© Copyright 2018 Mag Medya
blank
Başa Dön

Ünal Güner Hayatın Matematiği

Ünal Güner Hayatın Matematiği

Küçük yaşta judoya başlamasıyla Zen felsefesi, Uzak Doğu tıbbı, doğanın ve bedenin ritmi konularına ilgisini fark eden Ünal Güner; beden ve duyguların bir bütün olduğuna inanarak çalışmalar ve araştırmalar yapmış bir yazar, eğitmen, danışman. Kendi ismiyle kurduğu merkezinde bireysel dönüşüm yaşamak isteyenlere destek veren Güner; MAG Okurları için, sözlerin birer frekansı olduğunun önemini de belirterek hayatı okumanın yollarından ve eril ile dişil kavramlarından bahsediyor.

 

 

 

Kişilerin karşılaştığı her rahatsızlığın ve olayın bir mesaj olduğunu söyleyerek “kendi kendine teşhis” eğitimleri veriyorsunuz. Bu eğitimler hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Hayatımızı ve kendimizi okurken bedenimizde ve sağlımızda olanların da bize mesajlarını okumak önemlidir. Her organın, her uzvun kendine has bir titreşimi ve sesi vardır. Bu seslerin aslında bir karakterle, bir duyguyla ve bedendeki diğer sistemlerle bağları ve bağlantıları vardır. Örneğin; karaciğerin bir ses frekansı vardır. Diyelim ki bu 74 ise, bir kişinin karaciğer rahatsızlığı olduğunda, bu 65’lere düşer; ya da bu frekans çok yoğun bir şekilde arttığında, 80 ila 90’lara çıkar. Artık onun sesi, kainata yaydığı frekansı, hastalık ve rahatsızlıkla ilgilidir. Ne enteresandır ki, karaciğerin organ olarak bozulmuş titreşimi ve sesiyle, öfkenin; sağlıklı haliyle de sakinlik ve sükûnet duygusunun frekansı birbiriyle çakışmaktadır. Öyleyse bir kişinin herhangi bir organındaki rahatsızlığın hangi duyguya tekabül ettiğinin matematiği kavrandığında; ister karakteri, ister organı bir farkındalıkla iyileştirerek duyguyu iyileştirebiliriz. Bunların birbiriyle olan bağlarını ve bağlantılarını kurabilmenin bir matematiği vardır. Biz buna “hayatın matematiği” diyoruz. Bu matematik ile sağlığımızda, ilişkilerimizde, başımıza gelen her türlü olayın içerisinde kendimizi görebiliriz; hatta rüyalarımıza kadar bunu götürebiliriz.

 

Sağlığımız burada bize ışık tutan çok önemli bir noktadır. Diyelim ki bir kişinin başı ağrıyorsa, başının ağrımasının duygu ve düşüncelerdeki matematiğini gördüğünde -ki bu temelde kişinin kendini ya da dışarıyı suçlamasından kaynaklıdır- orada direkt başının ağrısını bir ilaç vs. ile nasıl geçireceğine değil de, kimi neden dolayı suçladığına odaklanır. O suçlamanın ardındaki olayı, konuyu görüp orayı iyileştirmek üzere bir çözüm arayışına girer. Bunu gördüğünde, o suçlamaya olan ihtiyacını da çözerek kronik bir baş ağrısından özgürleşip kurtulabilir. Yine de bütün bu organların enteresan bir şekilde birbiriyle bağlantısı vardır. Mesela her dişinizin yine bir organ, bir duygu ve düşünceyle hatta doğanın içindeki bir elementle, gökyüzündeki bir yıldızla, bir gezegenle bağlantısı vardır. Yaratıcı; aslında öyle muhteşem bir resim yapmış ki gördüğümüz her şeyin farklı farklı şekillerde birbiriyle bağlantısı var ve her şeyin içerisinde bütün, bütünün içerisindeki her zerrede de yine o iz var. İşte biz çalışmalarımızda bu bağları ve bağlantıları kurabilmeyi anlatıyoruz ve öğretmeye çalışıyoruz. Bunları öğrenen talebeler ise önce kendi hayatlarını, kendi sağlıklarını, kendi bedenlerinde olan olayları ya da çocukları, eşleriyle olan durumlarını görüp neden buna maruz kaldıklarını fark ederek iyileşmenin, talep olursa da belki yakınlarını ve çevrelerini de bu konuda iyileştirebilmenin bilgilerini almaktadırlar.

