Üretici Yapay Zekâ Çağında İş Dünyası ve Hukuki Sorumluluk: Yeni Dönemin Kuralları
Teknolojinin hızla ilerlediği günümüzde; Avukat A. Ata Gümüş, yapay zekâ aracılığıyla alınan kararların hukuk alanında sorumlusunun kim olacağı konusunu tartışıyor.
Teknoloji, iş dünyasının temel dinamiklerini her dönemde kökten değiştirmiş, rekabetin kurallarını yeniden yazmış ve şirketlerin, ayakta kalabilmesi için sürekli yenilikçi çözümler üretmesini zorunlu kılmıştır. Bu yazıya, Mevlâna’nın, teknolojinin hızına dikkat çektiğini düşündüğüm ünlü sözüyle başlamak istiyorum: “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım…” Günümüzde teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki, her gün yeni bir şey söylemek mümkün. Yapay zekânın iş dünyasını nasıl dönüştürdüğünü siz değerli okurlarımıza aktarmaya, geleceği düşündürmeye ve yeni şeyler söylemeye çalışacağım.
Buhar gücünden elektriğe, bilgisayarlardan internete kadar her büyük inovasyon, ticaretin doğasını köklü biçimde değiştirdi. Bugün ise bu dönüşümün yeni ve çok daha karmaşık bir boyutuyla karşı karşıyayız: Yapay zekâ. Özellikle üretici yapay zekâ, iş dünyasında sadece bir destek aracı olmaktan çıkıp, bizzat karar mekanizmalarına dâhil olan bir aktör hâline geliyor. Şirketler, müşteri hizmetlerinden pazarlamaya, hukuki analizlerden finansal karar almaya kadar birçok alanda yapay zekâ teknolojilerine güveniyor. Bu hızlı dönüşümle birlikte hukuki belirsizlikler de giderek daha fazla gündeme geliyor. Yapay zekânın karar mekanizmalarına dâhil olması, sorumluluk hukukunu, ticari etik ilkelerini ve rekabet hukukunu yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.
Günümüzde yapay zekânın hukuki statüsü konusunda net bir çerçeve bulunmuyor. Hukuk sistemleri şu an için yalnızca gerçek kişileri ve tüzel kişileri hak süjesi olarak tanıyor; ancak, yapay zekâ, giderek daha bağımsız hâle gelirken, tüzel kişilik statüsü alıp alamayacağı tartışmaları da gündemde yerini buluyor. İsviçre’de yaşanan DABUS vakası, bu tartışmayı küresel ölçekte bir kez daha alevlendirdi. Bir yapay zekâ sistemi, kendi ürettiği bir buluş için patent başvurusunda bulundu ancak mahkemeler, yalnızca insanların buluş sahibi olabileceğini belirterek başvuruyu reddetti. Bu karar, yapay zekânın hukuk karşısında hâlâ bir araç olarak kabul edildiğini gösteriyor. Yani, yapay zekâ bir sözleşme imzalayamaz, mahkemede taraf olamaz, mülkiyet hakkı talep edemez. Yapay zekâ tarafından üretilen içeriklerden doğan hukuki sorumluluğun kime ait olduğu konusu ise hâlâ tartışmalı. Şu anki hukuk sistemine göre, yapay zekâ hata yaparsa veya hukuka aykırı bir içerik üretirse, sorumluluk onu geliştiren şirkete veya kullanan kişiye ait olacak. Burada kritik bir soru ortaya çıkıyor: Geliştirici şirket mi yoksa kullanıcı mı (hangi durumlarda) sorumlu tutulmalı? Hukuki düzenlemeler bu konuyu tam anlamıyla netleştirmediği için, iş dünyasında birçok belirsizlik söz konusu.
İş dünyasında en büyük risklerden biri, yapay zekâ tarafından üretilen yanıltıcı içeriklerin şirketlerin itibarına zarar verebilmesi. Günümüzün en tehlikeli teknolojilerinden biri olan deepfake, iş insanları için büyük bir tehdit oluşturuyor. Yapay zekâ, bir şirket yöneticisinin yüzünü ve sesini taklit ederek, gerçekte olmayan bir açıklamayı kamuoyuna sunabiliyor. Bu tür manipülatif içerikler, borsaya açık bir şirketin hisse senetlerinin hızla düşmesine, yatırımcıların panikle hareket etmesine ve şirketin büyük mali krizlerle karşı karşıya kalmasına neden olabiliyor. Örneğin; finans dünyasında büyük bir şirketin CEO’sunun deepfake teknolojisiyle oluşturulan sahte bir videoda “iflasın eşiğindeyiz” dediğini düşünelim. Birkaç saat içinde hisse fiyatları çakılabilir, müşteriler panikle geri çekilebilir ve şirketin piyasa değeri dramatik bir şekilde düşebilir. Bu tür içeriklerin oluşturulması ve yayılması yalnızca şirketler için değil, küresel ekonomi açısından da ciddi bir tehdit oluşturuyor. Hukuk sistemleri, bu tür dijital manipülasyonları suç olarak değerlendirse de, sahte içeriklerin kaynağını tespit etmek her zaman mümkün olmuyor. İş dünyasının bu tür tehditlere karşı daha proaktif bir şekilde önlem alması ve iş insanlarının her gördüklerine inanmamaları gerektiği açıkça görülüyor.
