Kiraz Çiçekleri’nin Ülkesi; Japonya
Japonya denince aklımıza ilk gelen şeyler nelerdir? Elektronik eşyalar… Çekik gözlü ufak tefek insanlar… Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları…
Japonya bize hem çok uzak hem de çok yakın bir ülke. Evet, coğrafi olarak bize oldukça uzak. Kuş uçuşu mesafe 8957 km. Türk Hava Yolları ile başkent Tokyo’ya uçarsak 11 saat 35 dakika gidiş, 12 saat 40 dakika dönüş sürüyor. O zaman bu kadar uzak bir ülke nasıl oluyor da bize yakın oluyor diyeceksiniz. Gelin size bu yazımda Türkler ile Japonların birbilerine hangi yönlerden daha yakın, hangi yönlerden farklı olduklarını ve biraz da ülkelerini anlatmaya çalışayım.
Japonlar ile birçok konuda aslında benzeşiyoruz. Japonca ile başlayalım isterseniz. Japonca ile Türkçe nasıl birbirine benzer diyeceksiniz… Doğal olarak biraz Japonca duyduysanız ve yazısını da gördüyseniz bana inanmak istemeyeceksiz. Türkçe gibi Ural-Altay dil grubundan gelen Japonca’nın grameri ve mantığı Türkçe’ye benzediği için Türklerin Japonca’yı, Japonların da Türkçe’yi öğrenmesi diğer dil gruplarındaki insanlara kıyasla çok daha kolaydır. Ama Japonca okuma yazmayı öğrenmek Japonlar için bile zordur. Kanji denen ve Çin kökenli binlerce sembol haricinde elli altı heceden oluşan hiragana ve katagana adlı iki hece yazısı daha vardır. İlkokulu bitiren bir öğrencinin yaklaşık 1000 kanji (sembol) ve liseyi bitiren bir ögrencinin en az 2000 kanji bilmesi bekleniyor. Gazete okumak içinse yaklaşık 2000 kanji gerekiyor. Enerjisini kendi dilini öğrenmeye adayan öğrenciler de diğer yabacı dillerde çok başarılı olamıyor. Genç nesil biraz daha iyi olsa da, İngilizce ve diğer batı dilleri halk tarafından yeterince bilinmiyor. Neden onlar da Latin alfabesi ile yazmıyor ve işi kolaylaştırmıyorlar derseniz bunun yanıtını Japoncada değişik ses vurgularıyla değişik anlamlara gelen birçok sözcük olduğunu ve kendi yazılarıyla yazdıklarında ve okuduklarında sözcüğün hemen hangi anlama geldiğini anladıklarını ama Latin harfleri ile yazdıklarında ve okuduklarında aynı sözcüğün birçok anlamı olduğunu söylemeliyim. Ve tabi biraz da geleneklere bağlılık köklü bir değişimi de engelliyor diyebilirim. Japonca ile aramızda sözcük benzerliklerine örnek verirsek: Türkçe “iyi”, Japoncada “ii” ; Türkçe “su”,Japoncada “sui”; Türkçe “çay”, Japoncada “cha”; Türkçe “yamaç”,Japoncada “yama” gibi…
Dildeki bu benzerliklerin dışında sosyal hayatta örneğin yardımseverlikte benzeşiyoruz. Başkent Tokyo gibi bir yerden biryere koşuşturan milyonlarca insanın olduğu bir şehirde nadiren sorunuza yanıt veremeden ilerleyen Japonlar olabilir ama genelde nazik bir şekilde bir soru sorduğunuzda her zaman yardım etmek isterler. Tabi dil bariyerini onlarla Japonca konuşarak aştıysanız, hem çok şaşıracaklar hem de çok sevinecekler. Ama İngilizce konuşursanız da ellerinden geldiğince yardım etmeye çalışırlar.
Ailelerine çok düşkündür Japon insanı. Örnek aile; Japon İmparatorluk ailesidir. Japonya’da İmparator Akihito, İmparotoriçe Michiko ile evli ve üç çocukları var. İmparatoriçe Michiko ilk kez halktan biri olarak Japon Kraliyet ailesine katıldı. İkinci oğulları Prens Akishino ile Prenses Akishino’nun üçüncü çocukları 2006 yılında erkek doğunca bütün Japonya sevindi. O yıla kadar iki prens ailesinin üç kız çocuğu vardı ve İngiltere’de ya da Danimarka’da olduğu gibi prenseslerin Kraliçe olup ülke yönetiminde etkin olmaları için anayasal değişiklik düşünülürken, dünyaya gelen bu erkek bebek yasal değişikliğin bir süre daha rafa kalkmasına neden oldu. Burada Japonlar ile Türklerin erkek bebek sevgileri ve tercihleri konusunda da bir yakınlık görüyoruz.
