Duyguların Dansı
Ağlayan bir erkekle alay etmek veya öfkeli bir kadını ayıplamak, onların toplum tarafından hoş karşılanmayan bu duygularını desteklemekten daha kolay. Yargılamak daha kolay. Desteklemek için emek sarf etmek gerekiyor.
Duygularımızı bastırarak yaşamayı öğrendik. Etrafımıza ayıp olmasın diye göz yaşlarımızı gizledik. Sevincimizi nazar değmesin diye kısa tuttuk. Çevre tarafından yargılanmamak için sevgimizi kısıtladık, öfkemizi gömdük, endişelerimizi yok saydık, depresyonumuzu oldu bittiye getirdik.
Sevgiyi sadece yıllardır tanıdığımız insanlara, ailemize, akrabalarımıza, annemize ve babamıza vermeyi düşündük. Öyle öğrendik. Sevgi bir duygudur ve hissedilir. Herkese ve her şeye; anlayamadık. Verilen bilgi öyle değildi belki de. En az da kendimizi sevdik. Hatta sevmedik; elalem kendini beğenmiş demesin diye. Kendini yürekten sevmeyenin başkasını sevemeyeceğini bilemedik, anlayamadık. Öğretilmedi belki de…
Duyguları, iyi ve kötü diye ayırdık. “Duygusalsın” diye eleştirdik. “Hangi duygunun duygusalı” diye hiç düşünmedik. Derin düşünemedik. Sığlarda yüzdük…
Duygusuz, tepkisiz, kayıtsız, uyuşuk, heyecansız ve ilgisiz bir toplum haline geldik.
Heyecanlarımız, futbol maçındaki aşırı tepkiler veya bir maddeye sahip olduğumuzdaki anlık sabun köpüğü sevinçlere dönüştü. Asıl duygusal meselelerimizden “mutluyum ben” maskesiyle uzaklaştık.
Duygular bastırıldıkça, ruhlarımız “imdaaaat!” demeye başladı. Kimi zaman bir depresyonla, kimi zaman bir intiharla, kimi zaman bir organımızın rahatsızlığı ile kimi zaman bir kazayla ve çoğu zaman da hayata ve insana karşı küskünlükle, feryat etmeye başladık. Sessiz feryatlardı. Doktorlara giderek semptomları giderdik ancak derindeki duyguların üstünü örttük. Ta ki tedavi edilemez bir hastalığa yakalanana kadar. O zaman da bilgimiz az olduğu için, kader dedik ve sahneyi terk ettik. Bilmiyorduk ki kendi kaderimizi yazan biziz. Tanrı bize o özelliği vermiş ve biz kullanmamaktayız…
Basite indirgenmiş iyi ve kötü sistemini acilen bırakmalıyız. Duyguları sığlaştırmak yerine, ne konuştuklarını dinlemek üzere kendimizle sevgi dolu iletişime geçmeliyiz. Duygularımız ne diyor?
Öfke duygusu bize ruhun sınırını hatırlatır. Depresyon, ruhun yaşadığımız hayata dur levhasıdır. Üzüntü hayat veren bir akışkanlık ve yenilenmeyi sağlayan bir duygudur. Korku bize ait bir sezgidir ve korku olmasa sürekli tehlikede yaşamamız gerekirdi. Örneklerini sıraladığım bu duyguları, bastırmadığımız veya “Elalem Ne Der?” hapishanesine mahkum etmediğimiz sürece, analizlerini yapmak suretiyle hayatımızdaki ilerleme taşları haline getirebiliriz.
Duygularımız olmadan karar veremeyiz, kesin sınırlar koyamayız, ilişkilerde becerikli ve hassas olamayız, umutlarımızı algılayamayız, başkalarının umutlarını fark edemeyiz ve sevgi kanalını verme yönünde ayarlayamayız. Aldığımız bilgiler duyguların bastırıldığı bir ortamda, var etmeye ve üretmeye yönelik güçlerini yitirirler. Hatta yok edici olabilir veya çöpe atılır ve gerçek değerlerini yansıtamazlar.
Harvard’lı psikologlardan Howard Gardner “çoklu zekâ” üzerine çalışmalar yapmıştır. Mantıksal zeka IQ testiyle ölçülebilir zekadır ve herkesin bildiği tek zeka da budur. Dr.Gardner zekâyı farklı görmüş, gözlemlemiş ve altı adet farklı türü tanımlamıştır:
1) Yazı yazmamızı, iletişim kurmamızı, dilleri öğrenmemizi sağlayan; sözel dilsel zekâ.
2) Sesleri, ritimleri anlamamızı sağlayan, beste yapmamızı sağlayan; müzikal zekâ
3) Bedenimizi ve kas sistemimizi becerikli bir şekilde kullanmamızı sağlayan; bedensel-kinestetik zekâ.
4) Alandaki kalıpları tanımaya ve alanı yaratıcı bir biçimde kullanmaya yarayan; görsel-mekânsal zekâ
5) Diğerlerinin eğilimlerini, motivasyonlarını anlamamızı sağlayan; kişilerarası sosyal zekâ.
6) Kendi eğilim ve motivasyonlarımızı anlamamıza yarayan; kişisel içsel zekâ.
Duyguların dilini öğrenmede bize odaklanmada yardım edecek olan son iki zekâ türüdür. Zekâ türlerinden her biri bir diğer ötekisi ile var olabilir ve işlerlik kazanır. Dünyamızda ve hayatımızda şimdilik var olan sorun, sadece mantıksal ve görsel mekânsal zekâ biçimlerinin önemli sayılmasıdır.
Duygularımıza güvenmeyi, onları dinlemeyi, hissetmeyi, onlara eşlik etmeyi, onlardan öğrenmeyi seçtiğimizde, dışavurmaya veya bastırmaya gerek kalmadan her birini kanalize etmeyi becerebileceğiz. Bunun da değişik yöntemleri ve teknikleri var. Metafizik, kuantum, NLP gibi bilim dallarlı bize harika teknikler sunuyor. Bir rehbere veya bir ustaya danışın. Evrenden dileyin, önünüze çıksın. Gerçek sizi yaratın. Sahte size elveda deme vakti geldi, geçiyor bile olabilir. Hadi değişim zamanı…
Hayat kısa ve biz olgunlaşmaya, gelişmeye geldik. Duyguları tıkıldıkları yerden çıkartma ve havalandırma zamanı geldi.
Ben neredesinde miyim bu konunun? Kendimi sevmelerdeyim. Olduğum halimle, neysem o kadar olarak. Her yaptığım ve her özelliğimle çok tatlıyım. Hatalarımla ve sevaplarımla. Hatalarımı kabul edip onlardan dersler çıkartarak, sevaplarımı gözlemleyip sevgiyle yüreğime koyarak yaşıyorum. Ustamla “insan olabilme sanatı” üzerinde çalışıyorum. Beklerim.
Sevgimdesiniz…