Zamansız Bir Miras
2015 yılında yayımlanan ilk romanı Kehribar Zamanında Aşk ile geçmişe, aile bağlarına ve Ankara’nın dönüşümüne dair bir yolculuğa çıkaran Bige Güven Kızılay, aile yadigârı mekânların, fotoğrafların ve anıların izini sürerek kitabın yazım sürecini ve taşıdığı duygusal anlamları MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
İlk romanınız “Kehribar Zamanında Aşk”ı yazarken, aile geçmişinizle bağ kurmak mı, yoksa dönemin ruhunu aktarmak mı öncelikliydi? Bu kitabı yazmaya sizi yönlendiren şey neydi?
Annemle babam çalıştığı için benim okul öncesi dönemim hep anneannemle dedemin yanında geçti. O kadar masal gibi, mutlulukla hatırlıyorum ki o günleri; sanırım öncelikle bir minnet borcuydu. Onlar bana bu dünyada cenneti tattırdılar, ben de torunları olarak kalpten bir karşılık vermek istedim. Kitap yazmak, tarihe not düşmek, bir nevi ölümsüzleştirmek bence. İlk refleksim buydu diyebilirim ve kendimi bildim bileli hep bunu söylerdim, “Ben anneannemle dedemin hayatını yazacağım”. Sanki bu fikirle dünyaya gelmiş gibiydim. Zannediyordum ki klavyenin başına oturup tıkır tıkır yazacağım. Başlayınca hiç de sandığım gibi olmadığını gördüm. Sürekli sorular geliyor aklınıza; peki diyorsunuz, aile, sofraya oturduğunda nelerden bahsederdi? Öyle ya yıl 1939 mesela. Ülke gündemi neydi? Hayat şartları nasıldı? Ankara o yıllarda nasıl bir şehirdi? İşte bu sorular beni çok keyifli bir zaman yolculuğuna götürdü. Hayatımda ilk defa tarihi bu kadar merakla ve keyifle incelerken buldum kendimi. Dolayısıyla her ne kadar ismi aşk olsa da, aslında kelimenin tam anlamıyla bir dönem romanıdır. Hatta ben şöyle tarif etmeyi tercih diyorum: “Cumhuriyetin en aydınlık döneminin, bir ailenin özelinde çekilmiş fotoğrafıdır Kehribar Zamanında Aşk.”
Kitabın başkarakterlerinin, gerçek hayattaki kişilikleriyle örtüşmediği noktalar oldu mu?
Hayır. Hepsi ta kendisi. Çoğu yok, azı var diyebilirim. Aslında itiraf etmeliyim, insanın aile tarihini yazması çok ciddi bir sorumluluk. Üstelik bahsettiğim kişiler, hayatımda en büyük değeri taşıyan insanlar. Bir kısmı çoktan sessiz gemiye binip gitmiş olsalar da kitabı kaleme aldığım tarihte bir kısmı da hayatta ve sağlıklıydı. Benim için önemli olan, tüm ailenin, özellikle de roman kahramanlarının tümüyle içine sinen, kalpten onayını almış bir roman olmasıydı. Öyle de oldu. Bu kitap aileye neşe getirdi.
Cebeci’deki konak, hem fiziksel hem de duygusal bir merkez gibi. Bu mekân sizin için ne ifade ediyor?
Konağı annemin dedesi Kasap Ali Çavuş yaptırmış. Anneannemle dedem orada evlenmişler, nişanları konakta yapılmış, annemle dayım orada dünyaya gelmiş, orada büyümüşler. Ailenin her anlamda var olduğu, nefes aldığı mekân. Kocaman, dönümlerce bir bahçe içindeymiş ve Çiçek Sineması’na komşuymuş. Konağın locasından ben de açık hava sinemasında bir film izlediğimi hayal meyal hatırlıyorum. Bahçenin güzelliğini anlatılanlardan biliyorum. Ben maalesef en güzel günlerine yetişemedim; ama annem masal gibi anlatırdı, evleklerde yetişen sebzeleri, mesela kocaman lahanaların üstüne tabure gibi oturup evcilik oynadıklarını, leylak dallarından başlarına taçlar yaptıklarını, ön bahçedeki havuzun fıskiyesinde hoplayan pinpon topunu, mutfağın girişindeki sepette duran bembeyaz yavru kedileri, radyodan alınan haberleri, mahallelinin nasıl yardımlaşıp birlik olduğunu, hep beraber kaynatılan üzüm pekmezlerini, hamam günlerini… Beyba dedem vefat edene kadar ailenin tüm hayatına tanıklık etmiş, acı günleri de tatlı günleri de tatmış; eskilerin deyimiyle güngörmüş bir mekân orası.
