Lüksemburg Büyükelçisi Georges Faber Ve Eşi Barbara Faber-Mohr
Bu ayki röportaj konuklarımız Türk ve Lüksemburg halklarını yakınlaştırmak için yaratıcı adımlar atan Lüksemburg Büyük Dukalığı’nın Türkiye’deki başarılı Büyükelçisi Georges Faber ve ülkemizde yeni dostlar edinmekte son derece başarılı zarif eşi Barbara Faber-Mohr…
Rezidansa gittiğimde aralarındaki renk uyumuna dikkat ederek son derece şık hazırlanmış olan Büyükelçi Georges Faber ve Barbara Faber-Mohr çifti beni kapıda nezaketle karşıladılar. Fotoğraf çekimleri boyunca gösterdikleri titizlik onların disiplinli ve özenli taraflarını bir kere daha ortaya koyuyordu. Sohbetimiz esnasında anladım ki; iki yıldır Türkiye’de bulunan Büyükelçi ve eşi ülkemize çok kolay adapte olmakla birlikte tüm ilgi alanları, yaptıkları sporlar ve edindikleri arkadaşlarla adeta kendi ülkelerindeki gibi mutlu oldukları bir düzen kurmayı başarmışlar. Büyükelçi bir pilot olarak Türkiye’de de düzenli olarak uçmayı sürdürürken, eşi de başarılı bir tenis oyuncusu olarak ülkemizde tenis turnuvalarına katılıyor ve spor yaşamını devam ettiriyor. İlk bakışta sıcakkanlı tavırlarıyla dikkat çeken çiftin Türkiye’de birçok yeni arkadaş edinmesine şaşırmamak gerek. Barbara Faber-Mohr büyük bir nezaket gösterek rezidanstan ayrılacağım sırada Lüksemburg Büyük Dükalığı armalı çok güzel bir porselen tabak hediye etti. Hediyesi kadar bu nazik davranışı da benim için çok değerliydi.
2016 yılında Türkiye’de görevinize başladığınızdan bu yana ülkemizde yaşama deneyiminizden bahseder misiniz?
Georges Faber: Eşim ve ben iki yıldan fazla süredir Türkiye’de bulunuyoruz. Burada zaman adeta uçuyor; her şey hızlı ve birçok şey aynı anda oluyor. Bu nedenle, Türkiye’de yaşamak ve çalışmak, sizi bir dizi farklı deneyim ve izlenime maruz bırakıyor. Bu anlamda, Türkiye’de bir diplomat olarak çalışmak ve burada bir aile olarak yaşamak hem ilginç hem de büyüleyici. Her zaman kolay olmasa da… Örneğin; trafiğin üstesinden gelmek oldukça zor olabiliyor. Ayrıca Türkiye büyük bir ülke, birçok bölgesel ve yerel farklılık var. Ülke ve halkını iyi anlayabilmeniz zaman alıyor. Gelenekler ve görenekler ülke çapında farklılık gösterse de, nereye gidersek gidelim, Türk halkı son derece açık, misafirperver ve konuksever. Daha önce kısa sürede bu kadar çok yeni arkadaş edinmemiştik. Bu yüzden Türkiye’de geçirdiğimiz zamandan çok hoşnutuz.
Sizce Türkiye’nin öne çıkan güzellikleri nelerdir?
Georges Faber: O kadar çok ki hangisi ile başlayacağımı gerçekten bilemiyorum. Tarihe çok fazla ilgi duyduğum için, ülke geneline yayılmış olan, çok iyi korunmuş arkeolojik ve tarihi alanların sayısından bahsederek başlamak istiyorum. Bazıları şimdiye kadar gördüğüm en önemli alanlar arasında yer alıyor. Tabii ki İstanbul da var… Kendi içinde bir güzellik! Türkiye sınırları içindeki özel gezilerimizde, ülkenizin kültürel zenginliği ve çeşitliliğine sürekli olarak hayran kalıyoruz. Hiç hayal kırıklığına uğramadık. Yakın zamanda Mardin’de bulunduk ve orası bizim favorilerimizden biri haline geldi. Bu bağlamda, Anadolu’nun her zaman, her bir yönden göç eden ya da fetheden çok sayıda kavim ve insan için bir kavşak ve karışım potası olduğunu unutmayalım. Bu, Türkiye’nin tarih öncesi ve tarihi mekanlarını, insanlık tarihine sonsuza dek tanıklık eder konuma getiriyor. Türkiye’nin tabiatının, Ege Denizi’nden, Kapadokya’dan doğudaki sıradağlara, Karadeniz kıyılarından Mezopotamya Ovası’na ve Akdeniz sahillerine kadar güzelliğini ve çeşitliliğini de belirtmek isterim. Türkiye’de, büyük tabiat güzellikleri açısından, hepsine sahip olduğunuzu düşünüyorum.
