Saffet Emre Tonguç
Kırk yıla yakın meslek hayatında dünyanın dört bir yanında iz bırakan gezi rehberi, tarihçi ve seyahat yazarı Saffet Emre Tonguç, yaz rotasını ve seyahat tutkusunu MAG Okurları için anlattı.
Bu yaz keşfetmeyi planladığınız yeni rota neresi? Bu konuda sizi neler heyecanlandırıyor?
Gerek mesleki, gerek şahsi ilgimden dolayı yüz elliye yakın ülkeye seyahat ettim; bin dört yüzden fazla şehir gördüm. Meslek hayatımda kırk yıla yaklaşıyorum. Artık yeni rotalardan çok, bildiğim rotaları yeniden, daha farklı bir gözle keşfedeceğim turlar yapmayı tercih ediyorum. Örneğin; programa bir etkinlik ekleyebildiğimiz destinasyonlar. Geçtiğimiz ay Berlin turumuzda Tarkan konserine katıldık. Yaz sonu da Londra’da, son yıllarda turnesi yok satan Coldplay konserine gideceğiz. Gündüz şehri keşfedip akşamı bir konserle taçlandırmak hem benim hem de misafirlerim için unutulmaz bir deneyim oluyor.
Gece turlarını da çok seviyorum. Bu konuda ilklere imza attım diyebilirim. Gündüzün kalabalıkları dağılıp da o alanlar bize kalınca bence ortam daha büyüleyici oluyor. Gece turlarıma ilk olarak Boğaz’da dolunay gezileriyle başlamıştım. Hâlâ Yerebatan turlarım devam ediyor.
Mayıs ayında düzenlediğimiz Paris turumuzda Versailles Sarayı’nı misafirlerimiz için gece açtırdık. O kadar keyifli oldu ki 2026 için tur tarihimizi ayarladık bile. Sonbaharda da St. Petersburg turum olacak. O zaman da Hermitage Müzesi’ni gece gezme şansımız olacak. Yeni yıl için düzenlediğimiz turda Kahire’de Büyük Mısır Müzesi’ni de gece gezeceğiz.
Bu yaz da en özel rota Tanzanya ve Zanzibar gezisi oldu. Büyük Göç’ün izinde bu eşsiz coğrafyayı yıllar sonra yeniden keşfetmek beni oldukça heyecanlandırıyor. Ben mesleğimle ilgili hiçbir konuda heyecanımı kaybetmedim. İlk günkü heyecanıma yılların deneyimi eklenince de bir marka olmayı başardım sanırım.
Tarihî açıdan sizi en çok etkileyen şehir hangisiydi?
Geçen sene misafirlerimizle yeni yıla girdiğimiz Krakov şehri diyebilirim. Çok hızlıca birkaç bilgi verirsem, neden bu şehri seçtiğimi siz de anlayacaksınız. Krakov ülkenin güneyinde yer alıyor. Polonya’nın en eski ve en büyük üç şehrinden biri. İkinci Dünya Savaşı’nda ülke yerle bir olurken Nazilerin bu şehri bölgesel karargâh olarak kullanmaları nedeniyle yıkımdan kurtulmayı başarmış. Sokaklarında yürürken kendinizi Orta Çağ’a ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Ülkenin bilim, kültür ve sanat merkezi. Bu özelliğini her adımda hissediyorsunuz. Zamanında “Değeri En Bilinmeyen Şehir” de seçilmiş. 2013 yılında UNESCO tarafından “Edebiyat Şehri” kabul edilmiş. Polonya, kültürüyle beni hep etkilemiştir. Ülkenin geçmişinin şahidi olan bu şehri gezerken her adımda tarihi ve sanatı hissediyorsunuz.
Geçmişin izlerini en iyi yansıtan ülke veya şehir sizce neresi?
Geçmişin izlerini en iyi yansıtan ülke sanırım Butan olabilir. Geçen sene yaptığımız turumuz önce Nepal’den başladı. Oranın etkisi üzerimizdeyken Himalaya Dağları arasından yaptığımız zorlu bir uçuşla geldiğimiz Butan, tabiri caizse ağzımızı açık bıraktı. Güney Asya’da Çin ile Hindistan gibi iki dev ülke arasında sıkışan, denize kıyısı olmayan küçücük bir ülke Butan. İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle geçmiş tarih boyunca önemini hep korumuş.