Yapay zekâ teknolojisinin bir diğer önemli hukuki boyutu, fikrî mülkiyet haklarıyla ilgilidir. Günümüzde birçok sektör, yaratıcı süreçlerde yapay zekâdan faydalanıyor. Moda tasarımcıları, reklamcılar, grafik sanatçıları ve içerik üreticileri, yapay zekâ destekli yazılımlar kullanarak ürünlerini kolaylıkla oluşturuyor. Burada önemli bir sorun ortaya çıkıyor: Yapay zekâ tarafından oluşturulan bir eserin gerçek sahibi kimdir? Örneğin; bir moda markasının yeni sezon koleksiyonunu piyasaya sürmeden önce, rakip bir firmanın yapay zekâ kullanarak benzer tasarımlar ürettiğini ve satışa sunduğunu düşünelim. Yıllarca süren AR-GE ve tasarım emeği, birkaç saniye içinde kopyalanabilir ve rekabet avantajı tamamen ortadan kalkabilir. Günümüzde fikrî mülkiyet yasaları, yapay zekâ ile üretilen içeriklerin sahipliği konusunda hâlâ büyük boşluklar içeriyor. Yapay zekânın ürettiği içeriklerde birçok veriden beslenerek alıntılar yapması, hak ihlallerine sebebiyet verebiliyor. Bu noktada, fikrî mülkiyet yasalarının güncellenmesi ve yapay zekâ tarafından üretilen içeriklerin nasıl korunacağına dair açık yasal düzenlemeler yapılması büyük önem taşıyor.
Bunun yanı sıra, yapay zekâ tarafından alınan kararların sorumluluğu konusu da tartışmalıdır. Bankacılık, finans sektörü ve insan kaynaklarında yapay zekâ tabanlı sistemlerin giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Bu sistemlerin ayrımcı kredi değerlendirmeleri yaptığı, ayrımcı işe alım süreçleri yönettiği vakalar da yaşanmıştır. Örneğin; belirli bir yaş grubuna veya etnik kökene sahip müşterilerin daha düşük kredi puanı aldığı durumlar ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde, sağlık sektöründe bir hastaya yanlış teşhis konulmasına sebep olan yapay zekâ sistemleri, hasta haklarını ihlal edebilir ve büyük tazminat davalarına yol açabilir. Burada temel sorun, hatalı kararın sorumluluğunun kimde olduğudur. Yapay zekâ, kendi başına karar alabilen bir varlık olarak kabul edilmediğinden, bu hataların doğrudan yazılımı geliştiren şirket veya kullanan kurum tarafından üstlenilmesi gerekecektir.
Ben, yapay zekâ hukuku üzerine çalışmaya başladığımdan beri, yapay zekâ üreticilerinin kusursuz sorumluluk ilkesi gereği sorumlu olması gerektiğini düşünen bir hukukçuyum. Hukukta kusursuz sorumluluk, herhangi bir kusur aranmasa bile bir fiilden doğan zararın tazmin edilmesini öngörür. Bu ilke genellikle yüksek risk taşıyan sektörlerde uygulanmaktadır. Örneğin; bir nükleer santralin neden olduğu bir kaza veya otomobil üreticisinin hatalı fren sisteminden kaynaklanan kazalar kusursuz sorumluluk kapsamında değerlendirilir. Yapay zekâ tabanlı bir sistemin de hatalı kararları sonucu zarar doğurması durumunda, üretici firmanın sorumluluğu kaçınılmaz olmalıdır.
Sonuç olarak, iş dünyasının bu risklere karşı önlem alması ve teknolojiyi yalnızca kullanmakla kalmayıp, onu yönetebilecek mekanizmalar oluşturması gerekmektedir. Albert Einstein’ın dediği gibi, “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu, onu yaratmaktır.” Yapay zekâ çağında teknolojiye karşı duranlardan değil, ona adapte olup yön verenlerden olmanız dileğiyle…