Ülkenizin hangi özelliklerinin dünyada daha iyi tanınmasını isterdiniz?
Georges Faber: Lüksemburg küçük bir ülke; 90 kilometre uzunluğunda ve 50 kilometre genişliğinde. Bu benim ülkemi Türkiye’de Van Gölü’nden % 30 daha küçük, Malta’dan 8 kat daha büyük kılıyor. Ne yazık ki, çoğu insan Lüksemburg’u sadece bir bankacılık merkezi olarak tanıyor, ancak bundan çok daha fazlası var. Avrupa Birliği’nin kalbinde, çok kültürlü, farklı ve açık bir ülke olan Lüksemburg’un sakinlerinin yaklaşık yarısı yabancıdır. Bu, ülkemin çeşitliliğini ve dünyaya açıklığını büyük ölçüde açıklıyor. Ayrıca Lüksemburg bir şehir devleti değildir. Aksine, ülkemin üçte ikisi ağaçlık ve yeşil alanlardan oluşur. Ekonomik açıdan, Lüksemburg gerçekten de rekabetçi bir uluslararası finans merkezidir. Bununla birlikte, güçlü bir sanayi temeli ve iyi gelişmiş bir tarım sektörü ile çeşitlendirilmiş bir ekonomiye sahiptir. Örneğin Lüksemburg’un çelik ürünleri benzersiz kalitesiyle bilinir ve küresel ölçekte ihraç edilir. Lüksemburg ayrıca hava taşımacılığı için kıtalararası bir merkeze ve çok yönlü taşımacılık için önemli bir Avrupa merkezine dönüşmüştür. Telekom sektörü de dünya çapında üne sahiptir. Örneğin; yerel bir Lüksemburg şirketi olan SES, küresel ölçekte güvenli uydu ve yer iletişimi çözümleri sağlayan 50’den fazla uydudan oluşan bir filoyu yönetmektedir. Lüksemburg; kültür ve sanatı, çok kültürlü karakterinin gerçek bir yansımasıdır. Üzüm bağları ve bira fabrikalarımız, et ve peynir imalatçılarımız sayesinde, bir dizi eşsiz ve cazip lezzet keşfetmek mümkündür. Lüksemburg, en fazla sayıda Michelin yıldızlı restorana sahip ülkelerden biridir. Lüksemburg’un el değmemiş manzaralarının keyfini çıkarmak, pitoresk köyleri, gizemli kalıntıları ve kaya oluşumlarını, menderesli akarsuları ve renkli bitki örtüsünü keşfetmek demektir. Sportif tatil meraklıları, Lüksemburg’da gerçekleştirilecek çok sayıda aktivite sayesinde son derece keyifli bir zaman geçirebilirler. Türk vatandaşlarını, ülkemi keşfetmek için Türk Hava Yolları’nın sunduğu İstanbul çıkışlı doğrudan uçuşlardan yararlanmaya kesinlikle davet ediyorum. Seçimlerinden pişman olmayacaklarına inanıyorum.
Avrupa’nın kalbinde yer alan Lüksemburg, dünya ticareti için bir pazar olarak ne tür fırsatlar sunuyor?
Georges Faber: Lüksemburg’un, 500 milyondan fazla tüketiciye ait büyük bir piyasa olan Avrupa Birliği’nin kalbinde yer alması, ülkemin sunduğu başlıca avantajlardan biridir. Avrupa Birliği’nin GSYİH’nın (Gayri Safi Yurt İçi Hasılatı) %60’ına Lüksemburg’un 700 kilometrelik yarıçapı içinde ulaşılabilir. Merkezi konumu ve Lüksemburg’un açık ve öncelikli olarak ihracata yönelik bir ekonomisi olduğu gerçeği, onu hem ürünlere hem de hizmetlere yönelik AB pazarlarına erişmek için ideal bir geçit haline getirmektedir. Faaliyetlerinizi Lüksemburg’a dayandırmayı seçtiyseniz, pazarınız Lüksemburg’dan çok Avrupa, hatta dünya pazarıdır. Lüksemburg’un istikrarının yanı sıra inovasyon ruhu, orada başarılı bir iş yürütmek için temel faktörlerdir. Yetkililere kolay erişim ve onların piyasadaki gelişmelere karşı yaklaşımları, daha karmaşık ve küreselleşmiş bir dünyada, Lüksemburg’un diğer önemli değerleridir.