Tabi bazı konularda çok benzesek de bazı konularda da ayrılıyoruz Japonlardan. Aklıma gelen ilk örnek onların kurallara ne kadar harfiyen uydukları. Trafikte örneğin herkes şeridinde gider ve hız limitlerini kesinlikle aşmazlar. Gereksiz yere öndeki aracı sollamak için şerit değiştirmezler. Eğer küçük bir kaza olduysa, kazaya sebebiyet veren hemen özür diler. İlk sorulan soru karşı tarafın sağlığıdır.
Doğaya saygı ve sevgi en üst mertebede olduğu için onu kirletmek, çöp atmak gibi şeyler akıllarından geçmez. Bu sevgi biraz da Şinto dininin etkisi. Japonya’da milattan önce yedinci yüzyıla kadar giden Shinto dini aslında kötü ve doğaüstü güçlerden korkup kendini güvende hissetmek için çok tanrılı bir din halini almıştır. Gök Tanrı (Baba) ile Yer Tanrıçası(Ana) Japon adalarını yaratırlar ve binlerce başka tanrı da dünyayı ve evreni yönetir. Güneş Tanrı’nın torunu da Japon İmparatorları olmuştur. Budizm Çin’den Kore’ye ve oradan da altıncı yüzyılda Japonya’ya gelir. Bugün Japonlar genel olarak iki dini de beraber yaşarlar. Şinto doğarlar, Şinto tapınağında evlenirler ama Budist tapınaklarında cenaze törenleri olur. Hıristiyanlık da on altıncı yüzyılda Portekizli denizciler aracılığıyla ilk defa gelmiş ve uzun süre Japonya’da yönetimin tepkisini almış, Şogunların gazabına uğramıştır ve yasaklanmıştır. Ancak on dokuzuncu yüzyılın sonları Dünyaya Meiji Devrimi sonrası açılan Japonya’da Hıristiyan az sayıdaki Japon kendini özgür hissedebilmiştir.
1868 yılında Meiji Devrimi’ne kadar neredeyse üç asır kendini adalarına kapatan ve Şogunlar tarafından yönetilen Japonların dünyaya açılmaları ile batının teknolojisi hızla Japonya’ya girdi. Bu yıllarda İngiliz etkisi ile daha sonra trafik soldan akacaktır. Çok çalışkan ve hırslı Japonlar Endüstri Devrimi’ni yakaladıkları gibi civar ülkelerde yayılmacı bir dış politika uygulamaya başlarlar. Kore ve Mançurya üzerinden Çin (1894)ve Rusya(1905) ile girdiği savaşları kazandılar. İkinci Dünya Savaşı’nı bitiren Hiroshima ve Nagasaki atom bombalarına kadar Uzak Doğu’nun tartışılmaz büyük imparatorluğudur. Savaşı İmparator bir radyo konuşması ile kaybettiklerini ulusuna iletir ve sonrası yeni anayasada yetkilerini halkın meclisine devreder. Halk tarafından sevilen, sayılan İmparator ve ailesi yönetimde çok az etkindir. Yeni Anayasasında savaşmayacağını ve savaş ile ilgili hiç bir faaliyet içinde bulunmayacağını açıkça beyan eder. Pratikte Japonya’nın savunmasını Amerikan güçleri sağlar ve bu Japonya’ya askeri harcama yapmamasına, yatırımlarını teknolojik gelişmelere kaydırmasına yaramıştır. Savunma amaçlı bir gücü varsa da bu, kıyasla küçük bir güçtür.
Gelelim işlerine olan bağlılıklarına. Genelde işveren bir çalışana işi verdiğinde emekli olana kadar güvenerek o işi verir ve işi alan da iş yerinde başarılı olmak için elinden geleni yapar. Mesai saatleri dışında saatlerce çalışan Japon halkı için ona verilen işi hakkıyla yapmanın verdiği mutluluk ve övünç her şeyden önemlidir. Genelde şehir içi çok pahalı olduğundan evleri banliyölerde olan Japonlar her sabah çok erken kalkar ve işe gitmek için genelde toplu ulaşım araçlarını kullanırlar. Gecenin geç saatlerinde metrolarda evlerine dönen Japonları görürsünüz.
