Hayalperest Olmayı Yeğlerim
Bir yola çıkış hikayesi olan Erime Noktası projesi geçtiğimiz yaz Venedik Mimarlık Bienali açılışında ve Güney İtalya – Altamura’da Masseria Jesce adlı tarihi binanın altındaki mağarada sergilenmesinin ardından üçüncü durağında 2016 sonbaharında İstanbul Tasarım Bienali paralel etkinlikleri kapsamında Elgiz Müzesi’nde iyimser ve yeni versiyonuyla izleyicilerle buluştu. Bu önemli projeyi ortaya çıkartan Aslı Kutluay projenin tüm detaylarını anlatıyor…
Sizi kısaca tanıdıktan sonra biraz da iş yaşamındaki serüveninizi dinleyebilir miyiz?
Kendimden kısaca bahsetmem gerekirse, ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden mezun oldum, Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde ise yüksek lisansımı tamamladım. Bir dönem sadece “tasarım” üretmiş olsam da hikayesi olan, kişiye özel, tek parça ürünlere eğilim gösterdim. Ürettiklerimde hep sanatsal bir tat aradım. Bir dönem çok yolculuk yaptım, dünyada gidebildiğim kadar kent; o kentlerde birçok müze ve galeri gezdim. Her dönüşümde gezi notlarımdan ve okuduklarımdan etkilenip atölyeme kapanıp resimler ve heykeller ürettim. Benim için tasarım ve sanatın kesiştiği bir dünya oluştu ve sonrasında bu hayal ettiğim dünyada yolculuk yapmaya devam ettim. Kitap okumak ve film izlemek benim çok beslendiğim başka bir yolculuk çeşididir. Felsefe, tarih, sanat tarihi, dünyada ve Anadolu topraklarında olup bitenler, yaşadığım coğrafyanın çıkmazları ve zenginlikleri yani, kendi kişisel öyküm her zaman başucumdaki en değerli kitap gibidir.
Venedik Mimarlık Bienali açılışında ve Güney İtalya – Altamura’da Masseria Jesce adlı tarihi binanın altındaki mağarada sergilenmesinin ardından 2016 sonbaharında İstanbul Tasarım Bienali paralel etkinlikleri kapsamında Elgiz Müzesi’nde yeni versiyonuyla izleyicilerle buluşan Erime Noktası adlı projenizi kısaca anlatır mısınız?
Bu projede mekan ve sanat işleri arasında ilişki kurmayı hedeflediğim “işlevsiz” mobilyalardan oluşan mekana ve izleyicilerine duyarlılık gösteren, tutarlılığı hedefleyen ve bütünsel yeni seri işler ürettim. “Küresel Isınma” olgusunun yansımaları olan “erime” ve “çatlama” etkilerinin “mobilya” üzerindeki yorumlarını soyut izlerle aktarmaya çalıştım. “En sonunda” kendimizi bulacağımız rahatsız edici senaryoyu sübtil formlardan oluşan işlevsiz mobilya, enstalasyon ve video çalışmamla sunmaya çalıştım.
Bu proje ile gerçekleştirmek istediğiniz öncelikli amacınız neydi? Nasıl bir hedefle bu yola çıktınız?
Bu ürün tasarımları, aynı zamanda doğanın ekolojik dengesine verdiğimiz zararın ötesinde; insan ilişkilerinde ve toplumlararası diyaloglarda kaybettiğimiz kaliteye de dikkat çekerken doğamızdan ve bilincimizden yitirdiklerimizi telafi etme konusunda bir bakış açısı sunuyor ve bir çeşit arınma süreci öneriyor.
Ben evrensel bir dilde ürettiğimi düşünüyorum ve dünyanın her yerinde iletişim içinde olduğum birbirimizi sanat diliyle anladığımız bir kabilem olduğunu hayal ediyorum. Bu yolculuk benim aynı zamanda arınma ve kendimi bulma, onlarla buluşma yolculuğum olacak.