Lüksemburg, ülkemize yatırım yapan ülkeler arasında 5. sırada yer almaktadır. İkili ticaret ilişkisinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Georges Faber: Lüksemburg, her zaman Türkiye’nin en büyük 10 yabancı yatırımcısı arasında yer almıştır. Bunun nedeni Lüksemburg’un nasıl bir uluslararası finansal hizmet merkezi olduğunun bilinmesidir. Çok sayıda yatırımcı, uluslararası yatırımlarını en verimli şekilde yapılandırmak için uzmanlığımızı kullanır. Lüksemburg ayrıca Euro bölgesinde dünyanın en büyük özel bankacılık merkezi ve dünyanın en büyük ikinci yatırım fonu merkezidir.
Yılda 200 milyon dolardan az olan Türkiye ile ikili ticaret hacmi oldukça küçük ve kesinlikle potansiyelinin gerisinde kalmış durumdadır. Ancak önemli bir büyüme potansiyeli gördüğüm bazı sektörler var. Bu, örneğin lojistik için geçerlidir. Halihazırda, Türkiye’nin İstanbul, İzmir ve Mersin limanları, Trieste ve Lüksemburg üzerinden Avrupa pazarına hızlı erişim sağlamaktadır. Lüksemburg, Avrupa’nın en büyük nakliye havalimanlarından biri olduğu için bugünlerde hava taşımacılığı sektöründe de iş birliği fırsatları için araştırma yapıyorum. Halen hiçbir Türk bankası Avrupa’daki faaliyetlerini Lüksemburg üzerinden yürütmemektedir. 138 uluslararası bankanın şu anda orada aktif olduğunu düşünürseniz bu biraz şaşırtıcıdır. Uydu iletişimi, internet hizmetleri ve dijitalleşme, ortak çalışabileceğimiz diğer alanlar olabilir. Son zamanlarda, önemli sayıda ülke, SpaceResources.lu üzerinden Lüksemburg ile iş birliği yapmaya ilgi gösterdi. Lüksemburg’un bu en yeni girişiminin hedefi, yeni bir ekosistemin geliştirilmesidir; kaynakların, yetkinliklerin ve iş faaliyetlerinin altyapısının yükseltilmesidir. Bu da etkileşim yoluyla insanlığın yararına olacak huzurlu bir araştırma ortamına ve uzay kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına odaklanarak, ekonomik değer yaratarak mümkündür.
Son zamanlarda Avrupa’nın diğer ülkelerinden Lüksemburg’da yaşama talebi artıyor. Bunun nedenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Georges Faber: Lüksemburg’un nüfusu son yıllarda hızla büyüyor. 2000 ile 2018 yılları arasında nüfusumuz %40 artmıştır ve bunda göçün etkisi büyüktür. Bunun arkasındaki temel sebep, ekonomik büyüme ve başarıdır, bu da yetenekli profesyoneller için artan talebe yol açar. Ayrıca, Lüksemburg yaşamak için güvenli bir yer ve çok dilli bir eğitim sistemi sunmaktadır. Son olarak da, yaşam kalitesi açısından dünyanın en iyileri arasında yer almaktadır.
Pilot olduğunuzu biliyoruz. Türkiye’de uçmak için bir fırsat buldunuz mu?
Georges Faber: İyi bir arkadaşım ve çok deneyimli bir Türk pilotu olan Erdoğan Menekşe sayesinde, çoğunlukla Esenboğa dışında, Türkiye’de düzenli olarak uçabiliyorum. Örneğin; eşimle Kapadokya’ya uçuyorum. Ayrıca Sivrihisar’a yakın güzel bir özel havaalanında düzenli olarak uçuş pratikleri yapıyorum. Orada Ali İsmet Öztürk ve kızı Semin ile tanışmak büyük zevk oldu benim için. Her ikisi de dünyaca ünlü akrobasi pilotları ve Türkiye’nin en iyileri arasında yer alıyorlar. Yakın zamanda AB özel pilot lisansımı bir Türk pilot lisansına dönüştürebildiğim için gelecekte Türkiye’de daha çok uçabileceğim. Gelecek baharda Ege ve Karadeniz kıyı bölgelerini keşfetmeyi çok istiyorum.
Türkiye’de görevli olduğunuz süre içinde gerçekleştirmek istediğiniz hedefleriniz nelerdir?
