Orada Duruverseydi Zaman
Müzikal belgesel projeleri “Orada Duruverseydi Zaman” ve “Orada Duruverseydi Kemal” ile tarihte yaşanan gerçekleri öğrenmemize vesile olan sanatçı Pınar Ayhan, tüm ezberleri bozuyor…
Sanatın hayatınızdaki yerini bir cümleyle özetlemenizi istersek ne söylemek istersiniz?
Sanatın; hayatın ve doğanın özündeki cevher olduğunu fark ettiğim zaman tamamlandım.
Bir müzikal belgesel projesinin fikir sahibisiniz, bu proje nasıl gerçekleşti? Kendinizi bu projede nasıl hissediyorsunuz?
Yola çıkarken yapacağım şeyin adını koymamıştım. Tek amacım, gençlik yıllarımdan bu güne kadar edindiğim bilgileri ve yeteneklerimi birleştirerek kendi içimde bir devrim yaratmaktı. Ezbere yaşadığımız hayatlarımızda idrak edemediğimiz şeyler var. Neden-sonuç ilişkisini kuramadığımız hayatlar yaşıyoruz. İçi boş baloncukların rastgele saçıldığı hissini veren cevapsız boşluklarla dolu hayatlar… Geçmişimizi bize hep başkalarının anlatmasına izin vermişiz. Onlar ne kadar anlatmışsa, o kadarını bilmişiz. Tarihçiler, köşe yazarları, edebiyatçılar, kendi dimağları yettiğince anlatmışlar bizlere hayatı.
Televizyon programcılığım sona erdikten sonra, izleyiciyle göz göze temas kurma isteğim ve odaklı okumalarımın ardından, bambaşka bir ortama evrildim. Kendimi, daha önce hiç fark etmediğim detayları incelerken buldum. Yakın tarihimizde saklı bilincin, bugünümüzü ne denli şekillendirdiğini fark etmek, beni çok heyecanlandırdı. Okuduğum tarih kitapları, ilgimi çeken konular hakkında görüştüğüm insanlar, onların sakladıkları anılar, hikayeler, fotoğraflar… Hepsi de kendimi, tarihin sır gibi saklanan dehlizlerinde yürürken bulmama sebep oldu. Sanki, bugünde aradığım kendimi dünde bulmuş kadar heyecanlandım. Rastgele saçılmış baloncukların içi dolmaya başladı. Taşlar yerli yerine oturmaya, bir puslu deniz üzerinde hayal meyal seyrettiğini gördüğüm geminin limanıma yaklaşması ve rengiyle, cismiyle netleşmesi gibi bir duyguyla tanışmaya başladım. Geçmişten öğrendiğim her bir hikaye, her bir karakter anlatılmayı istedi sanki benden. Silikleşmiş silüetlerinin yeniden belirginleşmesini, yaşadıkları dönemde sahip oldukları önemin hatırlanıp, hayat dediğimiz ve çekiminde hepimizin payı olan filmde aldıkları rollerinin bilinmesini istediler. Bilindiği taktirde, adeta birer kutup yıldızı, birer pusula, birer deniz feneri görevi gören hayatlar var içlerinde…
Öyle olaylar, öyle insanlar gelmiş geçmiş ki tarihten, zamanın ruhuna kattıkları değere rağmen unutulup gitmelerinin öcünü, bugünümüzü anlaşılmaz hale getirerek, dün ve bugün arasında köprü kuramadığımız için kaybolup gitmemize sebep olarak almışlar.
Tüm bu aydınlanma coşkusuyla, şarkıcılık ve sunuculuk yönlerimi de birleştirince, daha önce yapmadığım bir iş çıktı ortaya. Eğer yeterince kulak verilirse, günlük hayatın detayları arasında müzik de duyulabilir, şiir de… Yani, sıradanmış gibi gelen her gün, bize bir sanat eseri yaşatır aslında. Hayata bu bütüncül anlayışla bakabildiğiniz zaman fonda çalan müzik, sağdan soldan gelen sesler tam bir sahne eserine dönüşür. Sanat dediğimiz şey, bütün bu olguları, belli bir zaman dilimine sığdırıp, kutsal bir ahenk içinde olduğu gibi yansıtmaktır aslında. Benim yaptığım da bu. Şarkısıyla, türküsüyle, şiiriyle, tiradıyla, hüznüyle, neşesiyle bir döneme ait yaşanmışlıkları sahneye koymak…
Son oyunlarınız “Orada Duruverseydi Zaman” ve “Orada Duruverseydi Kemal”e olan ilgiden memnun musunuz? Nasıl yorumlar alıyorsunuz?
