“Resim Benim Hayatım” Serdar Leblebici
Sulu boya tekniği ile resme başlayan ve ardından yağlı boya ile çalışmalarına devam eden Ressam Serdar Leblebici, kelimeleri renkleriyle canlandırarak hikâyesini anlatıyor. Yaratıcılığındaki dönüm noktalarına da değinen Serdar Leblebici, sanatını MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Eserlerinizde soyut ve renkçi bir ifadeniz var. Hangi deneyimler ve etkiler sonrasında bu şekilde çalışmaya başlamıştınız?
İlk tekniğim sulu boyadır. Teknikler arasında en zor olan teknikle bu yolculuğumun başlamış olması, pentür tekniklerine geçtikten sonraki süreçte bana çok önemli katkı ve avantaj sağlamıştır. Takdir edersiniz ki sulu boyada; aynı anda boyaya, suya ve konuya hakimiyet zordur. Resmi oluşturma ve sonuçlandırmada çabuk karar verebilme ve hız, belirleyicidir. Bu deneyimimden aldığım güç ile yağlı boya dönemime geçişim zor olmadı. Ele aldığım konuları seriler halinde çalışmaya başladım. Düşünsel ve dokusal anlamda çok katmanlı resim dilimi, zaman içinde hem ele aldığım konularımı hem de pentürel zenginlik anlamında geliştirme, yarışımı kendimle sürdürme gayretindeyim. Renk tercihleriniz, aslında sizin karakterinizi de otaya koyuyor. Paletimde renk sınırlaması olmamasına rağmen, vurgu yaptığım, başrol verdiğim renklerin gücünü arttırmak adına grilerle, yani nötr renklerle denge kuruyorum. Elbette kullandığım bu renklerin; yorumladığım temanın duygusunun önüne geçen değil, tam tersi o duyguyu öne çıkaran, pekiştiren rolünü önemsiyorum. Kendime ait soyutlama dilimi kullanarak, resim yapıyorum gerçeğini ıskalamadan kompozisyondaki tüm dengeleri kuruyorum. Işık olgusu bana heyecan verir, en az renk kadar. Güçlü kontrast ışıkların, hele koyu planlar içindeki varlığı kompozisyonun dinamizmini arttırır. Önce ben heyecanlanmalıyım. Resmi ölümsüz kılan, içinde barındırdığı duygu ve düşüncedir. Bu da ressamım samimi üretiminin sonucudur. Sonrasında, paylaştığımızda da izleyene geçebiliyorsa o duygu ve heyecan, üreten için tarifi imkânsız hazdır, maneviyatınızı yükseltir. Yaşadığımız sürece, her an yeni bir şeyler öğreniyoruz. Hayatın akışı bize yeni deneyimler sunuyor. İnişli çıkışlı ruh halleri, görsel ve işitsel bombardıman, okuduklarımız, tanık olduğumuz; yerdiğimiz ya da övdüğümüz insan ilişkileri, duygu dalgalanmaları… Bu izler, anı parçacıkları; üretimime yansıyor. İçsel yolculuklarımın özünü oluşturan birikimlere dönüşüyor ve sonrasında dışa vuruluyor duygular, düşünceler serilerimle: “Gövdeler”, “Peyzaj”, “Portre”, “Lotus”, “Gizemli Nü”, “Şehrin Kıyısında”, “Mitoloji”.
Peki, bu renkliliğin arkasındaki düşünce nedir?
Işığın adeta aktığı alanlar, duyguyla harmanlanan desen gücü ve ifadenin araştırıldığı sancılı alanlar. Yani kendinize döndüğünüz anlar. Her resimde kendinizi açıyorsunuz aslında. Kelimeler renkleriniz oluyor, kendi hikâyenizi yazıyorsunuz samimiyetle.
“Gizemli Nü”deki kadınlar hangi rolleri üstleniyor?
Kadın imgesi… Kusursuzluğun bendeki tanımıdır. Üstlendiği rol, resmederken bende uyandırdığı heyecandır.
“Portre” serinizdeki tek göz detayı sizin için ne anlama geliyor? İzleyicilere vermek istediğiniz mesaj nedir?
