Gazeteci, Yazar, Programcı, Yapımcı Bir Kadın Elif Dağdeviren
Medya sektöründe genç yaşta edindiği kariyeri ve birçok başarılı proje ile isminden sıkça söz ettiren gazeteci, yazar, programcı, yapımcı Elif Dağdeviren ile Ankara’yı, medyayı ve yeni projelerini gerçekleştirdiğimiz samimi röportajımızda konuştuk
Elif Dağdeviren kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
16 Ağustos 1967 Ankara doğumluyum. TED Ankara Koleji’nden sonra Hacettepe Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi İşletme Bölümü’nden mezun oldum. Beni ben yapan, hayatımda Ankara ve İstanbul kadar yer tutan iki şehir daha var: Bodrum ve Antalya… Hayatımın bir kısmı Ankara’da bir kısmı İstanbul’da geçti ama neredeyse tamamı Bodrum’da geçti diyebilirim. Küçüklüğümden beri her yaz oradayız…
Ailemden bahsetmek gerekirse beni çok özgür ve özgüvenli bir çocuk olarak yetiştirdiler. Öğrenme ve oynama hedefli bir çocukluğum oldu. Merak etmeyi ve öğrendikçe güçlenmeyi öğrettiler. Şimdi söylediğim en önemli şey “Benim başıma hiçbir şey gelemez. Çünkü benden alabilecekleri en kıymetli şey benim zaten, ölmem lazım onu almaları için” para, iş, eş hepsi gidiyor geliyor ama ben duruyorum.
Muhabir, genel yayın yönetmeni, gazeteci ve programcı… Kadınlar için zor olan bir mecra mı medya sektörü?
Benim açımdan böyle bir zorluk olmadı açıkçası. O konuda da şanslı olduğumu düşünüyorum. Babam Yılmaz Dağdeviren, TRT tek kanalken televizyonun başkanı olduğu için insanların çoğu çocukluğumdan beri tanıdığım insanlardı. Dolayısıyla medya sektörüne bir kadın olarak girmekten ziyade birinin kızı olarak girmekten kaynaklanan daha büyük zorluklar yaşadım. Aileniz sizi kimlik sahibi olmak için eğitirken, o kimliğin sadece onlara bağlanıyor olması bir çelişki yaratıyor. Sırf bu yüzden İstanbul’a ilk geldiğimde kendimin değil ilk eşimin soyadını kullandım… Birçok çevreye göre baba, koca emrinde olmayan insanlar gibi gözüksek de, buraya gelmek için de o zincirden çıkabilmiş olmak gerekiyor zaten. Dolayısıyla ya evli olmak ya da erkek dili ile konuşmak bir nevi korunma idi. Çok küçük yaşta evlenmiş olduğum için böyle bir korumam olmuş. Şimdi görüyorum tabii bunları… Dolayısıyla ben medyanın zorluklarını bu çerçeveden bakınca çok az yaşadım. Ama benim de kendime göre yaşadığım zorluklar vardı… Aldığım maaş, yaptığım başarılar, sahip olduğum veya olmadığım her şey hep bir erkeğe bağlandı. “Babasının yüzünden”, “Kocasının yüzünden”,”Patronunun yüzünden”… Bunlar insanın onurunu zedeleyen şeyler. Nice yetenekli arkadaşım bu sebeplerden mesleği bıraktılar. Bana gelince, öldürmeyen Allah güçlendiriyor diyelim.
Kariyerinizde zirvede olduğunuzu düşünüyor musunuz? Başarınızın sırrı nedir?