Konak artık bir başka aileye yuva olmak üzere… Bu gelişme sizde nasıl duygular uyandırdı?
Konağımız kültürel miras ilan edildi. Bir taraftan onur duyuyoruz, bir taraftan da hayatta kalan aile büyüklerimiz ve biz kuzenler, bir araya gelip de renovasyon ve diğer detayları gerçekleştiremiyoruz. Kimimiz başka şehirlerde, kimimiz yurt dışında yaşıyor. Belediyelerden müze olmasıyla ilgili teklifler de geliyor. Dolayısıyla hep birlikte bir karar aldık. Madem biz yapamıyoruz, bu inci tanesi gibi konak, bir başka ailenin veya yatırımcının elinde hayata dönsün yeniden. Ankara tarihinin bir parçası olan bu yapı, ki artık “İnan Konağı” diyelim kısaca, yalnızca bir mülk değil, cumhuriyetin en aydınlık döneminin tanığı. Geçmişin izlerini bugüne taşıdığını gözlerimizle görmek, bizi de mutlu edecek.
Peki, konağın hikâyesi, başka bir anlatıya dönüşebilir mi?
Neden olmasın? Gönlümden en çok geçen, bir odanın Kehribar Zamanında Aşk odası olması mesela. Koca bir müzeyi dolduramasa da, o odada sergileyebileceğimiz çok kıymetli anılarımız var. Romanı okuyan çok kişinin gidip bu hâliyle bile orayı gezmek istediğini biliyorum. Dilerim şehrin kültürel birikimine katkı sağlayacak bir mekân olur.
“Kehribar gibi zamanla olgunlaşan aşk” fikri, günümüz ilişkileriyle kıyaslandığında nasıl bir mesaj taşıyor?
“Emek özürlü” diyebileceğimiz bir dönemdeyiz konu aşk olduğunda. Bence aşkı anlamlı ve vazgeçilmez kılan en değerli şey emek, çünkü insan emek verdiği şeye daha kıymet verir. Hele de bu emeğin karşılıklı olduğunu düşünürseniz, işte mutluluğun kaynağı tam da oradadır. Neden kehribara benzetiyorum aşkı, çünkü kehribar dediğimiz şey, ağacın kendini korumak için salgıladığı reçinedir aslında. O reçine yıllar boyu binbir zorlu hava koşuluyla sınanır, fırtınalara direnir, karlar yağar üstüne, kızgın güneşte dağlanır… Hepsine dayanır ve en sonunda çok değerli bir taşa dönüşür. Artık o yapış yapış reçine değil, mücevherdir, kehribardır. Aşkı da böyle tanımlamayı çok anlamlı buluyorum.
Aşkı anlatırken sabır, vefa ve zaman gibi kavramları ön plana çıkarıyorsunuz. Sizce bu değerler günümüzde de hâlâ geçerli mi?
O yılların yaşayışına baktığımız zaman, elde olmayana üzülmek değil, olana şükretmek esas. Bozulanı hemen atıp yenisini almak değil de onu tamir etmek esas. Bence günümüzün en büyük sorunu bu. Romanın sonunda da yazdığım gibi, mutluluk bir durum değil. Mutluluk bir “karar”. Mutlu olmaya karar verirseniz hayat size ödüllerle geliyor. Son yapılan sosyal araştırmalarda geçmişe özlem yüzde seksenlerin üstünde. Bu demektir ki günümüzden mutlu değiliz. O zaman şu soruyu sormak lazım bence:“Geçmişte ne yaparken mutluyduk?