Terzilerin Efendisi “Mehmet Köymen”
Gazetecilikle başlayan mesleki hayatını terziliğe yönlendirerek 22 yılda sanatının zirvesine çıkan, vakıfların yararına koleksiyon hazırlayan ve en son New York’a kadar uzanan sosyal sorumluluk projesiyle Mehmet Köymen….
Mehmet Bey ne kadar zamandır moda tasarımı ile uğraşıyorsunuz? Bugüne dek yaptığınız işlerden biraz söz eder misiniz?
6 yıl gazetecilik yaptıktan sonra içimdeki sese kulak vererek bir anda moda ile uğraşma kararı aldım. Dikişe karşı çocukluğumdan gelen bir tutku vardı. Halamın 1955-1974 yılları arası Beyoğlu’nda atölyesi vardı. O dönemin birçok ünlü simasını giydiriyordu. Çocukluğum o atölyede geçti diyebilirim.1990 yılında gazeteden ayrılarak babama Teşvikiye’de ki ilk atölyemi açtırdım. Tabii gazeteci olmamın getirdiği avantajlarım vardı. Birçok ünlü sanatçıyı tanıyordum. Yüksel Uzel ailemin çok yakın dostuydu. İlk ona siyah üzerinde yılan figürü işli bir tuvalet diktim. O tuvaletin gazetelerde yer alması, “Genç terzi” diye bahsedilmem bana büyük şevk verdi. Yüksel Abla’da çok büyük destek oldu bana, her zaman arkamda çok büyük bir güçtü, bu günkü vizyonumu kazandırdı diyebilirim.İlk başladığım yıllarda modacı tabiri pek fazla kullanılmıyordu. Önümde o dönemin çok ünlü 12 terzisi vardı. Hepsi ile gazetecilik yaptığım yıllardan dostluğum vardı. Bana çok yardımcı oldular, hiç bir zaman inkar edemem ama ben içlerinden birini kendime örnek aldım. O kişi Sn. Yıldırım Mayruk’tu. İlk yıllarımda sağ olsun kendisinin çok desteğini gördüm ve şimdi 22 yıl sonra dönüp arkama baktığımda ne kadar doğru bir ustayı örnek aldığımı görüp kendimle gurur duyuyorum. Tabii daha sonra arkası geldi. Bir sanatçı gidiyor bir sanatçı geliyordu. 13 yıl boyunca tamamıyla sanat camiasıyla çalıştım. Son 8,5 yıldır yaz ve kış sezonunda hazırladığım Couture koleksiyonumu ülkemin en önemli vakıfları yararına sunuyorum. 3 tane ayrı vakıfın da icra kurulunda yer alıyorum.
Kendinizi mesleki anlamda nasıl besliyorsunuz? Tarzınızı ve çizginizi nasıl tanımlarsınız?
Geçen 21 yıl içerisinde hep en iyiyi araştıran hep inceleyen bir göze sahip olmaya çalıştım. Hiç bir zaman “tamam artık ben en iyisiyim” demedim. Her zaman usta-çırak ilişkisine inandım. Önümde benim yaşım kadar yıllarını mesleğine vermiş ustalar varken hep onlardan bir kaç adım geride durmaya özen gösterdim çünkü beni mutlu eden davranış buydu. Artık günümüzde bu saygı çerçevesinde insan görmek özellikle bizim camiamızda çok zor. Kendimi mesleki anlamda daha öncede dediğim gibi çok eski belgeleri, koleksiyonları araştırarak olabildiğince dünyayı izleyip ama olabildiğince kendi belirlediğim çizgimde çalışarak besliyorum. Halam bana hep “Herkesin doğrusundansa kendi yanlışın daha iyidir” derdi. Kendime çizdiğim bir tarzım ve gustom var. 21 yıldır da yanımda yetişen genç insanlara aynı şeyi aşılıyorum. “Her zaman kendi seçtiğiniz kendi belirlediğiniz yolda yürüyün” diye. Çizgim olabildiğince sade, klasik ama dönem tarzını içerisinde son derece klas bir şekilde barındıran bir çizgidir. Tabii beni tercih edenlerde bu tarzı benimseyen kişilerdir. Bu arada hiç bir zaman bu yıl bu renk moda veya bu kup moda diye o rengi o kupu kullanmam çünkü o 6 ay sonra yerini başka renge, başka tarza bırakacak. Fakat benim kıyafetimi müşterim 12 yıl sonra bile giydiğinde herkesten ilk dikildiği günkü iltifatları alabiliyor. İşte beni diğerlerinden ayıranında bu olduğunu tahmin ediyorum. Birçok müşterim zaman zaman hala yıllar önce diktiğim tuvaletleri tayyörleri giyiyorlar. Buda bana çok büyük bir mutluluk veriyor.
