© Copyright 2018 Mag Medya
blank
Başa Dön

Are You The Love Of My Life Or My Soulmate?

Are You The Love Of My Life Or My Soulmate?

Bu diğer yazılarımda tanıttığım yerleri, gezmeniz, görmeniz ile ilgili bir yazı değil. Böyle hatıra defteri gibi ama içinden ince ipuçları da alabileceğiniz, “gönlümün sultanına yazılmış ilk aşk mektubum kıvamında” bir iç döküş olacak.

 

Kaç yaşında ilk aşkını yaşar insan? 5, 13, 18, 30, 45, 65??? Kemal benim hayatımın aşkı, Nil ruhdaşım. Aşkımı bulalı yedi yıl, ruhdaşımı bulalı da yedi yıl olmuş. Bu da ilginç bir karma tabii!!! Kocam ve Nil benim beşeri yaşantımın iki ana ögesi ama bir de bulutların üstünde, peri dünyamda, kendi Disneyland’ımda her adı geçtiğinde kalbimin onun için çarptığını hatırladığım ve damarlarıma, kanıma, ruhuma işlemiş bir çizgi film dağ kasabası var. LEYSIN; benim hem lay lay lom ilk aşkım hem de ruhdaşım. 6 Eylül 1998’de kendisine ilk vardığımda kafamda dolu dolu sorularım, arkamda bıraktığım arkadaşlarım, başarmam gereken bir hedefim ve hep özlediğim bir ailem vardı. Yeryüzünden 1263 metre yüksekte olunca insanın beynine fazla oksijen pompalanıyor. Bunu ilk kez deneyimlemek acı veriyor insana ama bir yandan da adrenalin kafanızdan başlayıp ayak parmaklarınıza kadar uzanınca fıkır fıkır, kıpır kıpır oluyor bedeniniz, kendinizi tutamayıp nefesinizi daha derin, daha da derin almak istiyorsunuz.

 

 

Leysin’de yaşam
Dediğim gibi 1998 yılının soğuk bir sonbaharı tanıştım kendisiyle. Peki bu ziyaret ilk görüşte aşk mıydı? Yoo hayır. Hatta ilk görüşte sadece tatlı bir kaçamak tadında, maceramsı, karnımda kelebekler uçuşturan bir histi. İlk bir hafta her şey süperdi, ailem yanımda, çılgınlar gibi gezmekten, orada bir sene nasıl yaşayacağımı, dersleri, profesörleri, sınavları, yıl sonu master bitirme sınavını, kimlerle arkadaş olacağımı, geride bıraktıklarımı nasıl özleyeceğimin hesabını yapmadan geçti o yedi gün. Sonra bu güzel yerde tek başıma kaldım. Kaldığım yurdun sağ odasında Rus, sol odasında Taylandlı, sınıf Birleşmiş Milletler kıvamında, başladım derin derin nefesler almaya… Hem de hiç ses vermeden…  Nefesler derinleştikçe, başım daha da hızla dönmeye başladı tabii.

 

 

 

Okul dönemim bana çok şey kattı
21 yaşındaydım, ilk defa ailemden ve dostlarımdan uzun süreli ayrılmıyordum ama beni neyin beklediğini idrak etmem ikinci haftanın sonunu bulmadan kapımı alacaklı ev sahibi gibi gümbür gümbür çaldı. Bilkent Üniversitesi’nde 3-5 gece sabahlayıp hooop diye geçtiğim dersler, burada omzuma dönem başı tamamlamam gereken 6 ders olarak bindi. Sırf ders değil, geçmem gereken midterm, final, her hafta yetiştirmem gereken 6 master dersinin ödevleri… Bir de sosyalleşip tamamen sıfırdan kurmam gereken bir arkadaş çevresi oluşturmam gerekiyordu. Şöyle geriye dönüp bakınca her şeyin en zorunu seçmek o günlerden bana miras kalmış. Ama olmadı mı olduuu!!! Hem de öyle güzel oldu ki. İlk dönem panikten “high honour” olup, burs kazandım ama aynı zamanda dost demeye dilim varmıyor, kardeşten öte insanlarla bezendi dünyam.

