Serra Elci Consultancy & Co Ltd. İhtiyacın Yönü ve Rotası
Henüz küçük yaşlarda hakikati aramak için içsel yolculuğuna başlayan Yaşam Stratejisti Serra Elçi, yurt içi ve yurt dışında sayısız eğitim alarak bu yolculuğuna devam ediyor. Kendi ismiyle kurduğu danışmanlık şirketinde bireysel ve kurumsal çalışmalarıyla kişilerin bolluk, aşk, sağlık ve başarı dolu bir hayata sahip olmaları yönünde hizmet veren Elçi, kendinden de bahsederek insan hayatındaki önemli noktalara değiniyor.
Öncelikle kendinizden bahseder misiniz? Bu alanda ilerlemeye nasıl karar verdiniz?
Maviye âşık bir baba ile yeşile âşık bir annenin, üç kız çocuğunun ortancası olarak İstanbul’da açmışım gözlerimi dünyaya. Uyumlu, neşeli, sevgi dolu, güler yüzlü bir çocukmuşum. Kısa sürede güneş yüzlü lakabını takmışlar bana.
Bildiğim en erken dönemlerde “ben” dediğim alanda iki ayrı yapının farkına vardım. Bunlardan bir tanesi haşarı, çocuk Serra; diğeri ise yaşlı ve bilge olandı. Birini diğerinin kollarına yatırıp yatıştırdığım, çözüm bulduğum anılarım dün gibi canlı.
Çok erken sorgulamaya başlamışım. Çevremi, en çok da annemi sorulara boğmaktan hiç çekinmezdim. “O niye öyle, bu niye böyle? Kim demiş, niye demiş?”… Evimizde aile büyükleri ile yapılan dinî sohbetlerde “Sen küçüksün, diğer çocukların yanına gidip oynasana,” derler diye nefes almadan oturup; misafirlerin su getir, ekmek götür talimatlarını odada kalabilmek için harfiyen yerine getirirdim. Bilgiye aç, babamın iş için yurt dışından gelen misafirlerine “Yanınızda İncil var mı?”, “Tevrat var mı?” diye sorar dururdum. Sorular ile evrilerek büyürken önce içine doğduğum dinî, ardından diğer semavi dinleri takiben doğu inanç sistemlerini araştırdım. Tasavvuf dersleri aldığım aynı sene ateistlik dersleri de aldım. Hiçbir yöne sapmadan hakikatin kalbinde kalmak istiyordum, çünkü tüm boyutlarda kim hangi tezi savunursa savunsun, Yaradan’dan ayrı düşemeyeceğini biliyordum.
O günlerde sahip olduğum bilinç basamağı gereği bu yolu seçtiğimi zannediyordum. Anneme “Ben artık televizyon seyretmeyi ve gazete okumayı bırakıyorum anne, iç yolculuğuma başlıyorum.” dediğimde takvimler on altı yaşımı gösteriyordu.
Yurt dışında ve yurt içinde, mikro mimiklerin analizinden tutun, dinler tarihine kadar uzanan sayısız sertifikasyon sürecine katıldım. Şimdilerde, en çok satanlar listesinden haftalarca inmeyen kitapların ikinci, üçüncü baskılarını büyük zorluklarla getirtirdim. Gittiğim yurt dışı seyahatlerinden kilolarca kitap ile dönerdim. Herkese her şeyimi kolaylıkla verebilirim, kitaplarımı asla. Kışlıktan birkaç aylığına yazlığa geçerken bile kütüphanemi taşırım yanımda. Tarifi imkânsız bir adanmışlıktı benimki. Şişli Terakki Lisesinden, Boğaziçi Üniversitesinden mezun oldum. Teşekkür, takdir ile geçti eğitim yıllarım. Lisanslı yüzücü ve biniciydim. Senelerce piyano çaldım. Evlendim, eş oldum; doğurdum, üç çocuk annesi oldum; adanmışlığım arttı, eksilmedi.