Hayatı okumanın yollarından birkaç tanesini anlatır mısınız?

Hayat, bize bizden yansıyansa; seyrettiğimiz hayat aynasında her gördüğümüz, bize kendimizle ilgili bir bilgi aktarmaktadır. Diyelim ki bir aynaya bakıyorsunuz ve aynayı okuyorsunuz. Aslında aynada okuduğunuz dışarısı gibi görünse de; dışarıya yansıyan, sizde olandır. Öyleyse biz gördüğümüz, hissettiğimiz, dışarısı dediğimiz her bir yer ve durumdaki matematiği çözüp bilebildiğimiz oranda aslında kendimizi okuruz. Eskilerin de dediği gibi “Âlemde ne varsa Adem’de de o vardır”. Yani dışarıda, çevremde ne olup bitiyorsa, bana ne seyrettiriliyor ve ne söyleniyorsa; o, bende de olduğu içindir. Bu belki başta insanın aklına, “Ben o kadar derin, o kadar muhteşem olabilir miyim ki?” gibi bir soru getirebilir. Oysa işin içine derinlemesine bir adım attığımızda, gerçekten de yaşadıklarımız, ailemiz, anne-babamız, eşimiz, arkadaşlarımız, işimiz, ismimiz, doğum sayılarımız ve numerolojimiz gibi her bir şeyin bizi tamamladığını ve çok mükemmel bir şekilde bize ait olduğunu görürüz. Biraz daha devam edersek; ağzımızdan çıkan her kelime ve sözün, yaşadığımız duyguların, düşüncelerin, eğitimimizin, seçimlerimizin, huzur veya huzursuzluklarımızın her bir tanesinin hayatımızın her alanında bizi temsil eden unsurlar olduklarını görürüz. Yaşadıklarım ve seçimlerim, hepsi benim. Öyleyse ben dediğimiz hali, dışarı diye nitelendirdiğimiz çevreyi ve dünyayı seyrederek okuyabilir ve tanıyabiliriz. Örneğin; bir meslek seçtiniz ve onu yapmaktasınız. Kimisi bundan şikayet edebilir, kimisi sevebilir, kimisi bir an evvel oradan kaçmak isteyebilir. Oysaki -itirazları olsa dahi- o anda bulunduğu yer, yaptığı iş ve meslek tam da onun seçimi ve onun tamamlayıcısıdır. O mesleğin içinde tam da öğrenmesi, anlaması gereken halin ve durumun içindedir. Bu sebeple bir öğretmen daha iyi öğrenebilmek için, bir hukukçu ilahi adaletin unsurlarını görüp seyredebilmek için, fark edebilmek için o mesleğin içindedir. Örneğin; herhangi bir duygu, düşünce, fikir tesadüfen sizi ziyaret etmez. O duygu izinin sizin ifadelerinizle, seçimlerinizle, hayata bakışınız ve gerçekliğinizle ilgili bağlantıları vardır. Bunun dışında; yüzümüz, uzuvlarımız, bedensel hareketlerimiz, mimiklerimiz, duruşumuz, yürüme şeklimiz, ayağımızı yere basışımız, sözlü ve sözsüz ifadelerimiz gibi her bir unsur, hayatı okumanın matematiğinde bize bizi anlatır.

 

Eril ve dişil enerjilerin, negatif ve pozitif kavramlarının içerisinde neler var?

Eril ve dişil prensipler hayatımızın her alanında mevcuttur, çünkü bizim evrenimiz 1’in iki unsur olarak görünümünden ibarettir. Her 1 dediğimiz şeyin içerisinde, onun sağı-solu, aşağısı-yukarısı, pozitifi-negatifi, dişisi ve erili vardır. Kimisi eril ve dişil yasaları birbirine zıtlık olarak algılasa da, işin gerçeğinde bunlar birbirinin tamamlayıcılarıdır. Gündüze pozitif, geceye de negatif dersek, aslında bir günün, gece ve gündüz parçaları olarak tamamlayıcıları olduğunu görürüz.

