Samimi, Komik, Başarılı
Gülüşünden gamze eksik olmayan, başarılı, mütevazi ve Türkiye’nin en komik kadınlarından Ezgi Mola ile hayatına, mesleğine ve gelecek planlarına dair samimi bir röportaj gerçekleştirdik. Kariyer basamaklarını teker teker tırmanan güzel oyuncunun adından söz ettiren ve oldukça merak edilen son projelerine değinmeyi de unutmadık.
Genç yaşlardan itibaren tiyatro eğitimi almaya başlamışsınız. Oyunculuk, sizin için bir tesadüf müydü, tutku mu? Ben ileride kesinlikle bunu yapacağım dediğiniz bir an oldu mu?
Tiyatro kursuna gitmeye başladıktan sonra bu işi mesleğim olarak yapabileceğime inandım. Zaten sonrasında oyunculuk ve içinde mutlu olacağım projeler dışında başka hiçbir hedefim olmadı.
Genelde komedyenleri zihnimizde erkek olarak canlandırıyoruz. Türkiye’nin en komik kadınlarından biri olarak bu algıyı yıktınız. Bunu başarmanızdaki en büyük etken neydi?
Komedi teknik olarak bakıldığında zamanlama meselesidir ama öte yandan bir kadın olarak hissettiğim şeyleri olabildiğince hissettiğim yerden söyleme cesaretine sahip olduğumu düşünüyorum. Bu konuyla ilgili yapılan bazı açıklamaları çok cinsiyetçi buluyorum; erkek olduğunda daha rahat yapılan bir şaka ya da söylenen bir söz, kadın yaptığında ayıplanabiliyor. Ben bu durumu anlayamıyorum… Kendi adıma buna cesaret edebildiğimi düşünüyorum. Ayrıca, biz şahane komedi yapan kadınlar izledik; Perran Kutman, Nevra Serezli, Yasemin Yalçın, Binnur Kaya, Demet Akbağ, Demet Evgar, Gupse Özay, rahmetli Ayşen Gruda ve Adile Naşit zaten ülkece hayranlıkla izlediklerimizin başında geliyordu. Kimse de onlar yapınca olmuyor demedi.
Kariyerinize bir reklam filmiyle başladınız seneler önce. Şimdi baktığımızda ise Türkiye’nin en başarılı kadın oyuncularından birisiniz. Kariyer basamaklarını bir anda değil, teker teker çıktığınızı söyleyebilir miyiz?
Aslında kariyerime Karate Can adlı diziyle başladım, sonrasında da dediğiniz gibi bir reklam filminde oynadım, ardından televizyon dizileri ve sinema filmleri geldi zaten… Ayrıca çok teşekkür ederim beni öyle bir yerde gördüğünüz için. Tabii ki o basamakları nasıl çıktığımızın da önemi var ama sonrasında orada kalmak da çok önemli çünkü başımıza her türlü şey gelebilir o basamakları çıkarken… Kimisi bir günde ünlü olur, kimisi 20 yılda -eğer amaç ünlü olmaksa- benim tek hedefim oyuncu olmaktı. “Şimdi hedefin ne?” diye soracak olursanız hala tek hedefim ölene kadar bu mesleği yapmak… Ve yapacağımı da çok iyi biliyorum..
Çok büyük ustalarla aynı sahnede yer aldınız ve çalışma fırsatınız oldu. Sizi en etkileyen ve oynamaktan keyif aldığınız sanatçı kimdi?
O kadar heyecan verici ve hayranlık duyduğum isimlerle çalıştım ki sadece birini söylemek, diğerlerine çok büyük ayıp olur ama ilk aklıma gelen birkaç ismi yine de söylemek isterim; Şevket Altuğ, Türkan Şoray, Bahri Beyat, Uğur Yücel, Yılmaz Erdoğan… Ne mutlu bana, çok şanslıyım, çok!
Yılmaz Erdoğan, Organize İşler’de oynamanız için teklifte bulunduğunda ne hissettiniz? Yıldız bir kadroyla aynı projede yer alacak olmak nasıl bir duyguydu?