Otuz iki senelik tüm birikimimi anlatmaya başladığımdan beri her yeni sabah, gözlerimi o gün yeni kime dokunacağımı düşünerek açıyorum. Bu benim yaşam misyonum.
Farkındalık çalışmalarından önce insanların hayatı nasıldı ve sonrasında neler değişti?
Gözlerimizi açtığımız ilk andan son nefesimize kadar formülleri ve kanunları belli bir sistemin parçasıyız. Çocukluk döneminde, deneyimlerimiz üzerinden yüklendiğimiz sıfatlar, ezeli programımızın toprağını oluşturmak adına yerleştiriliyor programımıza. Eğitimlerimde de bahsettiğim gibi “değersizlikten” özgürleşmek ve tekamül etmek adına bedenlenmeyi seçmiş bir yapıya, uyanma yolculuğunda kimse kırmızı halı sermez. Toprağı da, fırtınası da belli bir oyun bu. Biz hangi sıfatlardan özgürleşmeyi seçtik ise onlarla egzersiz yaparak başlarız bu nurlu yoldaki yürüyüşümüze. Eğer değersizlikten özgürleşmeyi seçtik ise, “Ben değerin kendisiyim.” diyene kadar deneyim devam eder.
Değişen bir hayat, değişen bir kişi dediğimizde ise değişen olgu algıdır. Algı diğer bir deyişle bizim yaşamı yorumlamamızı sağlayan lenslerimizdir ve ana bir kablo ile bilinç seçimine bağlıdır. Üst bilinç ile dünya bilinci arasında sürekli seçim yapmakta olduğumuz alanın adıdır “yaşam”. Her yeni an, her yeni nefes, her yeni adımda tek bir seçim yaparız aslında. Bilinci seçeriz, çünkü takiben gelen tüm deneyimler, seçtiğimiz bilinç basamağına hizalı gelir.
Algı, bilinç seçimine bağlıdır; bilinç seçimi de farkında olma halimize. Zaten bundan sebep farkındalık bu kadar hayati bir rol oynamaktadır. Ne kadar farkındasınız, o kadar hakikattesiniz. Ne kadar hakikattesiniz, o kadar üst bir bilinçtesiniz. Ne kadar üst bir bilinçtesiniz, o kadar cennettesiniz. Böyle bir algoritması var sistemin.
Cennet bir bilinç basamağıdır. Cennette olmak; uyanık olmak, ayık olmak, farkında olmak, “O”nunla bir olmak anlamına gelmektedir. Bizimle el ele yürüyen tüm dostlarımız, bu farkındalık çalışmalarından sonra; sistemden gelen mesajları okuyabilen, hangi alanlar ile çalışmaları gerektiğini bilen, çalışan ve gelişen bir yapıya bürünürler. Bu yapı; hayatta karşılaşacağı her şeyin karşısında ayakları yere sağlam basan ve tüm olup bitenin tekamül etmek adına olduğunun, bizim hayrımıza olduğunun farkına varmış bir idrak mertebesine çıkartır ki onları, orası varılabilecek ve kalınabilecek en güzel yerdir.
Danışmanlıklarınızın yanında eğitimler de veriyorsunuz. Bunlardan biraz bahseder misiniz?
Otuz iki senedir bu alanda olan biri olarak, ihtiyacın yönü ve rotası konusunda çok netim. Ne şanslıyız ki içinde bulunduğumuz bu yüzyılda artık elle tutulur formüller ile çalışabiliyor ve herkes tarafından uygulanabilir, kesin sonuçlar aldığımız ve hızlı ilerleyebildiğimiz teknikleri uygulayabiliyoruz. Altın çağdayız. Bilgi adeta yağıyor ve bu bilginin yayılmasını hızlandıran bir teknoloji rüzgarı ile neredeyse uçuyoruz ancak, okunan kitaplar, izlenen videolar yapıları bir yere kadar getirebiliyor. Teknik ile çalışmak, zihin ile çalışmak şart.
