Ahmet Yeşil – Yaşamın Akışında Halat Kıvrımları
Türkiye’nin önde gelen çağdaş ressamlarından Ahmet Yeşil, özellikle halat temalı eserleriyle dikkat çekiyor. Çalışmalarında ritim, denge, ışık ve gölgeyi ustalıkla kullanarak izleyiciyle güçlü bir bağ kuran sanatçı, eserlerinin nasıl varlık kazandığını MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Mersin’de geçen çocukluğunuzun ve deniz tutkunuzun sanatınızdaki yeri nedir?
Her sanatçı gibi, doğup büyüdüğüm coğrafya; çocukluğumun geçtiği Mersin, sanatımı besleyen ve büyüten en önemli kaynaklardan biri oldu. Bu şehirden vazgeçemiyorum, çünkü yaratıcılığımın ilhamı burada saklı. Burada üreterek hem dünyaya ulaşabiliyorum hem de dünyalar bana dokunabiliyor.
Bu durumun hem olumlu hem de zorlayıcı tarafları var. Olumlu yanı; kendi bağımsız çizgimi kurarken dışarıdan gelen yüzeysel ya da anlamsız etkilere kapılmıyorum. Olumsuz yanı ise, tartışıp sorgulayabileceğim çevrenin sınırlı oluşu; ama bana göre sanatçı için asıl belirleyici olan, nerede yaşadığı değil, ne ürettiğidir. Mersin kültürel ve entelektüel açıdan büyük bir potansiyel barındırıyor; bu da sanat yolculuğuma güçlü bir katkı sağladı.
Sanatımın merkezinde hayat var. Varlığın yaşam karşısındaki direncini vurgulamak, müdahaleci tavrımın asıl hedefi. İçimdeki çocukla bağım hiç kopmadı. Elbette, kimi acılar beni hazırlıksız yakaladı ama resmi, zaman ve mekân algısının ötesinde bir yerde konumlandırdım. Geleceğin neler getireceğini ben de merak ediyorum. İplerle, halatlarla, tehlikeli dalışlarla yolculuk sürecek. Karşımdaki dosyalar bana tek bir şey söylüyor: Beden yenilmediği sürece, daha ileriye, yeni sorulara ve yeni arayışlara doğru yolculuk bitmeyecek.
Eserlerinizde ip ve halat detayları dikkat çekiyor. Bunların bilinçaltı ve geçmiş özlemlerini nasıl temsil ettiğini düşünüyorsunuz?
Halat, nesnel kimliği üzerinden baktığımızda, kendi statik ritmiyle yaşamın dinamik ritmi arasındaki diyalektik ilişkinin yarattığı kosmos plastik bir dile dönüşürken, nesnel kimliğinden sıyrılarak plastik bir dile dönüşüyor; sanatıma da özgün bir farklılık kazandırıyor. Bu özgün dil, eserlerimde güçlü bir metafor yaratıyor; izleyiciyle duygusal ve düşünsel bir bağ kuruyor. Sanatımda halatın ritmik kıvrımları, yaşamın akışıyla kurduğum ilişkilere gönderme; onun üzerine düşen ışık, renk ve gölgeler, bize ait olanın yansımaları gibi… Sosyal, toplumsal, siyasal, ekonomik ya da ekolojik boyutlarıyla yaşamın tüm katmanlarını, halatın yapısından yola çıkarak estetik bir dile dönüştürmeye çalışıyorum. Böylece ip ya da halat, sadece bir nesne olmaktan çıkıp kendi sözünü kuran bir anlatım aracı hâline geliyor.
Eserlerinizin uluslararası koleksiyonlarda yer alması, sanatınızın evrensel bir dili olduğunu gösteriyor. Sizce eserlerinizin farklı kültürlerden insanlarla bu kadar kolay bağ kurmasının sırrı nedir?
Sanatçının geleceğe dair projeleri, hayalleri hiç bitmez. Ben de kırk beşinci sanat yılımı ulusal ve uluslararası düzeyde sergiler ve sempozyumlarla paylaşmak istiyorum. Belki kişisel, belki bencilce gelebilir; ama aslında en büyük düşüm, sınırların ortadan kalktığı, savaşsız, adil, özgür ve ekolojik bir düzenin hâkim olduğu bir dünya. Sanatımın farklı kültürlerle buluşabilmesinin temelinde de bu evrensel özlem ve ortak insani değerler yatıyor.
Sanat eserlerinizi yaratırken hangi aşamalardan geçiyorsunuz? Bir esere başlarken aklınızda belirli bir mesaj ya da duygu mu oluyor, yoksa süreç içerisinde mi şekilleniyor?
Disiplinli bir çalışma düzenim var. Sezgilerimden besleniyor, üretim sürekliliğimi aksatmıyor, araştırmaya ve denemeye doymuyorum. Okumak, incelemek, müzik dinlemek, ulusal ve uluslararası sanat etkinliklerini takip etmek üretimime yön veriyor. En büyük motivasyon kaynaklarımdan biri de on yedi bin kitabı kapsayan kütüphanem. Bütün bu birikimi ilke ve doğrularımla harmanlayarak, sanatsal üretimimi sürekli besleyen bir yaratıcı süreç içinde yaşıyorum.
Sanat kariyerinizin ilk dönemlerinde yoğunlaştığınız figüratif eserlerden, günümüzdeki soyut formlara geçiş süreciniz nasıl gerçekleşti? Bu değişimde sizi en çok ne etkiledi?
Sanat yaşamımda dört ana dönemden söz edebilirim. İlk dönemimde izlenimci peyzajlar, natürmortlar ve geçiş niteliğinde çalışmalar öne çıktı. İkinci dönemde ise sosyal ve toplumsal içerikli figüratif işlerim ağırlık kazandı. Üçüncü dönemde, bu topraklarda yaşamış uygarlıkların bize bıraktığı kültürel mirastan yola çıkarak geçmişle bugünü buluşturan, zamandan ve mekândan bağımsız ama sanat objesi olarak kendi semantik dilini kuran eserler ürettim.
Son dönemde ise ip ve halatlar sanat anlayışımın merkezine yerleşti. Öncesinde, farklı dönemlerimde az ya da çok görünürken, zamanla başat unsura dönüştüler. Bu süreç kendi içinde de dokuz alt dönemi barındırıyor. Günümüzde işlerimde daha minimalist bir anlayış öne çıkıyor; az şeyle çok şey anlatmaya çalışıyorum.
Resmime dair şunu söyleyebilirim: Biçim ve rengin rehberliğinde kurduğum mekân, titizlikle inşa edilmiş bir evren tasarımı gibi.
Tanıdık ama aynı zamanda yabancısı olduğumuz uzamsal algılar, ip dokusunun biçimlendirdiği yüzeyde, ritim ve renk aracılığıyla bütün resmin aurasını belirliyor. Halatların birbirine tutunarak oluşturduğu kütle, adeta tek bir ilmikle çözülüp yok olabilecek kadar hassas ama aynı zamanda çok sağlam bir yapıya sahip.
Kompozisyonlarımda bu duyarlılığı bir besteci gibi notalarla inşa etmeye çalışıyorum. Renk değerleri, açık-koyu dengeleri ve ritmik kıvrımlar, izleyicinin bakışını yönlendirerek imgelerle buluşmasını sağlıyor. Kimi zaman biçim, kimi zaman renk aracılığıyla yüzeye taşınan imge, sonunda resmin kendisine dönüşüyor. Böylece yapıt, simgelerin ya da işaretlerin ötesine geçerek, tematik anlatımdan anlamın kendisine evrilen, minimalist ve yoğun eserler olarak varlık buluyor.