Saadet Şen: Daha Özgür ve Daha Güçlü Bir Sen
Zor zamanlar, insanın içindeki ışığı söndürmekle tehdit ederken; bazı sesler vardır ki, karanlığın içinden konuşur ve yeniden yön bulmamıza yardımcı olur. Saadet Şen, tam da bu seslerden biri. Türkiye’nin ilk kadın motivasyon konuşmacısı olarak, bireylerin içsel gücünü keşfetmeleri ve yeniden ayağa kalkmaları için yıllardır ilham veren Şen, daha özgür ve daha güçlü bir yaşamın ipuçlarını MAG Okurlarıyla paylaşırken sadece umut vermiyor; aynı zamanda cesaretin, kararlılığın ve yeniden başlamanın yaşla değil, bilinçle ilgili olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de her geçen gün artan ekonomik kaygılar, belirsizlikler ve gelecek korkusu bireylerin motivasyonunu ciddi şekilde zedeliyor. Sizce motivasyon, böyle bir ortamda hâlâ içten gelen bir ışık olabilir mi, yoksa sistemsel sıkışmışlıklar içsel gücü köreltiyor mu?
Kaygılar ve belirsizliklere baktığımızda, ilk bakışta motivasyonumuzun zarar görmesi doğal bir sonuç gibi görülebilir. Bugün tüm dünyada artan ve belirsiz olan birçok konu var. Uluslararası borsalara, anlaşmalara, Dünya Ekonomik Forumu raporlarına, Dünya Sağlık Örgütü verilerine bakarsak, hiçbir şey yapmak istemeyebiliriz. En büyük risk bu olur. Tarihin her döneminde çok zorlu şartlar, durumlar ve zamanlar var. Tam o zamanlarda planlama yapanlar, stratejik düşünenler fırtına sonrasında ayakta kalıyor.
Düşünün her kış kuruyan dallar, her bahar çiçek açıyor. Mevsimler gelip geçiyor. Doğanın tüm vahşiliğine rağmen yapılması gerekeni, yapılması gereken zamanda tüm gücü ile yapan bir çiftçi; emekle, sabırla ve büyük bir umutla karşılığını bereketle alıyor. Yapmasalar muhtemelen dünyanın altı üstüne gelmişti… Biz üstümüze düşeni yapacağız. Yapıyor gibi görünmekten değil, gerçekten elimizden gelenin en iyisini yapmaktan, adanmaktan bahsediyorum. Sır, değiştirebileceklerimiz ile değiştiremeyeceklerimizin farkına varmak. Özel hayatımızda da, iş hayatımızda da sorunlar olacak. Bazı sorunlar var ki; olan olmuştur, değiştirilemez. Trajedi, o değişmez şeye kafayı takmaktır. İşte bu; ışığı, umudu, aklı, enerjiyi tüketen şeydir. Değiştirebileceğimiz tek şey, o soruna bakış açımızdır:
1-Sonsuza dek sürmeyecek.
2-Her zaman bir yolu vardır.
3-Tüm fırsattalar kriz elbisesi ile gelir.
Bugün bireysel başarılara imza atan isimlerin, 3 ila 6 nesil hayatta kalan yerli veya yabancı tüm markaların hikâyelerinden öğrenebileceğimiz şey; başlarına gelen krizlerin getirdiği kazanımlardır. Bunun için ekonomiye verdiğimiz kadar, manevi değerlere de zaman ayırmak gerekiyor. Neden yaptığımız, neyi yaptığımız kadar önem kazanıyor.
Peki, sizce her yaşta yeniden başlamak mümkün müdür? İnsanlar yeniden başlamaktan neden bu kadar korkuyor?
Bence yeniden başlamak ya da başarısız olmak bir yana, daha çok yargılanmaktan korkuyoruz. Korkmak çok normalleşiyor. Başarısız olmaktan, “Ne derler!” düşüncesinden, kimliklerimizin dışında bir iş yapmaktan çekiniyoruz. “Ben ev hanımıydım, öğretmendim, esnaftım, şimdi nasıl e-ticaret yaparım, pastane açarım, ev satarım” gibi düşüncelerden, denemeye bile cesaret edemiyoruz. Oysa yeniden başlamak bir isyan değil, bir fark ediştir. “Ben hâlâ buradayım. Benim hâlâ bir sözüm var.” diyebilmenin hâlidir… Evet, yeniden başlamak her yaşta, kesinlikle mümkün, çünkü yeniden başlamak yaşla ilgili değil, bilinçle ilgilidir. Hayatın her döneminde, bir yön değişimi yapma hakkımız var. İnsan ruhu aslında sürekli bir yeniden doğuşa, sürekli bir dönüşüme açık. Hayat sizi çağırdığı zaman, yaşınızın hiçbir önemi kalmaz. Bazen 25 yaşında bitmiş hissedersin, bazen 55’inde ilk kez başlıyormuşsun gibi… Aslında mesele yaş değil; cesaret, içindeki ateşle ilgili.