www.serraelci.com’da başlangıç seviyesinden ileri seviyeye kadar farklı sertifikasyon süreçleri mevcut. Aynalar Kanunu, Negatif Kayıtların Silinmesi, Yaşam Misyonunu Bulma, Mükemmel Anneler ve Çocukları, bunlardan en çok tercih edilenler arasında. Bu bir günlük eğitimlerimizde, katılımcılarımıza eğitim bittikten sonra da kullanabilecekleri teknikler öğretiyoruz. Bunun dışında bir sene süren uzun eğitimlerimiz de mevcut. Uzun programlarımıza katılan dostlarımıza bilinçli olarak bir aile ortamı yaratıyoruz. Yargıdan muaf, yüzde yüz kabul gördükleri, kendilerini özgürce ifade edebildikleri paralel bir evren gibi. Hem bu manyetik alan onların tekamül süreçlerine büyük fayda sağlıyor hem de aslında onlara, burada mümkün ise dışarıda da böyle bir dünya mümkün, demeye çalışıyoruz.
Her birinden istediğimiz sonuçları almamızın en büyük sebebi ise eğitimler sonrası ücretsiz verdiğimiz entegrasyon çalışmalarımız. Yıllar içinde yaşanan en büyük sıkıntının, edinilen bilginin hayata entegre olamamasından kaynaklandığına tanıklık ettim. Dolayısı ile bu konuyu fazlası ile önemsiyorum.
Böylesine bir çeşitlilik varken, yolu “benimle” kesişen herkes benim yaşam misyonumun bir parçası. İster bire bir göreyim, ister fî tarihinde bir kere bir günlük eğitime katılmış olsun; kalbimde, aklımda ve yolumda yeri var. Kavuştuk diyemem, çünkü zaten hiç ayrılmadık…
Bolluk berekete ulaşmak mümkün mü?
Serra’nın ait olduğu astronomik alem bir madde evrendir ve maddenin, beş duyu simülasyonu tarafından algılanışı, onun enerjisel yapısını görmemizi perdeler. Biz de birçok şeyi madde olarak algılarız. Halbuki bu alemde mevcut bulunan her şey, maddenin enerjisel bir formudur, çünkü kainatımızda yapısı enerji olmayan hiçbir şey bulunmamaktadır. Hem mevcut tüm yapıların hem de iletişim dilinin enerji olduğu bir sistemde “para” da bir enerji formudur ve biz etrafımızda var olan enerjiler ile etkileşime girerken para ile de gireriz.
Yargılarımız, düşünce kalıplarımız, çekirdek inançlarımız ve duygularımızın her biri, birer manyetik dalgadır ve beden zihin korelasyonumuz, sahip olduğumuz bu değerler ile totalde bir rezonans değeri ile eşleşir ve bu evrende, rezonans değeri eş olan yapılar karşılaşır. Bizi bulan kişiler, olaylar, deneyimler ve para ancak bizim rezonans değerimize hizalı gelebilir. Örneğin; utanç duygusu, titreşim değeri en düşük duygudur ve rezonans değeri 20 hertz’dir. Utanç içinde yaşayan bir kişi, hayatına ancak bu değer ile hizalı kişileri, olayları ve deneyimleri çeker. Bu, para için de geçerlidir.
Peki, titreşimimizi nasıl yükselteceğiz? Öncelikle toplumsal dogmalar üzerinden edindiğimiz tüm kalıplardan kurtulmak, özümüzün ve değerimizin farkına varmak, tuttuğumuz ve ittiğimiz tüm sıfatlardan özgürleşmek için adım atmalı ve bize ait değerler ile yaşamaya başlamalıyız. Her yapının, sonsuz olasılıklar okyanusunda sayısız miktarda yaratıldığı bir evrende, bolluk ve bereket ile buluşabilmek için affedilecek bir şey olmadığını idrak edene kadar affetmek; yargılamaya haddimizin olmadığını idrak edene kadar çalışmak, özümüzün farkına vararak, bizlerin “değerin kendisi olduğumuzu” hatırlamalıyız.
Unutmayın, bizler “aradığımız” şeyin kendisiyiz.
İnsanların en çok hangi konularda sıkıntı çektiğini görüyorsunuz?