Bir adalar ülkesidir Japonya. Yaklaşık 128 milyon insan, 377.000 km2 bir alanda yaşar. Kuzeyden güneye yerleşimin olduğu dört büyük ada Hokkaidoo, Honshuu, Shikoku ve Kyuushuu adalarıdır. On üç milyon nüfuslu başkent Tokyo’nun da olduğu en kalabalık ada Honshu Adası’dır. Bu dört ana adadan başka irili ufaklı üç bin kadar adası vardır. Nüfus genelede adaların doğusunda yoğunlaşmıştır. Ülkenin batı tarafı Asya’dan gelen soğuk rüzgarlara açıktır. Doğu tarafta olan düzlükler tarım ve yerleşim alanı olarak santim santim planlı dağıtılmıştır. En kuzeydeki Hokkaido adasında kışlar serttir. Güneye inildikçe ilkimi ılımanlaşır.
Her yıl binlerce deprem olur ve Japonlar depremlerle yaşamayı öğrenmiştir. Herkes bir depremde nerede ne yapması gerektiği çok iyi bilir. Binalar, şehirler evler ve hatta odanın içindeki eşyalar bile depreme göre planlaşmıştır. Şu an uyumakta olan 3776 metre yüksekliğiyle Japonya’nın en yüksek dağı olan Fuji Dağı’da bir yanar dağdır ve en son 1707 yılında patlamıştır.
Japonya’ya gelinecek en iyi mevsim belki de Kiraz Çiçekleri’nin açmaya başladığı Mart sonu Nisan başıdır. Yaban kirazı ağaçlarının çiçekleri ülkenin güneyinde başlar ilk önce açmaya. Günler geçtikçe kuzeye Tokyo’ya doğru ilerler çiçekler. Bu ağaçlar bildiğimiz ve yediğimiz kiraz meyvesini vermezler. İşte bu dönem Japonya’da kiraz çiçeği “Sakura” Festivalleri kutlanır, iç turizm canlanır ve her yer kalabalıklaşır. Turizmde “yüksek sezon” dediğimiz turistin en çok geldiği bu dönemde uçaklarda ve otellerde yer bulmak zorlaşır ve fiyatlar yükselir. Ama genede siz siz olun gidebilirseniz kiraz çiçeği döneminde Japonya’yı ziyaret edin. Hem baharın uyanışı, hem soğuk kış günlerinden sonraki ılıman hava, hem de festival halindeki ülkeyi ve insanlarını görmek açısından en doğru dönem. Tabi sonbahar da çok güzel olur Japonya’da. Yaprakların sararması ve doğadaki renklerin değişimi muhteşemdir. Yaz aylarının sıcak ve nemli, kış aylarının soğuk, karlı, yağmurlu günleri aynı keyfi vermez.
Japonya gezileri genellikle Başkent Tokyo ile başlar. Tokyo turunda hem Budist hem Shinto tapınaklarının yan yana bulundugu Asakusa Tapınağı gezilir, meşhur Ginza sokaklarında yürünür (Tokyo’nun Champs-Elysees’si ya da Bağdat Caddesi), Roppongi Hills’deki gökdelenden Tokyo manzarası seyredilir ve Odaiba adasından körfeze ve Gökkuşağı Köprüsü’ne bakarak fotoğraf çekilir. Vaktiniz olursa Japon sanatını ve tarihini anlamak için Tokyo Ulusal Müzesi’ne gidebilirsiniz. (Ueno Parkı’nın içindedir) Ya da elektronikçilerin bulunduğu Akihabara’da, Japonya’nın bütün dünyaya ve iç pazarına sattığı elektronik ürünleri görebilirsiniz. Elektronik Japonya’da tahmin ettiğiniz gibi ucuz değil. Birçok üründe Japonca yazılım olduğundan ve sadece Japonya’da çalışan değişik sistemlerle çalıştığından Türkiye’de çalışmayabilirler. Almadan önce bir bilene danışmakta çok fayda var.