Bazen gece kısalır ve gündüzler çoğalır, bazen de tam tersi olur. Bizim de hayat içerisinde bazen aydınlık, hareketli, pozitif, sıcak ve eril enerjilerimizin çoğaldığı alanlar olur. Bu alanlarda da dişil özellikler negatif, karanlık, durağanlık, pasif ve soğuk enerjiler azalır. Bu sebeple eril ve dişil enerji dengesini kurabilmek, hayatın çok önemli sırlarından bir tanesidir, çünkü herhangi birinde aşırıya gidildiğinde, tıpkı kum saati gibi bir tersine dönüş meydana gelir ve diğer unsur davet edilir. Bir örnekle açıklarsak; aşırı hareketli olduğun bir alanda kendini durdurmak üzere aşırı negatifi ya da aşırı yatay ve durağan olduğun bir alanda harekete geçebilmek üzere aşırı pozitifi ve hareket enerjisini hayatına davet edersin. Kendini durdurmak suretiyle, harekete geçilemeyen ve ilerlenemeyen bir alanda çağırılan pozitif; çoğu zaman kaza ve hastalıklardır. Burada tabii birçok kişinin zannettiği gibi “negatif kötü, pozitif iyi gibi” bir kavram mevcut değildir. Nasıl ki 100 derecenin üzerindeki bir su yakıcı bir etki gösterirse, -100 derecenin üzerinde buzlaşmış bir su da benzer bir yakıcı etkiyi gösterir. İlişkilerimizde ve içsel huzurun oluşturulmasında, bu prensiplerin nasıl çalıştığını öğrenerek, fark ederek dengenin kurulması esastır.

 

“İnsan, karşısındakinin en sevmediği huyunda aslında kendisini görüyordur ve bu kişiyi uzağa koyar.” deniliyor. Bunun nedeni nedir? Yakınımızda kimleri bulundururuz?

Mıknatıs kutuplarında zıt kutuplar birbirini çeker ve aynı kutuplar ise birbirini iterler. Evren; tamamlanacağını ve buluştuğunda bir bütün olacağını arar. Bu sebeple aynı huyda ve özelliklerdeki kişileri hayatımızdan iteriz. Diğer bir anlamda, bir tane daha kendimize katlanmaktan kaçınabiliriz. Bu sebeple farklı uçlar birbirini çekerek bir araya gelirken, aynılaşan çiftler birbirinden ayrılmak durumunda kalırlar. İnsan kendinde az ve eksik hissettiğine yönelir. Her birimiz kendimizde olanı değil, olmayana yönlenir ve onunla buluşmak, eşleşmek isteriz. Birçok kişi -matematiğini önce çok iyi anlayamasa da- sistemik olarak sorunlu olduğu kişilere daha fazla çekilir. Örneğin; annesiyle yaşamayı seçmiş olan bir kişi, kendinde annesiyle ilgili olan özelliklerin iyileştirilebilmesi ve bu durumun fark edilebilmesi için oraya yönelir. Oysa bu kişi zihninde babasını uzağa koymak istemiş, annesine yaklaşmak istemiştir. Halbuki şuur altında o, zaten babası gibi olduğunu bilerek; babasından değil de annesinden alacaklarının daha fazla olduğunun farkındalığıyla annesiyle yaşamaya yönelmiştir.

 

Kişinin ağzından çıkanların kendisine nasıl bir etkisi oluyor? Örneğin; “Aldım, kabul ettim.” ya da “İptal, iptal, iptal!” demek işe yarıyor mu?