“İnsan” sosyal bir varlık. İlişkiler ise bünyemizde en geniş metrekareye sahip alan. Bu sebeple kişilerin en çok ilişkiler konusunda sıkıntı çektiğine tanıklık ediyorum. Doğduğumuz andan itibaren sayısız ilişkiye giriyoruz ve maalesef iletişim içinde olmamız gereken en önemli kişiyi, “kendimizi” göz ardı ediyoruz. Kendimiz ile olan ilişkimizin, diğer tüm ilişkilerin toprağını belirlediğinden bihaber, odağımız dışa dönük, iç dünyamızda sahip olmadığımızı zannettiğimiz ne varsa dış aynalarda arar hale geliyoruz. Kendini, değerlerini, sınırlarını keşfetmemiş bir kişi, içindeki hazineden kopuk, istek ve ihtiyaçlarını ilişkide bulunduğu partnerinden bekler hale geliyor, ki bu hikâyenin sonu hep hüsran ile bitiyor. Beklediğini, hak ettiğini, düşündüğü kadar almadığına inanan yapı zaman içinde huysuz, mutsuz, geçimsiz ve öfkeli biri haline geliyor, çünkü bu model ilişki, bir alışveriş üzerine kurulu.
Diğer tarafta kendi öz cevherine bağlı, doğru bir kablolama sistemi ile yapılandırılmış bir kişi, ilişkide sadece yaşam yolculuğunda keyifli bir paylaşım adına bulunuyor. Ona hayati gelen hiçbir istek ya da ihtiyacı adına bir beklenti içinde olmuyor. Suyun da, kabın da, değirmenin de aynı kaynağa bağlı olduğu bir sistemde kişiler özgür, iç huzurlu, neşe dolu, anlayan, bilen oluyor.
İlişkideki partnerimizi, dünyayı, olan biteni anlayabilmek için en birincil kendimizi anlamalıyız. Ben kimim? Serra kim? Neden buradayım? Neden senin elini tutuyorum? Ait olduğumuz sistem hiçbir şeyin tesadüf olamayacağı kadar üst bir yapı tarafından kurgulanmış. İlişkilerimiz ise bizi bize aynalayan, en pürüzsüz yol haritaları. Aşk dolu, “bir” olduğumuz bir ilişkiye varana kadar bizi bulan tüm ilişkilerin bizim tekamülümüz ile hizalı öz seçimlerimiz olduğunu unutmayalım.
Eleştirildiğiniz oluyor mu? Eleştirildiğinizde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Olmaz mı? Bu boyutta yaratım o şekilde tasarlanmış ki hepimiz bir had sınırı içinde geliyoruz. Beş duyu organımızın bile bir çerçevesi var. Fizik bedende nasıl mevcut bu sınırlar; soyut somut her katmanda mevcut. Buradan yola çıkarak bilmeliyiz ki yapılar, tiyatral bu oyun içerisinde sadece kendini görebilme yetisi ile girmiş yaratıma. Dolayısı ile baktıkları benim ama gördükleri ben değilim.
Dış dünyaya yansıyan iç dünyamız olduğu için, yapıların bende ya da diğer kişilerde eleştirdikleri alanlar, kendi içlerinde iç barışıklık içinde olmadıkları alanlar. Bir kişinin kendi içinde kabulde olmadığı özellikleri, dış aynalarda yargı olarak ortaya çıkar.
“Bolluk bereket içinde babam da anlatır hakikat” diyorlar. Burada, bu eleştiriyi yapan kişinin maddiyat ile sıkıntılı bir ilişki içerisinde olduğunu, olmayı hedeflediği refah seviyesinde olmadığını, maddi açıdan mutlu olmadığını, özgür olmadığını gözlemliyoruz. Diğer bir deyişle iki kolu olan iki kolu olana saldırmaz ancak, tek kolu olan iki kolu olanı eleştirir, yargılar.