Tokyo’dan sonra güneyde Hakone bölgesinde Aşi Gölü’nü görmenizi tavsiye ederim. Göl eğer hava şartları elverirse Fuji Yanardağı’nı da görebileceğiniz çok güzel bir doğa içindedir. Gölde yapacağınız tekne turu ve teleferik ile çıkacağınız tepeden göreceğiniz manzara doğaseverleri fazlasıyla tatmin edecektir. Yörede birçok kaplıca oteli bulunur. Bu kaplıca otelerinden birinde kalırsanız Japon hamamını da sizlere tavsiye ederim. Erkek ve kadınların ayrı bölümleri bulunur. Kutsal suya girmeden önce tertemiz olununcaya karar duş alınır ve anadan doğma sıcacık suya girilir. (Mayoya kesinlikle izin vermiyorlar!!! ) Ben gide gele küçük havlu kullanma cambazı oldum diyebilirim
Hakone’den sonra biraz daha güneye ve Kyoto’ya gelmenizi ve eski başkentte en az iki tam gün geçirmenizi tavsiye ederim. Kyoto’ya gelmek için Japonların 1964 yılından beri kullandıkları mermi-tren anlamına gelen Shinkansen’i kullanabilirsiniz. Bugün daha da modern ve hızlı olan bu trenlerle saatte 300 km hız ile yolculuk yapabilirsiniz. Bu kadar dağlık ve adalardan oluşan ülkelerini hızlı tren ağları ile örmüş Japonlar. Takdir etmemek elde değil. Kyoto’da muhakkak görmenizi tavsiye edecegim yerler arasında Kyomizu Dera ayazma tapınağı ve çevre sokakları, Kinkakuji Tapınağı(Altın kaplama tapınak) ve Nijo Sarayı ve sarayın Japon bahçeleridir. Nijo Sarayı on yedinci yüzyıl başlarında Tokugawa Şogun’luğu döneminde inşa edilmiş bir ahşap saraydır ve Japon tarihi açısında da çok önemli bir yerdir. Sarayı gezerken Şogunları ve yaşayışlarını, Akira Kurosawa’nın 7 Samuray gibi filmlerini de hatırlayarak Japonya nereden nereye gelmiş diyeceksiniz. Japon bahçe sanatını görmek için muhakkak bahçelere zaman ayırın.
Gene Kyoto’dan ya da Osaka’dan günübirlik gidebileceğiniz, Kyoto’dan daha eski tarihi başkentleri Nara’da Todaiji Tapınağı ve Kasuga Şinto tapınağını gezmenizi öneririm. Todaiji Tapınağı Unesco’nun dünya mirasları listesinde bulunan bir Budist tapınak. Yedinci yüzyılda inşa edilen bu tapınak içindeki 15 metre yüksekliğindeki bronz Buda heykeliyle de meşhur ve Dünya’daki en büyük ahşap tapınak yapısı olma özelliği ile de önemli. Tapınağın bahçesinde Buda’nın Nirvanaya eriştikten sonra ilk öğretisini verdiği hayvan olan geyikler sembolik olarak özgürce dolaşmakta. Yine Kyoto’da Gion Mahallesi’nde şansınız varsa bir yerden bir yere acele acele giden bir Geyşa’ya rastlayabilirsiniz. Gece hayatında erkek müşterilerine dans edip, şarkı söyleyen, onlarla konuşarak dertlerini dinleyen bu kadınlar çok yönlü sanatçılar ve kesinlikle hayat kadınlarından çok ama çok farklı bir mertebedeler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında itibarları bir nebze zedelense de (Bazı Hollywood filmleri de bunda etkili oldu) Japon geleneksel müzik ve dansındaki yerleri tartışılmaz. Geyşaları yabacı turistler genelde sadece kısa, şov amaçlı gösterilerde görebilirler.
Kyoto’dan sonra yolunuz Osaka’ya güneye doğru devam eder. Osaka tam bir liman ve ticaret kenti. Çok güzel bir kalesi var. Kale uzun yıllar boyunca Şogun’lara (Askeri yöneticiler) hizmet etmiş. Modern şehrin bir çok sokağı yürüyüş sokağı ve bu sokaklardan en meşhuru Shinsaibashi . Her daim kalabalık olan bu sokakta lüks mağazalardan güzel pastanelere, Kahraman Maraş dondurmasından Japonların lezzetli olduğu kadar ölümcül de olabilen Fugu balık restoranlarına kadar birçok şeyi bulabilirsiniz. Denizden çıkan neredeyse herşeyi yiyen millet bence Japonlar. Denizi bu kadar çok seven ve denizden çıkan her şeyi tüketen Japonya’nın ekonomik gücünün de sayesinde Osaka’nın dünyaca ünlü bir de akvaryumu var. 5400m3 su kullanılan akvaryumda camlarında kullanılan akrilik cam malzeme 314 ton ağırlığında ve bu dünya üretiminin 1.5 katı!
Japonya’da ne kadar uzun süre kalırsanız o kadar çok şey görme şansınız olur. Vaktiniz olursa Hiroshima’ya ya da Nagasaki’ye de gitmenizi tavsiye ederim. 1890 yılında Japon Denizi’nde batan Ertuğrul Fırkateyn’i için yapılan müze ve anıt ise Kushimoto’da bulunur ve maalesef genel gezi programları içine alınmayacak kadar uzaktır.
