya geldiğinde, zihin neredeyse mucizevi dönüşümlere olanak tanıyabiliyor.