Sorunuzu düzeltmek isterim çünkü Yılmaz Erdoğan’ı arayıp “Filmi çekmeye karar vermişsin, senaryoyu yazmışsın, yıllar önce konuştuğumuz gibi beni oynatacaksın değil mi?” diye talepte bulunan ben oldum. (Gülüyor) Rolü de söke söke aldım… Hoş, BKM benim rolleri istememe, talep etmeme çok alışık. Neler hissettiğime gelecek olursak; zaten tüm bunları talep eden kişi olarak buna ne kadar heyecanlanabileceğimi tahmin edebiliyorsunuzdur.
Lerzan Berrak ve Ezgi Mola’nın ortak yönleri var mı?
Muhakkak vardır. İzlediğimiz filmlerin çoğunda oynadığım karakterle empati kurabiliriz… Benim de Lerzan Berrak’la muhakkak ortak yanlarım vardır. Ne bileyim, ilk aklıma gelen güler yüzlü ve şen şakrak oluşu diyebilirim.
Bugüne kadar aldığınız ödüllerden sizin için en büyük anlam ifade edeni hangisiydi?
Türkan Şoray’ın kızını oynadığım, yönetmenliğini ve senaristliğini Uğur Yücel’in yaptığı “Hayatımın Kadınısın” filmi ile aldığım ödül benim için çok özeldir. Hem başrollerinde yer aldığım ilk sinema filmi hem de Organize İşler’den sonra çekilen ikinci filmimdi. Sadri Alışık Ödül Töreni’nde “En İyi Yardımcı Kadın” ödülünü vermişlerdi.
Türkiye’de kadın komedyenlerin sayısı görece az. Bir rekabet var mı aranızda?
Bence yok. Ne öyle bir şey kendimde hissettim ne de diğer arkadaşlarımda… Şu son zamanlarda hayal kurma gücümüzün ve heyecanımızın biraz azaldığını düşünüyorum. Dolayısıyla, ne kadar pozitif, yapıcı ve birbirimizi alkışlayan insanlar olursak o kadar güçlenerek artacağımıza inanıyorum.
Yer aldığınız projeler arasında en keyif aldığınız hangisiydi?
Hepsi çok keyifliydi inanın. Soğuk, Aydede, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi başka bir tat; Celal ile Ceren, Kocan Kadar Konuş, Organize İşler başka bir tat… İyi ki bu işleri ben yapmışım, yoksa çok hayıflanırdım “Keşke ben olsaydım.” diye.
Kendinizi izlediğinizde dışarıdan gözlemleyip eleştiriyor musunuz?
Hep. (Gülüyor) Role çalışırken düşündüğüm hayal ettiğim, hep izlediğimden çok daha fazlası oluyor. “İşte düşündüğüm tam buydu!” diyemiyorum tam olarak.
Setlerin oldukça yorucu olabildiğini biliyoruz. Sizi set ortamında en çok zorlayan şey nedir?
Eğer dizi yapıyor olsaydım bu konuda çok fazla şey söyleyebilirdim ama çok uzun yıllardır dizi yapmadığım için benim çalıştığım setler, dizi setlerine göre hep daha konforlu ve hem kamera arkası hem de kamera önündeki ekiplerini çok daha düşünen setler oluyor. Beni ve ekip arkadaşlarımı en çok zorlayan şey ise hava koşulları olmuştur ya da belki duygusal olarak zor bir sahne zorlamıştır. Fiziksel olarak da olabilir… En fazla bunlar zorlamış olabilir.
Ezgi Mola denince akla samimi bir kahkaha ve eğlenceli, neşeli bir kadın geliyor. Her zaman böyle enerjik misiniz?
Öyle zamanlarda biraz daha yok olan biriyim… Sanırım çevremdeki herkesi o yüksek ve eğlenceli enerjiye alıştırdığım için olumsuz ve depresif zamanlarımda hemen kabuğuma çekilip yok oluyorum.
Bütün bu yoğun iş temposunda kendinize zaman ayırdığınızda neler yapıyorsunuz?
Evimi çok sevdiğim için evimde vakit geçirmeye çalışıyorum. Ailemle ve köpeklerimle seyahate çıkmaya çalışıyorum.