- Ayşe Kulin, uzun yıllar gazetecilik yaptıktan sonra roman yazmaya başladı. “Adı: Aylin” romanı ile 40’lı yaşlarından sonra edebiyat dünyasının eşsiz bir yıldızı.
- Cemal Süreya, memuriyet hayatı boyunca defalarca görevden alındı, maddi sıkıntılar yaşadı ama 40 yaşından sonra Türk şiirinin en etkili isimlerinden biri hâline geldi.
- Arzu Kaprol, mühendislik eğitimi sonrası modaya yöneldi ve sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en tanınmış tasarımcılarından biri oldu.
- Vera Wang, uzun süre gazetecilik yaptı. 40 yaşında ilk gelinlik koleksiyonunu tasarladı. Bugün dünyanın en ünlü tasarımcılarından biri.
- Julia Child, hayatının büyük kısmında ne yapacağını bilemedi, 50 yaşında ilk yemek kitabını yayımladı ve ABD’nin en ünlü aşçısı oldu.
- “Küçük Ev” serisi yazarı Laura Ingalls Wilder, çiftçilikle geçen bir hayatın ardından 65 yaşında ilk kitabını yazdı. Dünya çapında klasik hâline geldi.
- Martha Stewart, model ve borsa simsarlığından sonra 40’larında mutfak ve yaşam markasını kurdu, medya devi hâline geldi.
Zaman içinde bildiğimiz her şey değişime uğruyor. Yaş her zaman en önemli mazeretlerden biri. Oysa o zaman kadar edindiğimiz tecrübe, yeni deneyimlerimizi taçlandırır. Elimizdeki telefonları kullanmayı öğrenebildiğimize bakacak olursak, insan her şeye, her zaman, her şekilde uyum sağlayabilecek güçte. Kapımızın önündeki arabalar biz uyurken güncellenebiliyorsa, elimizdeki telefonları güncellediğimiz gibi bizim de kendimizi güncellemiş olmamız, kendimize borcumuz gibi görünüyor.
Düşünün; kendimizi yenilediğimiz için birine bağımlı olmadan yemek yiyebiliyor, yürüyebiliyor, yazı yazabiliyoruz. Hiçbirinde de başlangıçta bugünkü kadar iyi değildik. İnsanlık tarihinde de, aynı iç güdü ile ilerlediğimizi düşünüyorum.
Birçok kişi motivasyon konuşmalarını “fazla iyimser”, “gerçeklerden kopuk” buluyor. Sizi dinlediklerinde bu ön yargıyı kırmak için en çok hangi hikâyeniz ya da sözünüz işe yarıyor?
İnsanlar mucize hikâyeleri değil, gerçek hikâyeleri duyduklarında bağ kuruyorlar, ilham alıyorlar. Anlattığım; kendi hayatımdan ya da gerçek hayat hikâyelerinden, motivasyonun “Her şey harika olacak!” demekten daha farklı bir şey olduğu.
Hatırlatmaya çalıştığım şey; her şey berbat olabilir, düşebiliriz, düşmekte sorun yok, hâlâ ayağa kalkabileceğimiz, kararlılığımız, dayanıklılığımız ve ne kadar zamanda kalktığımızın önemi… Mesela bir dönem vardı —hem ekonomik olarak çökmüştüm, hem duygusal olarak. O kadar dipteydim ki, aynaya bakarken “Bitti…” demiştim. Ben o karanlıktan geçerken anladım ki gerçek motivasyon dışarıdan gelen etkiler ile değil, içeriden gelen kararda gizli. “Kaybolduysan, doğru yerdesin.”, çünkü kaybolmak bazen yeni bir yönün doğumudur. Kaybolmadan kendin için doğru yolu bulamıyorsun. Yanlış yolda olduğunu fark etmek, harika bir hediyedir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Dinleyicilerim o an anlıyorlar ki, ben pembe bir dünya anlatmıyorum. Ben, “Evet, hayat sandığınızdan da zor.” diyorum ama sonra ekliyorum: “Sen sandığından daha da güçlüsün, çünkü hâlâ buradasın.” İnsanlar, kendilerini keşfetmeye, kendilerine inanmaya, hatırlamaya ve sonra umut etmeye başlıyorlar. Böylece gerekeni yapıyorlar.