 

 

Muhteşem havası ve eğlenceli mekanlarıyla Leysin
Dediğim gibi zirvenin tepesinde yaşayınca alışkanlıklar ve öncelikler rakımsal olarakta değişiyor. Bir senede 13 kilo almamda Cafe de Leysin’in çok büyük suçu var mesela. Temiz hava, sert geçen bir kış derken, ders çalışmanın dışında hayat 20’li yaşlarda; arkadaşlar, yemekler, cafeler, restaurantlardan ve barlardan oluşuyordu. Perşembe akşamüstü son derse girdikten sonra ver elini La Lorraine ya da Fromagerie. Güzel bir İtalyan ya da Raclette’den sonra elbette Top Pub’a uğrayıp biramızı yudumlarken bilardo masasının etrafında yapılan dedikodular hala biraraya geldiğimizde kızlarla konuştuğumuz konulara ışık tutmakta… Doğru ya snowboard dışında ilk bilardo oynamayı da dağda öğrendim ben!!!  Sonra ver elini Club 94. Perşembe akşamları diğer üniversitelerden de gelenler olurdu ama bizim için Perşembe gecesi ACS gecesiydi. Benim yetişemediğim asıl Gilbert’s var. Kulübün tam karşısı, Leysin’da okuyan pek çok Ankaralı’nın ve İstanbullu’nun o mekanda da harika geceler geçirdiğini yakinen biliyorum. Cuma geceleri genelde kasabada sessiz geçerdi, gündüz ya Lausanne da ya da Montreux’deydik, akşama da bir yemek ve kız kıza uzun sohbetler ya da çalışılması gereken dersler olurdu. Cave, okulun içindeki cafe ise bizim evin mutfağı gibiydi. Heather ve Aisling anne marifetlerini döktürürlerdi. Boşuna değil alınan onca kilolar tabii!!! Derslerden nefes almaya zaman bulduğumuzda dedikodularımızın baş mekanlarından bazıları; Le Saloon, Vagabond, Top Pub, Gentelemen’s, Le Yeti, La Farandole, La Lorraine, Restaurant de Prafandaz gibi küçük ama bir o kadar sımsıcak ev misali kaçış noktalarıydı bizim için.

 

 

Ayrıcalıklar…
Eğer bir dağda ikamet ediyorsanız, oranın tüm nimetlerinden faydalanmanız gerekir. Dersten çıkıp board yapmak ya da akşam üstü başlayan karda akşam yemeğe boardunuzu ayağınıza takıp üç yokuş inerek merkezdeki Çin restoranında noodle’ınızı yemek çok büyük bir ayrıcalık tabii. Çok şık bir memlekette yaşarken kıyafetlerinizle sizi kimsenin baştacı yapmadığı, sizi siz olduğunuz için kabul eden arkadaşlarla ve mekanlarda rahat rahat takılmak insanın ruhunu havalandırırdı. Baharda yapılan orman yürüyüşleri, göl kenarında piknikler, jazz festivali ve daha saymadığım, sayamadığım binbir gece ve binbir gündüz masalı. Dediğim gibi bu masal tam bir sene sürdü… Senenin sonunda evime dönerken beni toparlamak için ailem yanımda geldi. Ben kalbimin bir parçasını o dağlara bıraktım. Onlarca kere ziyaretine gittim, eteklerinde oturdum, herkes bir ara saplantılı olduğumu düşündü her tatilde kollarına kaçtığım için. Ama sadece oranın havasını içine çekmişler anlar benim bu saplantımı. Dilerim ki hayatlarınızda gözlerinizi kapayıp, düşünü kuracağınız bir masal eviniz, ona her daim ulaşmak için iç enerjiniz ve sizi tamamlayan mükemmel dostlarınız hep yanınızda olur. Leysin benim hem ailem hem sevgilim hem de evim olmuştur…

 

 

Son not: Yazımın son düzeltmelerini yapmak için lap top’ı açtığımda Leysin’dan çok yakın bir arkadaşım aradı. Sizlerden bir ricam olacak anne olmak için şu anda tedavi görüyor… Lütfen dualarınızın içinde Irene ismi de geçsin. Melekler onun yanında olsun. Biz her gece Ece ile ona uyumadan duamızı edeceğiz…

Her şey gönlünüzce olsun…

Sevgilerimle.

 

Yazar Hakkında /

Yazarımız Tuğçe İnal; TED Ankara, Bilkent Ünv. Turizm ve American College of Switzerland (MBA) mezunudur. Çesitli sektörlerde yöneticilik yaptıktan sonra kendi şirketi olan Say Something Nice ile sosyal medya danışmanlığı yapmaya devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.