1960’lı yıllara kadar asfalt yol, elektrik, motorlu taşıt, posta, telefon gibi modern dünyaya ait hiçbir altyapısı yokmuş. 1974 yılındaki “gayri safi millî mutluluk” anlayışıyla her şey değişmiş. Yine de televizyon ve internet 1999’dan önce ülkeye girememiş. Şu anda “gayri safi millî mutluluk” ile ilgilenen bir bakanlıkları da bulunuyor. Millî mutluluğa giden yolun toplumsal barıştan, dayanışmadan, çevreyle barışık bir yaşam tarzından, eşit sosyal olanaklarından, her bireyin maddiyat ve maneviyat arasında kurduğu dengeden geçtiğine inanıyorlar. Kültürlerine çok bağlı bir ülke. Geleneksel kıyafetler sadece turistik yerlerde değil, günlük hayatlarında da kullanılıyor. Aşırı mütevazı bir kraliyet ailesi tarafından yönetilen ülkede her şey çok basit. Doğaya çok saygılılar. Ülkede yüzde yetmiş olan ormanlık alan oranını yüzde altmış altına indirmek yasak. Aynı şekilde avlanmak da… O sebeple halkın çoğu vejetaryen. Hep birlikte huzurla yaşıyorlar.
Şehir olarak da Bükreş’i söyleyebilirim. Komünizmin bütün yıkıcı ve tek düzeleştiren etkilerine rağmen kültürlerine tutunmayı başarmış ve küllerinden yeniden doğmuş bir ülke Romanya. Bükreş şu anda eski ve yeniyi o kadar güzel bir araya getirmiş ki Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri hâline geldi. Aslında kültür ne kadar köklüyse yaşamaya devam ediyor. Yeter ki sosyal bağlar, güncel tehditlerle yok olmasın.
“Buraya tekrar gelmeden bu hayat tam olmaz” dediğiniz bir yer var mı?
Bu listenin başına her zaman İstanbul’u ve Türkiye’yi koyarım. Dünyayı gezip yine yolumun bu şehre dönüyor olması benim en büyük şansım. Boğaz’da bir yürüyüş, Adalar’da bir akşam yemeği, Pera’dan Tarihi Yarımada’yı seyretmek… Bunların dünyada bir arada olduğu bir eşi yok… Ondan sonra, doktoramı yaptığım Viyana’yı sayabilirim. Sanırım yaşadığım şehirler benim için hep daha özel. Viyana aristokrasiyi, sanatı, tarihi bir arada yaşayabildiğiniz bir şehir… Son yıllarda favorim olan Güney Afrika ve baharda sakura zamanı mutlaka tur düzenlediğim Japonya da listeme girer. Bir de dünyanın bir diğer köşesinden Sydney’i de söylemek isterim. Sanırım İstanbul’dan başka yaşayabileceğim sayılı yerlerden biridir Sydney. Bambaşka bir coğrafya olsa da kendimi evimde hissediyorum orada.
Türkiye’de ve dünyada en sevdiğiniz tatil yerleri nereler?
Turlarımdan çok keyif alsam da orada ev sahibiyim. Bütün misafirlerin sorumluluğunu hissediyorum. Keyifle yapıyorum ama bu da oldukça yorucu bir şey. Benim için tatil, canımın istediği yere gidebilmek. Özellikle şuraya veya buraya gideyim diye bir derdim hiç yok. Sevdiğim bir arkadaşımın daveti yeterli benim için; veya o dönem nereye gitmek istiyorsam…
Özellikle Türkiye’de yeni tesisleri keşfetmeyi seviyorum. 2020 yılında pandemi zamanı yazdığım “Butik Oteller” kitabı sayesinde birçok işletme ile tanışma, ülkede turizm için nasıl adımlar atıldığını sahada izleme şansım oldu. O zamandan beri, yazın mutlaka daha önceden beğendiğim veya önerilen tesislere zaman ayırmaya çalışıyorum. Aslında dinlenirken bile çalışmaya devam ediyorum. Konfüçyüs’ün “Sevdiğin işi yaparsan ömür boyu çalışmazsın.” sözü benim için en doğru tanım sanırım.
Gezi rotanızı seçerken sizi en çok hangisi heyecanlandırıyor: Gastronomi keşfi mi, tarihi mi, eğlencesi mi?
Beni en çok heyecanlandıran keşfetmek. Yeni lezzetleri, dünya tarihini, insanlarla keyifle vakit geçirebileceğim her yeri keşfetmeyi seviyorum. Benim için dünya kocaman bir keşif alanı. Yerler aynı kalsa da insanlar değişiyor. Yeni ile eski sentezleniyor. Tabii ki dayanağım her zaman tarih. Bir yerin hikâyesini keşfetmek belki de aradığım. O yüzden hiç yorulmuyorum. Geziyorum, öğreniyorum ve anlatıyorum. Şartlarım elverdiği sürece bu şekilde yaşamaya devam edeceğim, çünkü dinleyecek ve anlatacak daha çok hikâye var!