Dünyada ve Türkiye’de kendinize örnek aldığınız tasarımcılar var mı?
İlk başladığım yıllarda yabancı moda tasarımcıları arasında Franco Ferre ve Valentino’yu beğenirdim. Biri rahmetli oldu, diğeri modayı bıraktı. Şimdilerde Oscar de la Renta’yı beğeniyorum. Bazen Stephane Rolland’da çok tarz kıyafetler tasarlıyor. Mesela son koleksiyonunu çok beğendim. Türkiye’de de daha önce belirttiğim gibi ilk yıllarımda örnek aldığım, beğendiğim, saygı duyduğum en önemli usta Yıldırım Bey’dir. Vural Gökçaylı’yı da sevgili Fevziye Çameri de çok sever, beğenir büyük saygı duyarım.
New York’taki defilenin temasından söz edebilir misiniz? Defileyi nasıl hazırladınız? Zorlu bir süreç miydi?
New York defilesi yılbaşında planlandı. Aslında biz 2011 İlkbahar-Yaz koleksiyonunu İstanbul’da Grant Hyatt Otel’de Türk Böbrek Vakfı yararına sunmak için hazırlıyorduk. Yılbaşından bir gün önce eski gazeteci arkadaşım Eren Abdullahoğlu, New York’tan yeni yıl dileklerini içeren bir e-mail gönderdi. İnternetten bu yeni koleksiyonumun moda çekimini gördüğünü, çok beğendiğini ve New York’ta da bu koleksiyonu sunmak isteyip istemediğimi sordu. Bende eğer bir vakıf yararına olursa memnuniyetle sunabileceğimi belirttim. Okyanus ötesi ülkede “ne sosyal sorumluluk projesi” diye herkes benimle dalga geçmeye başladı. Ertesi gün bana Washington Eski Büyükelçimiz Onur Bey’in kızı Sn. Begüm Dinlenç’in telefonunu gönderdi. Begüm Hanım’ı aradım. Oda çok değerli, Türkler için çalışan bir insan, beni New York Başkonsolosumuz Mehmet Samsar Beyefendi ve eşi Firuze Hanım’a ulaştırdı. Biz Mehmet Bey’le telefonda bir anda 40 yıllık dost gibi muhabbet etmeye başladık. Zaten kendileri de beni tanıdıklarını ve gerçekleştirdiğim defilelerim hakkında Begüm Hanım aracılığı ile bilgi sahibi olduklarını belirttiler. Bu projenin 40.yılını kutlayan Sermin Özçilingir başkanlığındaki Türk-Amerikan Kadınlar Birliği’nin “ATATÜRK OKULU” yararına sunulacağını bana ilettiler. Dernek Başkanı Sn. Sermin Özçilingir ile 1,5 ay gibi bir sürede projeyi hazırlayıp, önce İstanbul’da Türk Böbrek Vakfı yararına ardından da New York’ta THE MARMARA MANHATTAN HOTEL, K L M (Hollanda Kraliyet Hava Yolları) ve Turkish Culturel Foundation sponsorluğunda koleksiyonumu sundum. Koleksiyonun adını “SULTANS” koyduk. Ancak eski Osmanlı Sultanlarına bir atıf değildi bu isim; Çağdaş, Laik, Atatürk ilkelerine bağlı Türk kadını da bana göre gerçek bir sultandı. Ben onun üzerine basarak belirtmek istedim.
Defiledeki parçalarınızdan bahsetmenizi istesek nasıl tanımlarsınız?
Tabii ki her bir parçanım benim için çok ayrı bir yeri var. Her bir kıyafet el emeği ve göz nuru ile uzun bir süreçte hazırlanıyor. Her biri birbirinin devamı oluyor. Defile sonrası İngiliz Konsolosu Mehmet Bey “Bizi adeta rüya aleminde bir yolculuğa çıkardınız ama tekrar New York’a getirdiniz” dedi.
