Renkler ve Kadınlar
Ressam-tasarımcı Aslı Kutluay, ünü yurt dışına taşmış, son dönemlerin başarılı sanatçılarından. Kutluay 31 Ekim – 3 Kasım tarihleri arasında, güncel sanatın önemli etkinliklerinden biri olan Sofa Chicago Heykel Objeler Fonksiyonel Sanat ve Tasarım Fuarı’na katılıyor. Paris, Nice, Strasbourg, Roma, Floransa, Berlin, Bratislava ve Seul’de karma ve kişisel sergiler açan Aslı Kutluay, geçtiğimiz yıllarda İstanbul, New York, Londra ve Toronto’da birlikte fuarlara katıldığı Kanadalı Arteria ile 21-24 Kasım tarihlerinde AAF Singapore fuarına da katılacak. 2014 Şubat ayında ise New York’ta, ArtiFact Gallery’de, 8. kişisel sergisini açacak olan Aslı Kutluay’la başarılarını konu alan tatlı bir sohbet gerçekleştirdik…
Daha çok endüstriyel tasarımcı kimliğinizle bilinirdiniz, resim ve heykel sanatına yöneliş sebebiniz nedir?
Endüstriyel tasarım çok iyi bir ekip çalışması gerektiriyor. Yaratım, üretim, satış ve pazarlamayı birlikte ancak bir firma bünyesinde bulabilirsiniz. Firma bünyesinde çalışarak da, kendinize özgü bir marka yaratabilmenin pek kolay olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca bu tarz seri üretimlerin, materyalist dünyaya hizmet ettiği görüşündeyim. Oysa resim ve heykel yapmak bireysel bir uğraş ve özgürlüğümü hissedebildiğim bir alan.
Ticari metalar tasarlamanın sanatınıza katkısı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Özellikle bu dünyada yaşadığım kırılmışlıkların dışavurumu resimlerimde yoğun olarak gözlemlenebilir.
Resimleriniz genelde etkilendiğiniz unsurlar üzerine. Hem bu kadar etki altında kalıp, hem de bu denli özgün eserler çıkarmayı nasıl başarıyorsunuz?
Bir hikayenin, bir müziğin, bir dansın beni baştan çıkarmasıyla başlıyor her şey. Sonrasında o müziğin, hikayenin içindeki Aslı’yı resmediyorum. Aslında çizdiklerimin hepsi bana ait hikayeler oluyor. Resimlerimi seyrederken, bana ilham veren müziği de duyabiliyorum.
Anna serisi bu kez gerçekten müzikli olmuş.
Anna Karenina baş kahramanım. Maskelerin düştüğü ve fonda Haris Alexiou’nun müziklerinin olduğu bir çalışma oldu.
Bağımsız bir tarzınız var. Dünyanın öbür ucunda bile sizin resimlerinizi imzanıza gerek duymadan tanıyabiliriz.
Ben X güzel sanatlar fakültesinden, Y ekolünden veya filancanın atölyesinden gelmiyorum. Resimlerimde ve heykellerimde tamamen kendimi yansıtıyorum. Her çalışmam benim aynadaki aksim gibi.
Sakin ve huzurlu bir görüntü veriyorsunuz. Oysa resimlerdeki kadınlar daha atılganlar.
Resim yaparken içimdeki yaramaz çocuk ön plana çıkıyor. Kadınlarım benim başkaldırılarımı ve isyankar yanımı yansıtıyor. Kişisel kızgınlıklarımı, kavgalarımı bile resmederek çözüyorum. Bazen beni çok öfkelendiren bir olaydan, bir kişiden hatta kişilerden beslenip ardı ardına resimler yapabiliyorum. Resimlerimde gördüğünüz imalı bakışlar, kendini beğenmişlikler; olmak istemediğim yerler ve birlikteliklerinden sıkıldığım insanlara ithaf ettiğim duygulardır. Örneğin Çin Çin serisi böyle bir süreç sonunda ortaya çıktı.
Neden kadınlar bu kadar ön planda?
Doğal olarak kadınları daha iyi tanıyorum ve erkeklerden daha güçlü olduklarını düşünüyorum. Kadınların duyguları daha yoğun yaşaması, daha renkli kişilikler olması ve fiziksel özellikleri, resmetmeyi de anlamlı kılıyor. Bir erkeği rengarenk giydiremezsiniz, yüzüne boyalar süremezsiniz ama biz kadınlar her türlü duruma açığız. Her şeye rağmen cesuruz ve çılgınız.
Ben sizin karikatür çizdiğinizi de biliyorum. Bazen resimlerde de o muzip ifadeyi yakalıyorum. Kırmızı Pabuçlu Kadınlar sahiden göz alıcıydı. Kibele’ye kırmızı sandalet giydirmek gibi!
Kırmızı Pabuçlu Kadınlar, güçlü kadınların çocuksu yanlarını ortaya çıkaran bir çalışmaydı. Neden olmasın ki, hepimiz bir zamanlar çocuk değil miydik?
Bir tabloya başladığınızda, hayattan kopar mısınız?
Bazen konsantre olabilmek için, bütün dünyayla ilişkimi kesip, atölyemde gecelediğim oluyor. Normal hayatımda da aklım hep resimde, her yer, herkes ve her şey benim ilham perim olabilir.
Hızlı denebilecek zamanlarda resim üretiyorsunuz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, resim yaparken hiperaktifim. Gerçekçi yaklaştığınızda ise bu yaratım sürecinin içinde düşünülmüş, araştırılmış, uykusuz ve yalnız kalınmış günler hatta aylar oluyor. Resme başladığımda zihnimde zaten onu çoktan çizmiş oluyorum. Öyle ki yıllar önce kaydettiğim ve yoğurup olgunlaştırdığım görüntüler bile var.
Sanatçı kimliğinizin yanında, iki kızı olan bir annesiniz. Annelik ve ressamlık bir arada nasıl gidiyor?
İki kızımın olmasının büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Evde beni kopyalamış iki tane minik Aslı dolaşıyor. Ada bana çok benziyor, benim gibi giyiniyor ve tavırlarımız aynı. Onun sayesinde aynaya bakmadan kendimi izleyebiliyorum. Nehir ise, benim resimlerimi alıp tekrar çiziyor, mesela insanlara koca kafalar yapıyor. Sonra ben onun yaptıklarında farklı bir yön bulup, kendi resmime taşıyorum, aramızda ilginç bir etkileşim oluşuyor. Kendi kabilemi kuruyorum. Etrafımda beni anlayan insanlar olsun istiyorum. Zaten dışarısı çok kalabalık, en azından içerisi biraz tenha olsun istiyorum.
Bu arada gözlerim Aslı’nın ayakkabılarına takılıyor ve resim gibiler diye düşünüyorum. Sonra öğreniyorum ki ayakkabılar ve çanta Aslı’nın özgün tasarımları. Bu tarz çalışmalara da zaman ayıracağını söylüyor sanatçı. Ne diyeyim, her halde ilk müşterisi ben olurum.