”Yolcu Yolculuğun En Önemli Kısmıdır” André Suarès
Yine yaz geldi! Aylar, yıllar geçiyor… Ve ben “yine yaz geldi” cümlesini kaçıncı kez kuruyorum acaba…
Zaman nasıl bu kadar çabuk geçiyor, yeni bir yıl derken hala dudaklarımız, nasıl da yarıladık bile?
Geçen sene acı içinde bir yazı yazışım daha dün gibi aklımda… O acılar ne kadar hafifledi bilmiyorum, her şey gibi onunla da yaşamaya alışıldığını biliyorum sadece…
Her şeye alışılıyor, zamanın hafifletemediği acı yok diyorlar… Öyle herhalde, insan umut etmekten hiç vazgeçmiyor iyi ki…
O günden bugüne hayatımda ne değişti diye düşünüyorum… Aslında elle tutulur bir değişim yok ama kafamda, içimde var… Hep yazdığım ama yapamadığım bir şey vardı…
Bugünü yaşamak, yarını düşünmeden bugünün tadını doyasıya çıkarabilmek… Bunu yapabildim galiba sonunda, yapıyorum da hala, geçen zamanı, büyüdükçe binen sorumlulukları bir köşeye bırakabilmeyi başardım kısa bir süreliğine de olsa.
Benim bu yazıyı yazdığım sıralarda “Sex and The City 2” filmi çıktı, Abu Dabi’de geçen ama aslında Fas’ta Marakeş’te çekilen… Marakeş… Ne büyülü bir atmosfer, ilk defa bu sene sıcağın ilk günlerinde 10 kız arkadaşımla gittim… Çok yakın bir arkadaşımın evlilik öncesi son kız kıza seyahati için… Fas gibi bir ülkede 11 kız nereye gitseniz prensesler gibi ağırlanıyorsunuz orası bir gerçek… Biraz turistik biraz yapay bir şehir, zaten sonradan kurulmuş, palmiyeler ekilmiş, inşa edilmiş ama yine de başka bir dünyadasınız, biraz Binbir Gece, biraz Aladdin’in Sihirli Lambası… Şehirdeki şizofrenlik Türkiye’den bir kaç adım ötede. Yani bir yan lüks, modern ve paralı insanlarla dolu, iç mimari harikası mekanlar, bir yanda da sokakta at arabalı taksiler, kapalı kadınlar, ayakları çıplak çocuklar… Ama her şey güzel, korkmadan, yargılamadan görebilene…
Ne zaman yeni bir yer görsem, biliyorsunuz aynı duygulara kapılıyorum, aynı şeyi yazıyorum… Görecek, tanıyacak ne kadar çok kültür var diye… Bu beni hep hüzünlendiriyor, zamanımız, imkanlarımız bu koca dünyanın ne kadarını tanımaya yetecek diye düşünüyorum…
Umarım sizler de seyahat etmeye üşenmiyorsunuzdur, umarım oranın insanlarıyla mümkün olduğunca yargılamadan, korkmadan iletişim kuruyorsunuzdur… Tabii ki pazarda dolaşırken üzerinize yürüyen insanlardan, kuralsız monoculardan çekinilebiliniyor ama bir an durup havayı içinize çekip bambaşka bir diyarda olduğunuzu düşünmek bile o anın zevkini çıkarmanıza yetiyordur.
Sex and the City filminin ikincisini izlemeye dün gittim, Marakeş’i gördüm yeniden, yeniden yaşadım… Filmdeki karakterler de çok etkileniyor bulundukları yerden.
Film evlilikten, geçen zamanla oturan tek düzeylikten ve hayal ettiklerimizi elde ettiğimizde bile yetinmediğimizden bahsediyor… Hem çok abartılı klişe, hem gerçekçi.
Evlilik, verilen sözler sonrasında gelebilecek rutin herkesi korkutuyor sanırım. Yakın bir arkadaşım evleniyor dedim ya, hem mutlu, hem de sanki özgürlüğünü elinden alıyorlarmış gibi korkulu…
Halbuki ne gerek var korkmaya, yarın ne yaşayacağımızı kim biliyor, bu hayatta ne, ne kadar bize ait ki tam olarak, biz birine ve bir başkası bize ait olsun yüzde yüz?
Bir tek ruhumuz bize ait, bir tek o bizi tanımlıyor, bizi tanımlayan ne fiziğimiz, ne işimiz, ne meşkimiz, ne eşimiz… Verilen sözlerin de pek bir anlamı yok artık günümüzde, insanlar hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey söylenmemiş gibi sırtlarını dönüp gidebiliyorlar bir anda.
Önemli olan tek şey sizsiniz ve bugün, bu an! Onu doyasıya yaşayın, korkmadan yarını çok fazla düşünmeden yoksa asla ilerleyemiyor insan… Bir senede bir de bunu anladım.
Doya doya yaşayacağınız bir yaz diliyorum, boş verin sonrasını… Şimdilik…
Her şey gönlünüzce olsun, bilmediğiniz diyarları tanıdığınız, ya da bildiğiniz diyarları yeniden keşfettiğiniz, anın mucizesini fark ettiğiniz bir yaz diliyorum… Size ve kendime…
Yazımı 1832 kaybettiğimiz İngiliz bir yazar olan Charles Caleb Colton’un bir cümlesiyle bitirmek istiyorum: “Şu an yaşanan anın diğer tüm zamanlara göre bir avantajı vardır: O bize aittir.”
İyi tatiller!