Modayı yabancı isim ve markalarla özdeşleştiren Türk insanının son dönemlerde Türk modacılarını takip ettiğini görüyoruz. Bu konuda sizin düşünceleriniz neler?
Bizler her zaman daha kaliteli daha otantik, daha biz kokan tasarımlara imza atıyoruz. Türk kadınının ne istediği biliyoruz. Türkiye’de bizlerin fiyatlarının dörtte bir fiyatına dünyanın en önemli markaların kıyafetleri satılıyor. Bizler bu pazarda dikiş dikerek ayakta duruyor, insanlara ekmek kazandırıyorsak demek ki maharetliyiz. Hele bir de Fransa gibi birleşip bir sendika kursak dünyaya bile meydan okuruz çünkü bu işi yapan bütün meslektaşlarım kendi yağları ile kavruluyor. Herkes kendi çabaları ile ayakta kalmayı başarıyor. Kimsenin arkasında yabancı tasarımcılar gibi devlet desteği veya sponsorlar yok.
Markalaşma gibi bir düşünceniz var mı?
Benim markalaşmak gibi düşüncem hiç bir zaman olmadı. Ancak asistanım olsun, mali müşavirim olsun “Mehmet Bey sizin işinizi takip ederken veya fatura keserken hiç bir zaman isminiz telaffuz edilmiyor, hep soyadınız kullanılıyor. Siz isteseniz de istemeseniz de artık markasınız” diyorlar. Dikkat ettim hakikaten herkes “Köymen” diye hitap ediyor. İsmimi söyleyen yok. New York defilesinin finalinde yabancı basın röportaj yapmak için kulise geldi orda da herkes “Köymen” dedi. Bir de Gloria adında orada çok nüfuslu bir dergi patronu ile tanıştım. Ben ve Fatma Yaman ile dergisi için röportaj yaptı. Aynı zamanda benim Amerika ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde menajerliğimi yapmayı teklif etti. Devlet başkanları ve Şeyhlerle röportaj için gittiği ülkelerde hem defile yapmamı hem de koleksiyonumu pazarlamak istiyor. Mayıs’ta da onun davetine gidiyorum.
Genç Modacılar için tavsiyeleriniz neler?
Şu an yanımda iki tane genç arkadaşım var, tüm bilgi birikimimi kendilerine aktarıyorum. Gençlere tavsiyem; hiç bir zaman başarısızlık yaşadıklarında bile yılmamalarıdır. Bu işe mutfağından yani bir terzi yanında, bir atölyede dikiş dikmeyi öğrenerek başlamalarıdır. Dikiş dikmeyi sevmeleri gerekiyor, sevmeden yapılacak bir meslek değil çünkü çok yorucu ve çok yıpratıcı bir meslektir.
2011 yaz modası hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
Uçuk, adı tam konulamayan renkler, organze çiçeklerle, dantellerle adeta çiçek bahçesi gibi kadınlar, bir kelebeği andıran uçacakmış hissi veren mini şifon gece elbiseleri, tabii ki benim için vazgeçilmez siyah tek omuz, dantel aplikeli gece robları ve uzun uzun gece elbiselerinin üzerlerinde kontrasrekte şifon etoller.
Son olarak gelecekteki plan ve projelerinizi MAG okuyucularıyla paylaşabilir misiniz?
Haute Couture’ün yanı sıra hazır giyim yapmam için teklif alıyorum. Çok düşündüm ama bana dikiş dikmek kadar zevkli gelmeyeceğine inanıyorum. Zaten atölye ve defilelerimi, düğün organizasyonlarını yaptığım bir organizasyon şirketim var. Zamanımın çoğunu alıyor. Vakıf çalışmalarım var, bir de yeni bir dernek oluşumunda yer alacağım. Biraz zor gibi görünüyor. Bu arada MAG uzun zamandır takip ettiğim severek okuduğum bir dergi. Geçen sayınızda da benim koleksiyonumu kullanmıştınız. New York’a 10 tane götürdüm birçok yabancı dostum ve gazeteci defile sonrası “after parti”de baktılar, herkes çok beğendi. Şahsınız nezdinde bende sizlere çok teşekkür ediyorum.