Kariyerimde zirvede olduğumu düşünmüyorum… Belki başarı tepeleri… Örneğin Cosmopolitan’ın çok genç yaşta genel yayın yönetmeni olmuş olmam… O yaşta işe balıklama girmemin sanırım cahil cüretiyle alakası var. Babam ve annemin bana aşılamış olduğu özgüven, biraz da nereye düştüğümü bilmemenin vermiş olduğu cehaletle birleşti sanırım. Ve dışarıdan girmiş olmam farklı bir bakış açısı getirebildi dergiye… Zannediyorum ki hayatta her ne kadar başarım varsa, en büyük sebebi hep şablonların dışında düşünmem ve öyle hareket edebilecek cesaretimin olması… Aktüel döneminde öğrendiklerim çok fazlaydı, Cosmopolitan’a ise dergi okuyucusu olarak baktım, ben olsam ne okumak isterdim diyerek değerlendirdim. Çalıştığım her alanda kendimi hep mesleki kirlenmenin dışında tuttum. Mesleki kirlenmenin içine düştüğünüz vakit diğerleri gibi olma ihtimaliniz yüksek. Şartlı refleks haline gelen bir durum mesleki kirlenme. Ama tüm seçenekler içerisinde en iyi olmayı tercih etmeniz lazım. Bir işte uzun süre kalmadan başka bir alanda da tecrübe edinmek, farklı bakabilmek önemli bir kazanımmış.
Hırslarınız var mı?
İki sene öncesine kadar hiçbir hırsım yoktu. Hatta geçen seneye kadar… Bu, ailemin ve yakın çevremin en büyük şikayetidir benimle ilgili. Fakat şimdi başka bir hırsım var. Sanırım bu biraz yaşla ilgili. Babamın yaşlılığında, hayatın ona çok nankörlük ettiğini gözlemledim. O da çok hırsı olmayan, çok yetenekli bir adamdı. Ben kendi yaşlılığımda bunu yaşamak istemiyorum. Dolayısıyla önlemler almak için farklı hırsları devreye sokmak gerekiyor. Pozitif hırslar bahsettiğim… Negatif hırsa kapılmak için çok tembel ve hayatın keyiflerine fazlaca düşkün biriyim.
Aynı zamanda Türkiye’nin ilk internet portalının kurucusu ünvanına sahipiniz. Yenilikleri insanlarla buluşturmak doğanızda var diyebilir miyiz?
Netbul’nun doğuş süreci Amerika’da yaşadığım süre zarfından geliyor aslında. Hürriyet’e röportajlar yapıyordum. Gönderdiğim röportajlar veya yazılar faksla geliyordu, burada biri onları bilgisayara giriyordu, sonra baskıya gidiyordu. Baskıya giderken yaşattığı zaman kaybının yanı sıra yanlış giriliyordu. Türkçe hassasiyeti olan biriyim. Kuzenim Amerika’da çok önemli internet dahilerinden denebilecek bir isim. O bana Hürriyet’in interneti olup olmadığını sorunca ben var olduğunu öğrendim. Peki biz neden bunu kullanmıyoruz dedim. Döndükten sonra çok ciddi bir kaza geçirdim. 7-8 ay kadar yatmak zorunda kaldım. O süre zarfında kullanması kolay bir portal oluşturmayı kendime misyon edinerek, Türkçe ne yapabilirim derdine düştüm. İyileştiğim zaman bu işin teknolojik tarafını bilen bir arkadaşım ile ortaklık yaptık, tek eksiğimiz paraydı. Yedi ay sonunda Türkiye’den önce Amerika’da bizi keşfettiler. Türkiye’de bu işi yapmak isteyen firmalar ile iletişime geçtik ve Netbul bir marka oldu bir buçuk yıl içerisinde… İlktik ama ben artık bu yaşta söylüyorum ki; ilk değil en olmak önemli bu hayatta… Evet ilktik ama devamını getirebilmekti önemli olan. Bazen başarısızlıklar ve hatalar başarıyı getirir ama keşke o dönem o satışı yapmasaydım veya o koşullarla yapmasaydım diye kendi kendime söylendim çok kez. Sonra kurduğum Hermes Film’de de yine hastanedeyken girmememiz gerektiğini düşündüğüm bir filme onay verdim. O filme girişimiz şirketin sonuna neden oldu. Filmde hiçbir yerde adım geçmemesine rağmen sonuç olarak benim şirketimin yaptığı bir film oldu. Ama o şirket bitmeseydi ben bugün tek başıma bir şirket sahibi olamayacaktım.
Güçlü ve enerjik bir karakteriniz var. Sizi üzen yıpratan gelişmelere karşı kendinizi nasıl korursunuz?