Geçmişe dönüp baktığınızda “Keşke yapmasaydım.” dediğiniz bir şey var mı?
Var… Ama ne gelir elden? Öyle olması gerekiyormuş. Zaman böylesine hızlı akarken zaman kaybı diyebileceğim çok fazla şey oldu. Olsun… Sonra onlar birikti, adı tecrübe oldu.
Son zamanlarda tecrübe ettiğiniz, okuduğunuz, izlediğiniz ve sizi etkileyen şeyleri bizimle paylaşır mısınız?
Terapist Gülcan Özer’in yazdığı “Herkes Kendi Hayatının Kahramanı” ve hem senarist hem oyuncu hem de yazar Akın Aksu’nun yazdığı “Bir Taşra Köpeği”. İki farklı tür… İkisi de çok iyi geldi bana, tavsiye ederim.
Sosyal medyada paylaştığınız videolar ve yarattığınız tiplemeler oldukça ilgi görüyor. Çoğu kişinin aksine ekranda çirkin görünme kaygınız yok. Sizce insanlar bu yüzden mi sizi bu kadar samimi buluyor?
Özel olarak daha çirkin ya da daha güzel olmaya çalışmıyorum. Sanırım içinde bulunduğum durumu olduğu gibi paylaşabilme cesaretine sahibim. Aslında buna cesaret demek de yanlış geldi şimdi böyle söyleyince çünkü zaten nasılsam onu öyle gösterebilmeliyim diye düşünüyorum kendi adıma.
Youtube’da “Tanınmış Kişileri Seviyorum” adlı konseptle yaklaşık 26 milyon izlenmeye ulaştınız. Youtube’da içerik üretmeye nasıl karar verdiniz?
Bu kararın çok şaşırtıcı bir şey olduğunu düşünmüyorum. (Gülüyor) Bu ara zaten herkesin yaptığı bir şey. Ben de kendi özgür alanımda, kanalımda böyle bir şey denemenin bana hiçbir şey kaybettirmeyeceğini, hatta çok daha eğlenceli şeyler yapabilmeme vesile olabileceğini düşündüm, öyle de oldu.
Herkesin merak ettiği Enis Arıkan’la olan dostluğunuzu soralım. Nasıl başladı bu dostluk?
Konservatuar arkadaşıyız, okul hayatımız bittikten sonra da hiçbir zaman kopmadık. Konservatuar yıllarımızda “Ezgi bir sahneye çıkıp rezil olsa da eğlensem.” diye mutlu olurdu. En kötü performansımda bile gülüp “Ne yapalım canım sağ olsun bir dahakine daha iyi oynarım.” dediğim için sinir olurdu bana. Çok eğlenirdik… Sanırım yıllar geçse de hiçbir fark yok, hala aynıyız. Ben rezil olsam diye gözümün içine bakar, ben takmayınca da buna sinir olur ve ben de bu durumla çok eğlenirim.
Enis Arıkan, Serenay Sarıkaya gibi yakın arkadaşlarınızla aynı projede yer almanın en keyifli yanı neydi?
Bu projeden önce Serenay’la daha uzaktan arkadaştık. Yani aynı ajansta zaman zaman birbirimizi gördüğümüzde sarılıp hal hatır sorardık ama ben seyirci olarak onu hep çok beğenirdim. Ona çok saygı duyuyorum. Çok disiplinli olduğunu o zamanlardan hissediyordum. Birlikte çalıştığımızda da bu hislerimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gördüm. Enis de tiyatro disiplini ve çok tecrübesi olan biri. Bunun yanında en keyifli tarafı, işini seven ve her yeni işinde çok heyecanlanan, profesyonel arkadaşlarımın olması. Böyle insanlarla çalışınca yapılan her şey başarılı oluyor.
Geçmişe gidebilseydik, 15 yaşındaki Ezgi, “Alice” gibi kapsamlı ve profesyonel bir müzikalin başrolünde oynayacağını hayal edebilir miydi?