Şu ana kadar projenize olan ilgiden memnun musunuz? En çok kimlerden dönüş alıyorsunuz?
Şimdiye kadar Türk ve İtalyan basınından çok ilgi aldık. Mütevazi çabalarımızla oluşturduğumuz PR çalışması sonucunda Elgiz Müzesi sergimizin haberleri Türkiye çapında 3,479,519 kişiye erişti. Projenin iki farklı versiyonu oluştu. Birincisini İtalya’da, ikincisi Anadolu’dan yola çıkacak şekilde tasarladık. Hedeflerimiz arasında üniversitelerle iş birliği yapmak da var.
Elgiz Müzesi’nde açılış öncesi moderatörlüğünü Vittorio Urbani’nin gerçekleştirdiği, Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof. T. Melih Görgün, Bahçeşehir Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Asatekin, Viyana Uygulamalı Sanatlar Üniversitesi’nden Işın Önol, İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova, proje geliştiricimiz ve sanat tarihçisi Alessandro Fiorentino ve proje yöneticimiz Deniz Taner Gökçe’nin katıldığı “Sanat ve Tasarım: Estetik ve Yönetiminin Problemleri” konulu bir panel düzenledik. Açılışımızda da Avant Garde Jazz İkilisi Cem Tan ve Bora Çeviker canlı müzik performansı gerçekleştirdi.
Geçtiğimiz hafta ODTÜ Tasarım Fabrikası’nda Melting Point projemden bazı ürünlerin yer aldığı “Hayalperest Olmayı Yeğlerim” adlı bir enstalasyon sergisi açtım.
Kaç kişilik bir ekibiniz var? Ekibinizi oluştururken nelere dikkat ettiniz?
Ekibimizin çekirdek kadrosu oluştu. Bu noktada disiplinler arası ekip çalışmalarının gücüne inanıyorum. Ticari bir kaygımız yok; fikir üretebilecek ve fikirleri hayata geçirebilecek bir ekibiz. Vittorio Urbani küratörümüz, Deniz Taner Gökçe proje yöneticimiz ve Alessandro Fiorentino proje geliştiricimiz olarak bir araya geldik.
Yoğun iş gününüzden sonra kendinizi dinlendirmek için ne tür sosyal aktiviteleri tercih ediyorsunuz?
Yoga ve dans benim hayat felsefemle çok uyuşuyor. Sakinleşme ihtiyacı duyduğumda yoga, coşkularımı harekete dönüştürmek istediğim zaman dans ediyorum. Arkadaşlarıma çok düşkünüm; onlarla buluşup sohbet etmeyi severim. Sergi açılışlarını kaçırmamaya çalışırım.
Yakın dönemde gerçekleştirmek istediğiniz yeni projeler veya şu anki projenizde geliştirmek istediğiniz yönler var mı?
Hedefimiz arasında Milano Tasarım Haftası var. Projenin sürdürülebilir hale gelmesi için kaynaklar araştırıyoruz.
Gelecek seride teknolojiden daha çok faydalanarak hafiflemeyi, dinamik ve hafif bir arşiv olarak düşündüğümüz, deneysel müzikten de faydalanacağımız bizi bir araya getiren hikayeleri video art ya da kısa bir kısa belgesel ile sergilemeyi, her bir ana başlığa denk gelen ürün grubunu bizim gelişimimizle birlikte evrimleştirmeyi hedefliyoruz.
Ekibimize her gittiği yerde yeni bir katılım oluyor ve bir anlamda kendi kabilemizi oluşturuyoruz. Amacımız, hümanist mesajımızı gittiğimiz yerlerde fısıldarken dünyayı dolaşmak, sergi
açtığımız yerlerde iz bırakmak, bizi izleyen ve iletişim içerisinde olduğumuz yaratıcı bir ekip ile birlikte üretken olmak…