Ben eleştirildiğimde onların hangi odalarında yangın olduğuna dair fikir edinmiş oluyorum. Onların da uyanıp, farkına varıp en kısa sürede daha üst bir bilinç basamağına çıkabilmeleri için üzerime düşen ne olabilir, ne yapabilirim diye bakıyorum. Neyi, daha farklı nasıl anlatabilirim…
Sosyal medyadan eleştiren bir takipçiye yükselmiyorum, yükselemiyorum. Ekibimiz üzerinden iletişime geçip görüşebilmeyi arzu ediyorum. Bak ben böyle hissediyorum, böyle hissetmek mümkün, sen de böyle hissetmek istemez misin demek, çalışmak, el uzatmak istiyorum.
Eleştirileri üzerime almadığım gibi iltifatları da üzerime almam. Bir kişiye sen beni eleştirdiğinde kendini görüyorsun, iltifat ettiğinde beni görüyorsun diyebilir miyiz? Nasıl gölge bir taraf gördüklerinde kendilerini görüyorsa yapılar, ışık bir taraf gördükleri zaman da ancak kendilerini görebilirler. Dolayısı ile sen çok güzelsin diyene de o senin iç güzelliğin diye cevap veriyorum, çünkü hakikat böyle.
Artıyı da eksiyi de üstünüze almadığınızda ne av olursunuz ne avcı. Ne kurban olursunuz ne yargıç. Nötre varıp orada kalırsınız. O zaman büyük bir izleyici olursunuz ve yaşam misyonunuz ile baş başa kalırsınız.
Doğru nefes nedir?
Hepimiz dünyaya gözlerimizi doğal bir nefesle açarız. Tıpkı bir cihazın güç desteğine gereksinimi olduğu gibi organlarımız da nefes alışverişine ihtiyaç duyar. Nefes demek hayat demektir ancak, bilimsel çalışmalar gösteriyor ki %90’a yakınımız, solunum kimyamızı bozacak nitelikte disfonksiyonel, nefes alışkanlıklarına sahibiz.
Çocukluk yıllarımızda bizi iyi hissettirdiği için tuttuğumuz ya da bizi kötü hissettirdiği için ittiğimiz duygular, doğal nefes akışımızın bozulmasına yol açar ve biz limitleyici nefes alışkanlıkları geliştiririz. Limitleyici nefes, vücudun ihtiyacını göz önünde bulundurarak, beyin sapı refleksinin verdiği komuta uyamayan nefestir. Halbuki bizim müdahalemiz olmasa solunum, kusursuz işleyen yapısal bir işlemdir.
Limitleyici nefes alışkanlıklarımız, fizyolojimiz tarafından öğrenilerek önce bir alışkanlık, ardından da bir davranış biçimi halini alır ve biz farkına varmasak da sürekli aynı tip nefes alır hale geliriz. Örneğin; biz spor yaparken de, yemek yerken de, çalışırken de, dinlenirken de aynı nefesi alıyorsak, burada ciddiye alınması gereken bir problem var demektir.
Solunum, vücut içi sıvıları etüt ederek pH değerini ölçer ve beyin sapı üzerinden en doğru nefesi komut verir; ancak, solunum ile çatışan bir nefes alışkanlığınız varsa, bu durum öncelikle fiziksel, duygusal, mental ve ruhsal birçok hastalığı tetikler. İki yüzden fazla semptom, limitleyici nefes alışkanlıklarından kaynaklanıyor. Genellikle yetişkinlerin deneyimlediği aşırı yorgunluk, migren, panik atak, depresyon, anksiyete, kilo sorunları ve son dönemde çocuklarda sıkça rastladığımız dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu (ADHD) gibi problemler, limitleyici nefes alışkanlığına zemin hazırlıyor. Ayrıca tansiyon, zona, tiroit ve sara gibi çeşitli hastalıklar da limitleyici nefes alışkanlığı semptomları arasında sayılabiliyor.
Kişiler doğal nefese geri dönebilir ancak, hem zihin yapıları ile hem de nefesleri ile çalışmak gerekiyor. Sadece nefesleri ile çalışmak yeterli olmuyor, çünkü aynı zihin yapısı aynı limitleyici nefes alışkanlığını geri getiriyor.