Her sözümüz kainatı titreştiren bir frekanstır; benzerlerini bularak güçlenir ve bir yaratım enerjisi oluşturur. Her harfin, kelimenin ve ona yüklediğimiz anlamın bir ortak titreşimi vardır. Bir de kalbimizin doluluğu ve boşluğunun, duygu titreşimleriyle sese aktardığı vardır ki; o, kainatın içerisinde bizim mührümüzle birlikte yankılanır. Nasıl ki kutsal kitaplar “O bir şey olmasını dilediğinde sadece ‘Ol!’ der ve olur.” diyorsa, O’nun halifesi olan insan da hayatında bir şey olmasını ya da yaratılmasını istediğinde “Ol!” der ve olur. Yani söz ve ifade titreşimleri, yaratım için elzemdir. Sadece düşünerek, parmak şıklatarak değil; bir söz ile eylem başlatılabilir. Öyleyse her birimiz sık kullandığımız kelimelere bakalım. Bizi dinleyen kainata hangi kelimeleri bir zikir ve mantra gibi söylüyoruz? Ağzından çıkanı kulağın duymaya başladıkça, sözlerinle kendine nasıl bir hayat oluşturduğunu ve bundan sonrası için de nasıl bir gelecek çağırdığını okuyabilirsin. Çok basit bir test ile, geçmişte yaşadığın, seni etkileyen bir olayı kendine anlat ve sesini kaydet. Daha sonra dinlediğinde bu olayla bağı kesip kesmediğini, onu hangi zamanda anlattığını, oradan gerçekten bir ders alıp almadığını, aynı olayı benzer bir şekilde geleceğine yansıtıp yansıtmadığını okuyabilirsin. Eğer oradan aldığın dersi, bilgiyi özümseyerek geçmiş bir zamanla bu olayı dillendirdiysen, artık o konu ve o geçmişle senin bağın kesilmiştir, alman gereken özü almışsındır. Yok eğer sanki şimdi, şu anda yeniden oluyormuş gibi, o olayın içindeymişsin gibi, bir de üzerine bir sürü “hep” kelimeleri kullanarak bu geçmişteki olayı anlatmışsan; sen hâlâ o olayın içinde ve tekrar döngüsündesindir. Bir kişinin kelimelerinde sürekli kendinden ve hayattan şikayet varsa; bu kişinin şikayetlerini artırma ve tekrar aynı olayları yaşama ihtiyacının devam ettiğini okuruz. Bir kişinin “keşke”leri, “olsaydı”ları, geçmişe özlemleri varsa; geçmişten özgürleşemediğini okuruz. Bir kişinin “hadi”, “hemen”, “çabuk” gibi ifadeleri varsa; zamanla ilgili itirazlarını, eril-baba ve otoriteyle ilgili çatışmalarını okuruz. “Zorundayım”, “gerekli” ve “mecburum” gibi ifadeleri çok kullanıyorsa da onun tembel ve yatayda olan kısımlarının, iteklenmeden-dürtüklenmeden ve zorlanmadan herhangi bir işi yapmayacağını okuruz. Söz ve ifadelerimizden kendimizi okudukça bir taraftan kendimizi ve hayatımızı iyileştirebilmenin yollarını da görerek daha huzurlu, daha güzel bir hayatı seçmeye karar verebiliriz. Söz bir ok misali ağızdan çıktığında hedefine doğru yönlenir. Sadece kelimeyle “iptal” demek yetersiz kalabilir; ancak, o sözü hangi ihtiyaçla ve neyi çağırmak için kullandığını fark edersen, onun yerine yeni ihtiyacı ve hedefi belirleyerek yeni bir ok atma şansı verilir. Diğer türlü ise, ok hedefine ulaşır.

 

Hayatta yolunda gitmeyen bir durumla karşılaşıldığında nasıl hareket etmeli? Bir örnekle anlatabilir misiniz?

Yaşadığımız hayat bizim seçimlerimizden oluşuyorsa, olumlu ya da olumsuz yaşayacaklarımızın kararını da biz veriyoruzdur. Birçok kişi buna zihninde itirazda bulunabilir. Oysaki çalıştığımız on binlerce kişide her seferinde şunu gördük ki; kişi sözleriyle hayata bir sipariş veriyor ve kainat o siparişi onun önüne getirdiğinde, bazen o siparişin kendine ait olmadığını iddia ederek beğenmeyebiliyor, çünkü ağzından çıkanı bazen duymuyor ve sözlerine, siparişlerine ve seçimlerine sahip çıkmıyor. Rahatsızlıklar, hastalık, sorun ya da kayıplar dahil her bir şeyin altında her birimizin en azından bir söz ve ifadeyle imzası vardır. Öyleyse yaşanan, olumsuz gibi görünen bir halin, bir durumun da bize bir faydası vardır. Bu durumun hangi ihtiyacı tamamlamak için çağrıldığını ve faydasını görebilmek, aslında durumu iyileştirebilmenin en önemli unsurudur. Eskiler “Derdime derman ararken, derdim bana derman imiş.” derler. Yani bir şekilde her birimizin sorun zannettiği konu dahil, bizim iyileştirmeye ve geliştirmeye çalıştığımız bir alan için şifa kaynağıdır. İşte bunu görüp, bunun matematiğini bilebildiğimiz ölçüde aslında hayat da kolaylaşacak ve güzelleşecektir. Diyelim kişinin yüzünde bir sivilce çıktı ve bunu, güzelliğini bozduğunu düşünerek büyük bir şekilde dert ve sorun ediyor. O sivilceyi belki hemen sıkıp patlatabilir evet, oysaki o bir işarettir. Cildin altında biriken çeşitli iltihapların bir yansımasıdır. Daha derinde, karaciğerde biriken çeşitli asitlerin bir yansıması… Biraz önce dediğimiz gibi karaciğer öfke ile alakalı. Öyleyse öfke, iltihap, karaciğer ve sivilce birbirleriyle bağlantılıysa; içerideki bir huzursuzluğun, tatsızlığın, öfke patlamasının görüntüsü sivilcedir. Bu görüntü bizi rahatsız ediyor olabilir, bize hoş gelmiyor olabilir; ancak, diğer taraftan bu içimizde olan, organlarımızın, hayatımızın içerisindeki bir öfkenin dışarıya vurumudur. Ruhumuzda huzurlu ve sükunet halinde olabilmek için bazen bu öfkeyi görmeye ihtiyaç duyarız. Öfke kaynağının çözülüp iyileştirilmesiyle beraber, hayatımızda sükûnetle iyilik ve güzellik ortaya çıkar. Bu sebepten bu iyileştirmeyi yapabilmek için, sivilceyi görünür kılmayı kabul ederiz. Diğer taraftan zihnimiz bunu reddedebilir, bundan kaçabilir, bundan kurtulmak isteyebilir ama varlığımız bir ve bütün olarak hayatımızın içindeki her türlü alanı ve durumu organize eden, şekillendiren ve bizdeki bütün tamamlamaları bir ve bütün olarak önümüze koyandır. Öyleyse hayatımızdaki her türlü mesaj, faydamıza ve hayrımızadır. Dünya hayra doğru döner. Bu farkındalıkla hayatını, kendini kucaklayanlar, hayatlarında huzura ve huzurda olmaya yönelirken; buna itirazda olanlar ise hayatlarına mutsuzlukları davet edebilirler.