Georges Faber: Ana hedefim; Türk halkı ile Lüksemburg halkını daha da yakınlaştırmak. İnsandan insana iletişimi başarılı bir şekilde artırıyorsanız, karşılıklı olarak faydalı iş fırsatlarından yararlanmak veya kültürel değişim programlarını teşvik etmek gibi başka alanlarda da başarılı olursunuz. Lüksemburg’un kültürel sahnesinin Ankara’da daha iyi tanınması için Lüksemburg Büyükelçiliği, Lüksemburglu sanatçı ve müzisyenlerin yer aldığı iki yıllık bir kültürel program başlattı. Ayrıca önümüzdeki yıllarda Türkiye ve Avrupa Birliği’nin yeniden birbirine yaklaşmaya başlayacağını umuyorum. Lüksemburg, Türkiye’nin AB üyelik hedeflerine her zaman destek olmuştur. Yine de, şu anda ayrı yerlere doğru sürüklendiğimiz izlenimine sahibim. Diğer tarafta, bizi birleştiren çok şey var. İlişkimizi düzeltmek ve tekrar yoluna koymak için geçerli başka alternatif bulunmamakta. O zaman üzerinde çalışalım.
Röportajın bu kısmında Sayın Büyükelçi’nin eşi Barbara Faber-Mohr da kendisine yönelttiğim soruları büyük bir nezaket göstererek yanıtladı. Kendisiyle sporcu kimliğinden, Ankara’daki günlük yaşamından ve alışkanlıklarından bahsettik.
Sizin sporcu kimliğinizi ve tenis oynadığınızı biliyoruz. Ankara’da ne sıklıkla tenis oynama fırsatı buluyorsunuz?
Barbara Faber-Mohr: Sporu çok seviyorum. Normalde haftada iki kez tenis oynuyorum; Ankara Tenis Kulübü’nde ya da Bilkent’te Sports International’da. Ayrıca, başta Antalya veya İstanbul olmak üzere, Türkiye’de düzenlenen uluslararası tenis turnuvalarına da düzenli olarak katılıyorum. Ancak, bu sadece topa vurmakla ilgili değil. Türk katılımcıları tanımak ve her şeyden önce yeni arkadaşlar edinmekle ilgili bir şey. Bu arada aynı şey, hobilerimizden biri olan golf için de geçerli. Genel olarak spor, özellikle de tenis, kocam ve benim için iletişim kurmak, arkadaş edinmek, ev sahibi ülkemizi daha iyi tanımak ve nihayetinde kendi yolumuzu bulmak için harika bir yol.
Ankara’da bulunduğunuz süre içerisinde nasıl bir günlük rutin oluşturdunuz?
Barbara Faber-Mohr: İlk olarak, ev sahipliğimizdeki tüm resmi etkinlikeri, yani ev sahibi olduğumuz tüm resepsiyonları, öğle yemekleri ve akşam yemeklerini organize etmekle görevliyim. Bu faaliyetler, menü seçimi, çiçek süslemeleri, sofra düzeni gibi işleri içeriyor. Bu işlerle uğraşmadığım günlerde, kahvaltıdan sonra genellikle güne rezidansın spor salonunda başlar ya da fitness dersine katılmak için Bilkent’e giderim. Dediğim gibi, fiziksel aktivitenin ötesinde; diğer büyükelçi eşleriyle bir araya gelmek ya da Türk arkadaşlarımla Sports International’da buluşmak için harika bir fırsat. Bu benim için çok önemli!
DMEDD (Dışişleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği) tarafından verilen Türkçe derslerine katılmanın dışında, SHOM (Misyon Başkanı Eşleri) tarafından düzenlenen sayısız etkinliğe katılıyorum. Ayda bir kez, tüm eşler büyükelçiliklerden birinde sabah kahvesi için buluşurlar. Ankara’da temsil edilen ülkelerin düzenlediği sayısız yemek sunumuna katılmayı da seviyorum. Bu ay, Lüksemburg mutfağından lezzetler sunan bir yemek atölyesine ev sahipliği yapacağım. Gelecek hafta, bir AB öğle yemeğinde konuklarımızı evimizde ağırlayacağım. Son olarak, yemek yapmayı çok seviyorum. Taze sebzeler, meyveler ve otlardan oluşan alışveriş listemdekileri almak için yakın çevremizdeki pazarlara düzenli olarak gidiyorum. Eşimle resmi görevlere katıldığım akşamlar hariç, aslında her akşam kendim yemek pişiriyorum. Açık fikirli bir insansa, bir büyükelçi eşinin hayatı Ankara’da asla sıkıcı olmaz.