Hayallerimdeki “O” Yer “Forte Dei Marmi”
Bir senedir kendimi hazırladığım Capri ve Sardunya tatilim iptal oldu. Ama hayallerimdeki “o” yeri buldum ev her şeyi unuttum; Forte Dei Marmi. Hani geçtiğimiz günlerde adını dünyanın en zenginlerinden Roman Abramoviç’in “yer yok” diye alınmadığı Bistrot adlı restoranın bulunduğu kıyı kasabası – olarak sık sık duyduğumuz yer…
Nedendir bilmiyorum İtalya’yı da, İtalyanları da, İtalyancayı da çok severim ve hep çok yakın bulurum. Herhalde bir İtalya karmam, bir geçmiş yaşamım filan var… Ülkemi de, insanımı da çok seviyorum o ayrı ama İtalya’ya karşı hep bir özlem var içimde. Çat pattan biraz daha iyi düzeyde İtalyanca da konuşuyorum. “Ne iyi ne kötü” denebilir (ki bu da İtalyanca bizdekine benzer biçimde “ne bene ne male” deniyor).
Geçen sene çok içimde kalan İtalya gezim, bu seneye kısmetmiş. Birkaç arkadaş önce Capri ve Sardunya’ya, ardından da teyzemlerle buluşmaya Siena’ya gidecektik. Programlar yapıldı, her şey hazır; yani hem hayal, hem bavul anlamında… Ama gelin görün ki bizim Capri ve Sardunya yattı, ben bayağı büyük bir hayal kırıklığıyla beraber direkt Siena’ya gittim. Hayır İtalya’da olmak; üstelik teyzem, Sjaack ve Zeynep’le vakit geçirmek güzel de deniz manyağı ya da kimilerinin daha kibarca deyişiyle deniz kızı Beril yazın ortasında İtalya’daki deniz programının iptaliyle tabi ki yıkıldı. (Yıldız haritamdaki burçların çoğunun suda olmasındandır belki ya da Ankara’da deniz mi görüyoruz diyeceğim güleceksiniz ama hakikaten denizi, suyu çok seviyorum. Her girdiğimde bir-iki saatten önce çıkmam.)
Neyse orada ayçiçeği tarlalarının ortasında, Toscana manzaralı müthiş evimizde çok kalabalık bir grup, her gün farklı yerleri gezerek çok keyifli vakit geçiriyorduk derken ev sahibimiz Luca (ki kendisini biraz sonra daha detaylı tanıtacağım), Forte Dei Marmi’de bir arkadaşının evindeki partiye bizi davet etti.
Veee işte o gün hayallerimdeki “o” yerin Forte Dei Marmi olduğunu anladım. Hani geçtiğimiz günlerde adını – dünyanın en zenginlerinden Roman Abramoviç’in “yer yok” diye alınmadığı Bistrot adlı restoranın bulunduğu kıyı kasabası – olarak sık sık duyduğumuz yer.
Altın rengi göz alabildiğine bir kumsal ve masmavi bir deniz… Kıyı boyunca yan yana birbirinden şık ve farklı konseptlerde plajlar, restoranlar, kulüpler… Lüks malikaneler, oteller… Son model ya da antika arabalar… Dünyanın en ünlü markalarının bulunduğu dükkanlar… Nereye bakacağımızı şaşırıyoruz, dibimiz düşüyor… Hani İtalyanlar hep hoş ve bakımlıdır. Yanık tenleri, kupları-kalıpları mükemmel kıyafetleri, kendilerine verdikleri havayla hemen fark edilirler de kardeşim burada dünyanın en hoş İtalyanlarının özel bir toplantısı filan vardı galiba. Ne diyeyim? Doğrusu dünyanın en hoş, en güzel yerlerine sağ olsun babacım götürüyor ama burası bir başka.
Bu ihtişamdan başım dönmüş biçimde akşamüstü (kendimi film setinde hissettiğim) bir kafede Luca’nın yeni iş ortağı olan ve İtalya’nın en iyi birkaç mimarı arasında sayılan bir beyefendiyle sohbet ederken “Ah ah! Kızım burası eskiden çok güzeldi, şimdi çok değişti.” deyince kalakaldım. “Amca daha ne kadar güzel olsun?” dedim içimden. Oradan kalkınca sahilde biraz yürüdük. Ayda iki kere buranın pazarı olurmuş, şans ya o da bize denk geldi. Kıyı boyunca kilometrelerce uzanan bu pazar da buraya yakışır biçimde çok hoştu. Sonra deniz mahsulleriyle meşhur bir restorandan parmaklarımızı yemeden önce kalktık ve partiye geçtik…
Ünlü heykeltıraş Michelangelo’yu da kendine hayran bırakan bu sahil kasabası için sayfalarca yazı döşeyebilirim. Ama şimdilik burada bitiriyorum. Zaten bunu saymıyorum, bu henüz bir keşif gezisiydi. Ben yine arkadaşları yavaş yavaş ayarlamaya başladım, gelecek sene bir şey çıkmazsa rotamız belli. Sizleri de bekleriz.
Bu arada Luca’yı da kısaca anlatayım. Genç ve başarılı bir mimar. Sanırım yakında Forte Dei Marmi’de İtalya’nın en büyük limanını yapacak. Kendisi aslında bizim ev sahibimizdi ancak kısacık zamanda en yakın arkadaşlarımızdan biri oluverdi. O da annesi de o kadar şeker, o kadar sıcak, o kadar paylaşımcılardı ki; onlar sayesinde tatilimiz süper geçti ve çok güzel dostlar edinmiş olduk. Biz Türkler misafirperverliğimizle meşhuruzdur ama inanın bizi bile solladılar. İtalya’yla ilgili her hangi bir şeyde ilk aranacak insan, Luca. Ayrıca ilgilenenlere söyleyeyim kendisi bekar.
Son bir not: “Bütün yollar Roma’ya çıkar” denir ya, sizinki de çıkarsa diye bir önerim olacak. İspanyol merdivenlerinden aşağı doğru olan Via Condotti’yi kesen sokakların birinde küçücük ama çok şık, modern bir yerde şimdiye kadar yediğim en güzel İtalyan yemeğini yedim. Adı: Life. Keten örtüleriyle, sunumuyla, servisiyle çok stil sahibi, kaliteli ve tekrar söylüyorum küçük bir mekan. Giderseniz uğrayın derim. (www.ristorantelife.it)
Her an, her yerde en güzeli yaşamanız dileğiyle…
Yazan: Beril ÇAVUŞOĞLU