Ederdi! Çünkü ben hayallerimi hep çok büyük tuttum. Şimdi dönüp o zamanki ruh halime ve hayallerime baktığımda, zaten kendime bile çaktırmadan bu günlerin hayalini net bir şekilde kurmuşum ve olacağına çok inanmışım. Eminim çok büyük heyecanla yaparım, güvenin bana derdim.
Yıllardır hep iyi karakterlerle özdeşleştirdiğimiz Ezgi’yi, Alice’de kötü bir karakteri canlandırırken izlemek seyirciyi şaşırttı mı? Yorumlar nasıl?
Herkesin kendine has özellikleri var oyuncu olarak. Ben de yönetmenimiz Serdar Biliş’in de yardımıyla kendi kraliçemi bulmaya çalıştım prova sürecinde. Aldığım eleştirilerin hepsi çok olumlu ve çok keyifle izledikleri yönünde oldu. Yorumlar, “Biz bu kraliçeyi çok sevdik, çok eğlenceli bir kötü kalpli kraliçe bu.” gibi oluyor. Bir de oynadığım karakterin öyle oluşunun sebepleri belki oyunda konuşulmasa da bende var. Buna çalıştık, konuştuk. Ayrıca kötü karakteri seyirciye sevdirebilmek çok keyifli.
Bu kadar yakın olduğunuz arkadaşlarınızla aynı işte yer almanın herhangi bir zorluğu var mıydı?
Uzun ve yorucu bir prova sürecinden geçtik. 20 tane şahane dansçı arkadaşımız, 6 kişilik oyuncu ekibi, sahnede canlı müzik yapan müzisyen arkadaşlarımız, sahne gerisinde sizin görmediğiniz kocaman bir ekip daha… Dolayısıyla hem işini severek oraya gidiyor olman hem de işine odaklanarak çalışabilmen lazım. Böyle kalabalık bir ekibin bir arada bir şeyler yapmaya çalışması çok kolay oldu diyemem ama herkes o kadar işine sahip çıkıp disiplinle çalıştı ki ortaya çıkan iş, herkesin yüzünü güldürdü.
Sizce bir kadın hayatında bir kez dahi olsa neyi deneyimlemeli?
Kadın olarak ya da erkek olarak diye ayrıştırmak istemiyorum ama hayatımızda merak ettiğimiz, “Acaba?” dediğimiz şeyleri deneyimlemenin bize tecrübe katacağını düşünüyorum. Aşk mesela, herkesin şu hayatta bir kez bile olsa ayakları yerden mutlulukla kesilmeli.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü için kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Şiddet ve taciz mağduru kadınların sessiz kalmamasını, konuşup bağırıp seslerini duyurarak güçlenmesini temenni ediyorum.
Çok güçlüyüz, dünyaları değiştirip güzelleştirerek, dağları yerinden oynatacak kadar güçlüyüz. Birbirimize iyi gelelim, birbirimizi tenkit edip ayıplayıp yargılamadan önce bir kez daha düşünüp sağduyulu olalım.
KISA KISA
Youtube mu Instagram mı?
Karar veremiyorum aslında. Youtube dersem, Instagram takipçilerim küsebilir ama artık Youtube’da da hatırı sayılır bir şekilde aktifim. İkisini birbirinden ayıramıyorum.
Komedi mi drama mı?
Hem komedi hem dram. Ben oyuncuyum, hepsine bayılıyorum.
Tatlı mı tuzlu mu?
Tatlı yiyince, tuzlu; tuzlu yediğimde ise tatlı yemek istiyorum. Dolayısıyla, bu ikisi arasında da bir seçim yapamayacağım.
Kırmızı mı nude mu?
Yerine göre aslında. Günlük olarak çoğunlukla nude kullanıyorum.
En sevdiğiniz makyaj malzemesi?
Rimel ve ruj.
Sinema mı tiyatro mu?
Tiyatro mezunu olmama rağmen sinema tecrübem çok daha fazla.
Ben kamerayı çok severim ama Enis Arıkan’la birlikte oynadığımız “10, 11, 12” oyunuyla tiyatro aşkım yeniden alevlenmişti. Alice Müzikali de tuzu biberi oldu. İkisini birbirinden ayıramıyorum
yine