Zihinsel dönüşüm sürecinde en çok karşılaşılan iç direnç nedir ve bunu aşmak için ne önerirsiniz?
Zihnin görevi bizi korumaktır, büyütmek değil. Bu nedenle en büyük direnç dışarıdan değil, içeriden gelir. Birçoğumuz “Değişmek istiyorum!” deriz ama aslında bilinç “Hayır, güvenli bölgede kal.” der. Bu yüzden dönüşüm sürecinde en sık karşılaşılan iç direnç, alışkanlık konforudur… Zihin bilinmeyenden korkar. Yeni bir düşünce, yeni bir davranış, hatta yeni bir kimlik… Her biri mevcut “ben”i tehdit eder. İşte o noktada iç ses devreye girer: “Ya yapamazsan?”, “Zaten denemiştin.”, “Senlik değil.” Bu ses aslında kötü niyetli değildir, sadece bizi korumaya çalışır; ama büyüme, o sesin ötesinde başlar. Benim önerim şu: Direnci savaşarak değil, fark ederek aş. O korkunun altına bak; orada çoğu zaman eski bir yara, bir başarısızlık hatırası, bir reddedilme hikâyesi vardır. Ona şefkat gösterdiğinde direnç yumuşar. Zihnini düşmanın değil, yol arkadaşın olarak gör. Zihninin muazzam gücünü kullanmayı öğren. İlerlemene yardım etsin. Hikâye yazmasına ihtiyacımız yok, verdiğimiz hikâyeyi gerçekleştirsin, çünkü bu güce sahip.
Bir de şu cümleyi hep hatırlatırım danışanlarıma: Zihinsel dönüşüm, sadece yeni bir şey öğrenmek değil; eski kalıpları, korkuları ve kendini sınırlayan hikâyeleri bırakmaktır. İlk hedefimiz o görünmez engelleri fark etmek ve dönüştürmektir. Zihnin, seni geçmişte koruyan şeylerle bugüne hapsetmeye çalışıyor olabilir. Bu farkındalık çok güçlü bir kapı açar, çünkü dönüşüm, “yeni bir ben yaratmak”tan çok, “artık bana hizmet etmeyen beni bırakmak”tır. En güzeli de şu: O bıraktığın her şeyin ardında, seni bekleyen daha özgür, daha güçlü bir sen vardır.
Hayat bizi bazen kendi iç sesimizden uzaklaştırıyor. Sizin kendi iç sesinizi duymaya başladığınız dönüm noktası neydi? Bu fark ediş bir anda mı oldu, yoksa yavaş yavaş mı şekillendi?
Benim için bu fark ediş, bir anda olmadı. Çok uzun bir yolculuktu. Bir dönem, dış dünyanın sesi o kadar yüksekti ki herkesin benden bir beklentisi vardı: Meli malılar, mükemmel ol, güçlü kal, hata yapma, ilerle, üret… O seslerin içinde kendimi kaybettim.
Ne hissettiğimi bile duyamıyordum, çünkü hep bir “yetişme” hâlindeydim.