 

Sizi dinleyen veya okuyanların hayatlarına dokunuyorsunuz. Kitaplarınız “Okudum, bitti, kaldırayım.” değil, bilakis her biri birer baş ucu kitabı niteliğinde. Bunların en yenisi “Yolcu – Kahramanın Kendine Yolculuğu”nda nelerden bahsediyorsunuz?

Hayat her birimiz için bir yolculuktur. Öyleyse bizler bir seyyah olarak dünyayı, âlemi, âlemleri gezenleriz; âlemlerin gezginiyiz. “Peki, bu seyahatler bizi nereye götürmek için? Neyi anlamak, neyi fark etmek için?” diye sorduğumuzda, şöyle bir cevap buluyoruz: “Aslında her birimiz, kendimizden kendimize bir yolculuğun içindeyiz. Bulmak ve buluşmak istediğimiz şey ya da şeylerin sırrı, kendimizde.”. “Yolcu” kitabı bizi kendi hayatımızın baş rolü olabileceğimiz bir yolculuğa davet ediyor. Burada kendi özelliklerimizi, yeteneklerimizi, kendimizdeki sır kapılarını ve her bir sır kapısının nasıl bir anahtarla açılacağının bilgisini sunuyor. Her bir kapının bilgisi farklı ve bir kapıyı açan anahtar diğer kapıları açamıyor. Her bir kapının hakkı verilmeden diğer kapıya geçilemiyor. Ola ki bir şekilde başka kapılara sıçrasan da, tekrar en başa dönüp baştan başlıyorsun ki, işte birçok kişinin hayatındaki tekrar döngülerinin ya da kısır döngülerinin de sebebi budur. Birinci kapı bize hayata köklenmeyi; hayatın ne kadar mükemmel ve güzel bir yer olduğunun farkındalığını anlatıyor. Burada kendini sevemeyenin, kendiyle ve hayatla barışamayanın ilerleyemeyeceğinin bilgisi verilirken; nasıl kökleneceğimiz, nasıl topraklanacağımız, yer ve toprak ile hangi sistemlerle barışacağımızın bilgi anahtarını alıyoruz. Bu bizi ayağı yere sağlam basan, gerçekten kendini burada, tam ve yeterli hisseden bir kişi haline dönüştürüyor. Ondan sonra sırayla bir sürü kapıdan daha geçiyoruz. Kendimize doğru yolculuğun her bir alanında çeşitli sınavlar, çeşitli fark edişler; bazen masallarla, bazen efsanelerin bilgileriyle, bazen ruhsal gerçeklerle sunuluyor. Her bir tanesi bize bizi seyrettirmek, bizdeki gerçekleri göstermek için yeni bir perde aralıyor. Her birimiz bir buluş ve bir buluşmaya davet ediliyoruz. Dileriz ki buluşmalarımız bizlere keyif ve huzur versin.

 

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.