Milli sporları Sumo’yu görebilmek çok kolay değil. Yılda altı kere büyük turnuva yapılıyor ve bilet bulmanın çok zor olduğu gibi fiyatlar da oldukça pahalıdır. Sumoda ana amaç; rakibi yere çizili alanın dışına çıkartmak ya da dengesini bozup yere düşürmektir. Son yıllarda yabancı sumocuların başarısı Japonları düşündürmektedir.(Moğol sumocular özellikle son dönemde çok başarılı.)
Kadınların özel kıyafeti Kimono artık eskisi kadar sık sokaklarda görülmüyor. Ancak özel günlerde ve davetlerde Japon kadını hala Kimonu’sunu giyiyor. Çok özel ipek kumaştan yapılan kimonolar bir sanat eseri gibi saklanıyor ve saygı görüyor. Düğünlerinde güzel görünmek isteyen Japon kızları özel kimonları kiralıyorlar. Turistlerse kendilerine ya da hediyelik olarak pamuklu Yukata denen ve kimono olmasa da giyildiğinde güzel görünen pratik Japon elbisesini alırlar. Japonya’da genç nesil ise sokaklarda son modayı sonuna kadar takip ettiklerini giydikleri kıyafet ve takıları ile gösterirler.
Yemek kültürü bizden oldukça farklı olan Japonya’da gene de ağız tadımıza yakın yiyecek şeyler bulabiliriz. Pilav ana öğünün değişmez bir parçasıdır. Ekmek neredeyse hiç tüketilmez. Ama kaldığınız otellerde turistler için kahvaltılarda genelde bulunur. Peynir de çok az bulunur. Tuz ancak isterseniz gelir ve onun yerine soya sosu kullanırlar. Zeytin ancak lüks büfelerde bulunur. Çok şekerli tatlılar, pastalar tüketilmez. Sağlıklı yaşam için tavsiye edilen rafine tuz, rafine un ve rafine şekerden uzak durmayı Japonlar geleneksel beslenmeleri ile doğal olarak uygularlar ve sonuç olarak ortalama hayat süreleri de seksen bir yıldır.
Sushi, özel sirkeli pilav anlamına gelir ve her zaman çiğ balık ile olması gerekmez. Tipik bir sushi restoranında önünüzden sıra sıra geçen tabaklardan beğendiğinizi alır, wasabi denen yeşil ezmeyi (aman ağzınıza tadı nasıl diye atmayın, pişman olursunuz!!!) soya sosunda erittikten sonra sushileri bana bana yersiniz. Yeşil çay her daim hazırdır…
Çok sade ve az yağlı bir mutfak Japon Mutfağı. Deniz ürünleri ağırlıklı. Izgaradan haşlamaya, değişik kızartmalara kadar çeşitli pişirme türleri var. Porsiyonları küçük ve Japonlar gibi çubuklarla yavaş yavaş yediğinizde daha çabuk doyduğunuzu hissediyorsunuz. “Hashi” denen çubukları pilav içine batırıp bırakmamak lazım, bu sadece cenaze törenlerinde yapılan bir şey. Ağzımıza kutsal besinleri almamıza aracı olan Hashi ya da çubuklar da oyuncak değil ve onlara da gerçekten saygı gösteriliyor.
Para birimi Japon Yeni ve son yıllarda USD karşısında değer kazandı. Türkiye’de Japon yeni alabilirsiniz. Japonya’da kaldığınız otellerde ya da banka, döviz bozdurma yerlerinde paranızı bozdurabilirsiniz. Kredi kartı birçok yerde geçer fakat alışverişi yavaşlatır. Kasiyerlerin Türkiye’de olduğu gibi hızlı ve pratik olmadıklarını görecek ve şaşıracaksınız.
Japonya’ya giderken vize almanız gerekmiyor. Havalimanında pasaport kontrolünde pasaportunuza giriş vizesi konuyor ve bir ücret istenmiyor. Ama pasaport polisinin geri gönderme yetkisinin de olduğunu belirteyim.
Elektrik 100volt ve farklı fiş kullanıyorlar. Adaptörü Japonya’da alabilirsiniz. Bir çok otel de müşterilerine adaptör veriyor.
Cep telefonlarınız 3G teknolojisini destekliyorsa çalışacaktır. Havalimanında cep telefonu kiralayabilirsiniz.
Dünyada bu kadar az yeraltı kaynağı ile kuvvetli bir ekonomiyi gerçekleştirmiş
Japon insanını tanımak için Japonya’ya gitmeye değer.