Merkezimizi bulmak ayrı, orada kalmak ayrı bir efor gerektiriyor. İç sesimizi, dışarıdaki seslerin baskınlığında yitiriyoruz. İç seslerin ayrıştırılması da zor oluyor, çünkü orası da karışık. Hiçbir şey yapmadığım, yapamadığım zamanlarım oldu. Yola çok erken çıktığım için delilikle yaftalandığım da oldu, yaşım geçtiği için boşa kürek çektiğimi düşünenler de. Anlamlandıramadığım ve anlatamadığım için sağlığımı yitirdiğim dönemler de…
Bunun için benim kendimi daha yakından tanımam gerekti. Öncelikli değerlerimi, olmazsa olmazlarımı, beni gerçekte neyin mutlu edeceğini, yetenek, beceri ve niyetimi bulmam gerekti. Bunun için derin kazmam, denemeye cesaret etmem gerekti. Buna zaman, enerji, para yatırmam, emek vermem, yaralanmam, iyileşmem, tekrar denemem, Doğu-Batı bilgeleriyle, kadim bilgelikle ve yakın bilimle buluşmam gerekti. Gençlerden ters mentörlük aldığım zamanlar da oldu. Daha çok, bir sessizliğin içinde yavaş yavaş büyüyen bir fısıltı gibiydi sesim ve o sessizlikte, içimden çok sade bir cümle geldi daha önce akıl hocamdan duyduğum: “Bu yola hangi niyetle çıktın, senin için doğru olan ne, Saadet?” İşte o andan sonra fark ettim; iç sesim aslında hiç susmamıştı, sadece ben ona kulak vermemeyi öğrenmiştim. O günden beri her şey değişti. Artık sessizliği bir boşluk olarak değil, bir rehber olarak görüyorum, çünkü iç ses dediğimiz şey, kalbimizin bizimle konuşma biçimi ve kalp her zaman gerçeği söyler, bizim için belirli ve doğru olan yol haritasını bilir ve daima yönlendirir; yeter ki biz onu duymaya cesaret edelim. Sonuç: Şimdi benden öncekilere, bana ve benden sonrakilere iyi gelen, kanıtlanmış bilgiyi paylaşmaya çalışıyorum. Hayatınızda size engel oluşturan, geciktiren zorluklara araç setleri sunuyorum. Ben biliyorum ki, bu gezegene eşsiz bir hizmet için geldik. O nedir diye niyet edersek, inanılmaz bir süreç başlıyor. Hayatımızı ve dünyayı iyi edecek hâle geliyoruz. Çaba, kararlılık, dayanıklılık, çeviklik harmonisi ile beden, ruh, duygu ve zihin bütünlüğü içinde ortalamanın da üstünde işlere imza atabiliyoruz.
Hatırlatmaya çalıştığım şey; her şey berbat olabilir, düşebiliriz, düşmekte sorun yok, hâlâ ayağa kalkabileceğimiz, kararlılığımız, dayanıklılığımız ve ne kadar zamanda kalktığımızın önemi… Mesela bir dönem vardı —hem ekonomik olarak çökmüştüm, hem duygusal olarak. O kadar dipteydim ki, aynaya bakarken “Bitti…” demiştim. Ben o karanlıktan geçerken anladım ki gerçek motivasyon dışarıdan gelen etkiler ile değil, içeriden gelen kararda gizli. “Kaybolduysan, doğru yerdesin.”, çünkü kaybolmak bazen yeni bir yönün doğumudur. Kaybolmadan kendin için doğru yolu bulamıyorsun. Yanlış yolda olduğunu fark etmek, harika bir hediyedir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Dinleyicilerim o an anlıyorlar ki, ben pembe bir dünya anlatmıyorum. Ben, “Evet, hayat sandığınızdan da zor.” diyorum ama sonra ekliyorum: “Sen sandığından daha da güçlüsün, çünkü hâlâ buradasın.” İnsanlar, kendilerini keşfetmeye, kendilerine inanmaya, hatırlamaya ve sonra umut etmeye başlıyorlar. Böylece gerekeni yapıyorlar.
Zihinsel dönüşüm sürecinde en çok karşılaşılan iç direnç nedir ve bunu aşmak için ne önerirsiniz?
Zihnin görevi bizi korumaktır, büyütmek değil. Bu nedenle en büyük direnç dışarıdan değil, içeriden gelir. Birçoğumuz “Değişmek istiyorum!” deriz ama aslında bilinç “Hayır, güvenli bölgede kal.” der. Bu yüzden dönüşüm sürecinde en sık karşılaşılan iç direnç, alışkanlık konforudur… Zihin bilinmeyenden korkar. Yeni bir düşünce, yeni bir davranış, hatta yeni bir kimlik… Her biri mevcut “ben”i tehdit eder. İşte o noktada iç ses devreye girer: “Ya yapamazsan?”, “Zaten denemiştin.”, “Senlik değil.” Bu ses aslında kötü niyetli değildir, sadece bizi korumaya çalışır; ama büyüme, o sesin ötesinde başlar. Benim önerim şu: Direnci savaşarak değil, fark ederek aş. O korkunun altına bak; orada çoğu zaman eski bir yara, bir başarısızlık hatırası, bir reddedilme hikâyesi vardır. Ona şefkat gösterdiğinde direnç yumuşar. Zihnini düşmanın değil, yol arkadaşın olarak gör. Zihninin muazzam gücünü kullanmayı öğren. İlerlemene yardım etsin. Hikâye yazmasına ihtiyacımız yok, verdiğimiz hikâyeyi gerçekleştirsin, çünkü bu güce sahip.