Çok güçlü bir manevi aidiyetim var. Başıma ne geliyorsa çok sevilen bir kul olduğum için geliyor. Bütün geçmişim bana bunu gösterdi. Bir tek, keşke bebeğimi kaybetmeseydim. Bunun içindeki hayır nedir bilinmez ama her şerden bir hayır doğduğuna inanıyorum. Bebeğimi kaybettikten sonra tek bir hayat yerine birçok hayata değmek gibi bir içgüdü gelişti bende. Hem çocuk hem gençlerle ilgili bambaşka bir sosyal sorumluluk; hayatlarına dokunan bir sihirli değnek olma arzusu… Ölümden korkmuyorum, onun haricinde başıma gelebilecek hiçbir şey zaten kalıcı değil, birine muhtaç olma durumunun dışında elbette. Bu bilinç sanırım bana en büyük gücü veren etken. Bütün acılara dayanmanın tek yolu bu “Bugün düşersiniz yarın kalkarsınız”
Yapımcılık serüveninizden bahseder misiniz?
Çok erken başladı aslında… Benim ilk hedefim gazetecilik falan değil yapımcı olmaktı. İzlenilenin ötesinde arka planında, mutfağında olmak… Sinema çocukluğumdan beri ulaşmak istediğim ilk yerdi. Küçükken babamın ofisinde yani TRT’de sürekli film izlerdim. Bendeki arzuyu yaratan en büyük faktörlerden biri o. Küçüklüğümden beri hep oyuncu olmam için ısrar ettiler. Ama beni en çok etkileyen gözükenin değil de onu ortaya koyanın bir parçası olmaktı. Bu beni hep daha çok heyecanlandırdı. Yazmak kısmı da beni çok heyecanlandırıyordu. İlkokul mezuniyet hediyem bir daktiloydu. Babam beni hep Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Ercan Arıklı, Türker İnanoğlu, Sinan Çetin gibi dostları ile bir araya getirdi. Bilerek ya da bilmeyerek geleceğimi şekillendireceğini düşündüğüm çevrelere soktu beni. Medya ve sinema sektörü diğer sektörlere oranla daha kanlı bir sektör. Bu sebeple o çevreye daha korunaklı ve bilgili girmiş oldum. Dolayısıyla yapımcılığın ne olduğunu daha o yaştan öğrendim. Yönetmen işin peygamberiyse yapımcı da Allah’ı aslında. Ben yatırımcı yapımcı değil yaratıcı yapımcı tarafındayım. Bu çok daha heyecan verici.
Çok etkin ve koşturmacalı bir meslek hayatınız var. Kendinize ayırdığınız zamanlarda yaratıcılığınızı nasıl besliyorsunuz?
Öncelikle kocamla… Bir motosikleti var; Anadolu’nun çoğunu gezdik onunla. Yazıyorum… Bir kitap hazırlığı içerisindeyim. Bir de Mevlana Celalettin Rumi bu aralar bütün vaktimi kaplıyor diyebilirim. Sürpriz bir proje geliştiriyorum ve bu benim için büyük bir keyif haline geldi. On yıldır üzerine çalışıyoruz ama bu aralar daha çok ağırlık verdiğimiz bir konu…
Medyanın her alanına dokunan bir isim olarak geleneksel medyayı ve internet medyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal Medya ve geleneksel medya savaşamaz. İşin doğasını bilen geleneksel medya zayıf düşmez. Sürekli bunu anlatıyorum ama geleneksel medya camiasında da bu tarz bir düşünce var maalesef. Amerika’da güçsüzleşmiyor neden? Çünkü esas olan içerik ve o da ortada duruyor. Önemli olan onu yaratabilmek, aktarabilmek. Diğer bir tarafta da ulaşması gereken insanlar var. Bunu buluşturacak aracılar var; radyo, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, gazete, kağıt gibi… Bunların hepsi aynı hizmeti veriyor, hepsi ortak bir platform. Yeni gelen nesilde de şöyle bir red hali var; “Dijital platform var, kağıda ne gerek var” Oysa ki gazete sadece kağıt değil, gazetenin arkasında çalışanlar var… Senin nereden ulaştığının bir önemi yok. Ulaşılacak şey aynı, sadece mecralar farklı… “Sadece sosyal medyada ya da geleneksel medyadaki varlığım bana yeter” derseniz bir anda kaybolursunuz. İkisinin muhakkak birliktelik içerisinde olması gerekiyor…
Aşka gelecek olursak… Elif Dağdeviren için aşkın tarifi nedir?