Tek göze odakladığım, çoğunlukla uç duyguları araştırdığım bir alanım. İfadenin sadece tek gözle verilebileceği güçlü anlatımı önemsiyorum. Model kullanmaksızın, kendi soyutlama dilimi kullanarak, portre detaylarını en aza indirip, baş anatomisini yer yer deformasyona uğratıp tüm ilgiyi gözde toplamaya çalışıyorum. O göz de, barındırdığı duyguyla izleyene, benim iç dünyamı keşfetmek için bir davet sunuyor. Bir temas kuruyorum içsel yolculuklarıma ortak olmak isteyenlerle. Bunu bir mesaj kaygısıyla yapmıyorum.
Çalışmalarınızdaki zaman kavramını nasıl yaratıyorsunuz? Zamanın geçişini ve değişimini nasıl ifade ediyorsunuz?
“Her resmim benim yeniden doğuşumdur.” özdeyişimle, kendi çapımda zaman olgusuna üretimimi önemseyen bir karşılık vermiş oluyorum. Çalışıp üreterek zamanı lehimize çeviriyoruz aslen. Üretirken zamanı nasıl yaşıyorum? Emin olun bilmiyorum. Zaman ve mekân olgusunu yitirdiğim anlar… Üretim süreci astar aşamasıyla başlar. Resmin direnme süreciyle devam eder. Direndikçe direnir. Sizin sinirinizin limitlerini sınar hatta. Burada zaman önemini kaybetmiştir. Sadece siz ve yüzeyle savaşınız vardır… ve teslim alırsınız. Biten resmin hazzı da kısa sürer, yeni resminizin sancılarıyla baş başa kalırsınız. Ebat da, yüzey farkı da, çizer-boyar malzeme de önemsizdir bu akan zamanda. Mabedinizdir atölyeniz, yaşadıklarınızın tek tanığıdır. Evet, zaman akıyor, değişiyor, bizi de değiştiriyor… Eksiltiyor, çoğaltıyor. Bana kattıklarıyla hayat ve üretim tempomun sürekliliği beni hep çoğaltıyor.
Geçmişten bugüne sanatınızdaki değişim ve gelişim süreciniz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yaratıcı yolculuğunuzda önemli dönüm noktaları oldu mu?
Gelişme var olduğu müddetçe süreç anlamlıdır ve değerlidir. Risk almadan gelişme kaydedemezsiniz. O riskler ki kendinize tattıracağınız heyecan ve hazlardır, yan yollardır. Yeri geldiğinde mutsuzluğunuzun kaynağıdır. Yılmak yok. İnanarak gücünüzün, neler yapabileceğinizin aynasını kendinize tutarak yol almalı… Yaratıcı yolculuğumun dönüm noktaları; sevgili eşimle hayatı paylaşma kararımız ve canım kızımın dünyaya gelmesidir. Aynı çatı altında aynı dünyayı, sanatı soluyor olmamızdır… Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine girişim… Annemin, babamın, kardeşimin desteği; değerli hocam ile tanışmamdır. Yol aldığım sanatçı dostlarımın gücü, sanatıma inananların varlığıdır… Paris’tir. Galerie L’Amour de L’Art’tır.
Çalışmayı ve üretmeyi öncelikli kılan yaklaşımım, sevgi ve saygıyı, duyarlı olmayı ve dostluğu önemseyen değerlerim, beni var eden değerlerdir. Tümü bu akışta zincirin birer halkalarıdır. Bir dünyamız var, bir hayatımız var. Bu nedenle, tüm dünya barış içinde, tüm canlılar uyum içinde yaşasın dileğimin karşılık bulmasını istiyor ve bunu şiddetle talep ediyorum.
Son olarak; sanatınızı yaptığınız ortam nasıl olmalı?
Sanatımı sürdürebildiğim alanım atölyem, atölyemse benim dünyamın yansımasıdır. İçinde olma hali ve duygusunu tarif edemem. İçinde olmaktan mutlu olduğum, sancılandığım, heyecanlandığım, kendime döndüğüm, iki boyutun yetersiz kaldığı anlarda üç boyutu deneyimlediğim; kısacası ürettiğim, ürettikçe var olduğum, çoğaldığım bir alandır. Resim benim işim değil, beni hayata bağlayan ana damardır.