Bir de şu cümleyi hep hatırlatırım danışanlarıma: Zihinsel dönüşüm, sadece yeni bir şey öğrenmek değil; eski kalıpları, korkuları ve kendini sınırlayan hikâyeleri bırakmaktır. İlk hedefimiz o görünmez engelleri fark etmek ve dönüştürmektir. Zihnin, seni geçmişte koruyan şeylerle bugüne hapsetmeye çalışıyor olabilir. Bu farkındalık çok güçlü bir kapı açar, çünkü dönüşüm, “yeni bir ben yaratmak”tan çok, “artık bana hizmet etmeyen beni bırakmak”tır. En güzeli de şu: O bıraktığın her şeyin ardında, seni bekleyen daha özgür, daha güçlü bir sen vardır.
Hayat bizi bazen kendi iç sesimizden uzaklaştırıyor. Sizin kendi iç sesinizi duymaya başladığınız dönüm noktası neydi? Bu fark ediş bir anda mı oldu, yoksa yavaş yavaş mı şekillendi?
Benim için bu fark ediş, bir anda olmadı. Çok uzun bir yolculuktu. Bir dönem, dış dünyanın sesi o kadar yüksekti ki herkesin benden bir beklentisi vardı: Meli malılar, mükemmel ol, güçlü kal, hata yapma, ilerle, üret… O seslerin içinde kendimi kaybettim.
Ne hissettiğimi bile duyamıyordum, çünkü hep bir “yetişme” hâlindeydim.
Merkezimizi bulmak ayrı, orada kalmak ayrı bir efor gerektiriyor. İç sesimizi, dışarıdaki seslerin baskınlığında yitiriyoruz. İç seslerin ayrıştırılması da zor oluyor, çünkü orası da karışık. Hiçbir şey yapmadığım, yapamadığım zamanlarım oldu. Yola çok erken çıktığım için delilikle yaftalandığım da oldu, yaşım geçtiği için boşa kürek çektiğimi düşünenler de. Anlamlandıramadığım ve anlatamadığım için sağlığımı yitirdiğim dönemler de…
Bunun için benim kendimi daha yakından tanımam gerekti. Öncelikli değerlerimi, olmazsa olmazlarımı, beni gerçekte neyin mutlu edeceğini, yetenek, beceri ve niyetimi bulmam gerekti. Bunun için derin kazmam, denemeye cesaret etmem gerekti. Buna zaman, enerji, para yatırmam, emek vermem, yaralanmam, iyileşmem, tekrar denemem, Doğu-Batı bilgeleriyle, kadim bilgelikle ve yakın bilimle buluşmam gerekti. Gençlerden ters mentörlük aldığım zamanlar da oldu. Daha çok, bir sessizliğin içinde yavaş yavaş büyüyen bir fısıltı gibiydi sesim ve o sessizlikte, içimden çok sade bir cümle geldi daha önce akıl hocamdan duyduğum: “Bu yola hangi niyetle çıktın, senin için doğru olan ne, Saadet?” İşte o andan sonra fark ettim; iç sesim aslında hiç susmamıştı, sadece ben ona kulak vermemeyi öğrenmiştim. O günden beri her şey değişti. Artık sessizliği bir boşluk olarak değil, bir rehber olarak görüyorum, çünkü iç ses dediğimiz şey, kalbimizin bizimle konuşma biçimi ve kalp her zaman gerçeği söyler, bizim için belirli ve doğru olan yol haritasını bilir ve daima yönlendirir; yeter ki biz onu duymaya cesaret edelim. Sonuç: Şimdi benden öncekilere, bana ve benden sonrakilere iyi gelen, kanıtlanmış bilgiyi paylaşmaya çalışıyorum. Hayatınızda size engel oluşturan, geciktiren zorluklara araç setleri sunuyorum. Ben biliyorum ki, bu gezegene eşsiz bir hizmet için geldik. O nedir diye niyet edersek, inanılmaz bir süreç başlıyor. Hayatımızı ve dünyayı iyi edecek hâle geliyoruz. Çaba, kararlılık, dayanıklılık, çeviklik harmonisi ile beden, ruh, duygu ve zihin bütünlüğü içinde ortalamanın da üstünde işlere imza atabiliyoruz.