Her aşkın tanımı birbirinden farklıdır. Herkes birbirinden farklı ama özde biri sizi alıp başka dünyaya götürüyorsa, sonra o dünyadan geri gelip düştüğünüzde yaralanmayacağınızı biliyorsanız daha güzel bir aşk. Genç aşık bunu düşünmüyor. Ben çok düştüm o dünyadan aşağı, çok yaralandım… O da keyifli… Orada kendini güvende hissetmeyle, “düşersem onun yüzünden olması gerekmiyor, canım acımayacak o beni koruyacak, ya da onu koruyacağım o da düşebilir” aidiyetle alakalı bir durum. Bunu da eşim sayesinde öğrendim…
Ankara’yı bir de sizden dinlesek bize nasıl anlatırsınız? Gençliğiniz burada geçti. Sizin için özel yerler nelerdir?
Canım Ankaram… Çankaya, Cinnah…Ama bir anda değişti Ankara. Benim için Ankara; yeşil demek, böcek demek, yağmur demek, belime kadar kar demek, taze domates demek… Şimdi Ankara’da olup, büyüyen çocukların göremediği her şey demek. Beni en çok üzen bu Ankara’ya her geldiğimde… Paris hala eski Paris… Benim çocukluğumu kim elimden aldı hangi ara aldı, onu bilmiyorum. Burada büyümüş olmak en büyük şanslarımdan birisi. Çankaya’da doğup büyümek bana her dünyayı aynı anda tanıma fırsatı sundu. İlkokulda protokol sofrasında nasıl davranmam gerektiğini öğrendiğim, büyükelçilikleri nedeniyle dünyayı tanıma şansımın olduğu bir Ankara idi burası. Ama aynı zamanda bir tarafta toprakta koşabileceğiniz bir köy ortamı da vardı. Küçüklüğümün Ankarası benim için hala çok özel bir yerde.
Yeni projelerde ekranlarda sizi görecek miyiz?
Vaktim yok aslında. Herkesin hayali ve isteği bu yönde olduğu için insanlarda şaşkınlık yaratıyor benim zaman bulamama durumum. Ama bu uzun soluklu olması gereken bir iş, hele günlük olarak yapmam mümkün değil. Haftalık belki… Gerçekten sabit durabiliyor olmanız lazım. Ama yapmak istiyorum, bu anlamda sosyal medyadan aldığım tepkiler de güzel.
EDGE’den bahseder misiniz?
Ben aslında ismini EDGE koymak istiyordum. “Her şeyde bir EDGE buluruz” fikri ile yola çıkarak… Ama yabancı isim olduğu için olmadı. Sonuç olarak şirketin adı “Elif Dağdeviren Genel Eğlence” oldu. “Eğlence ciddi bir iştir” diyerek çıktık yola… Gazetecilik, internet, televizyon, iletişim ve yapımcılık girişimlerim çok ciddi bir tecrübeyi ve çok geniş bir çevreyi beraberinde getirdi. Bu çevre, hem beraber iş yapılabilecek bir çevre hem de beraber çalışabileceğim bir çevre oldu benim için. Arkadaşlarımdan oluşan bir çevre… Türkiye’nin en iyi senaryo yazarları ile birlikte çalışıyorum. Hiç ayrılmıyoruz, kopmuyoruz. Hepsini bir araya getirdik ve kocaman bir salon içerisindeyiz hepimiz. Herkes her şeyi öğreniyor böylece, kendi konusu olmasa bile… Katkısı olacaksa oluyor… Tecrübelerin buluşma şirketi diyebiliriz. Geçen seneye kadar dönemsel olarak toplanıp projelere göre yapıyorduk çalışmalarımızı… Artık ayrılmak istemiyoruz. Kültür, sanat ve iletişim alanında farklı işler yapmak istiyoruz.
Son olarak projelendirdiğiniz yeni sinema filmi var mı? Varsa okurlarımızla ipuçlarını paylaşır mısınız?
Yüksel Aksu ile bir projemiz var. İlk defa sizinle paylaşıyorum… “Dondurmam Gaymak” tadında tatlı bir işe gireceğiz yakın zamanda…