Gördüğümüz ilgi, daha önce yaptığımız hiçbir işte gördüğümüz ilgiye benzemiyor. Sanki, herkes bu işi yapmamı bekliyormuş da, gerçekleştirince bana verilen görevi yerine getirmişim gibi bir huzur ve keyif var içimde. 10 yaşından 90 yaşına kadar, izleyen ve heyecanlanan öyle çok izleyicimiz oldu ki… Bugüne kadar yaklaşık 8 bin kişiyle göz göze geldik, ağladık, güldük. Gösterimizi izleyen, 17 yaşında bir delikanlının sözleri, pek çoy şey anlatıyor:
“Cuma akşamı ODTÜ Koleji’ndeki müzikli anlatınızı, bu okulun bir öğrencisi olarak izleme fırsatını yakaladım. Bu eşsiz gösteri için size teşekkürlerimi sunmak istedim. Gösteri boyunca benim için zamanın durduğunu söylemeliyim. Hikayeleriniz sayesinde, nasıl bir milletin evladı olduğumu tekrar kavramamı sağladınız. Günümüzde git gide yok sayılmaya çalışılsa da, bu ülkenin, cumhuriyetin ne denli anlamlı ve önemli değerler üzerine kurulu olduğunu gösterdiniz. Eminim ki, salonda bulunan benim gibi birçok genç için hikayeleriniz birer ilham kaynağı ve yol gösterici olmuştur. İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde, sanat, bilim, demokrasi, insanlık ve Atatürk ilkeleri yolunda emin adımlarla yürüyüşümüzü anlamlandırdınız. Duygu ve anlam yüklü bu gösteri için size çok teşekkür ederim, emeğinize ve yüreğinize sağlık.
En içten dileklerimle,
Kıvanç Sezer…”
Bu oyunlarla birlikte izleyicilere aktarmak istediğiniz mesaj ve hissettirmek istediğiniz duygu neydi?
Mesajım gayet açık ve net; gerçeklerin tarihte birer anı olarak kalmış olmaları bir yanılsamadır. “Gerçek” her dönem varlığını korur. Onu eğip bükmek, varlığından ve anlamından kaybettirmez. Onu inkar etmek gerçeklerin sorumluluğunu taşıdığımız gerçeğini de değiştirmez. Ya tarihte yaşanan gerçekleri öğrenip, anlayıp kabul edeceğiz ya da yaşananlardan ders alma fırsatını kaçırarak sonsuza dek kısır döngü içinde acılar çekmeye devam edeceğiz.
Peki gerçekten geçmişimize bir dönüp bakarsak modern Türkiye’nin yani, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki modern kadınlarımızın hayatını kendi bakış açınızla nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhuriyet en çok kadın içindir, en çok kadını temsil eder. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile öz güvene kavuşan kadın, Osmanlı döneminde nüfus sayımında, sayıma dahil edilen hayvanların yanında hiçbir değer ifade etmiyordu. Kadın, dünyaya kafesli pencereler ardından bakmaya mahkum edilmişken, Cumhuriyet bize insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki; bu kütlenin bir kısmını ilerletelim, öteki kısmını ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki; bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça, öteki kısmı göklere yükselebilsin?” diyen bir büyük devlet adamı tarafından armağan ediliyor. Genel olarak eğitimi son derece önemseyen bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk, kız çocuklarının eğitilmesine özel bir önem veriyor.
Eğitim hayatları nasıldı, bugünkü eğitim sistemine ne gibi katkıları oldu?
Mesela, manevi evladı Afet İnan, Atatürk’ün üzerinde eğitim konusunda adeta bir çalışma yaptığı “eğitilen kız çocuğu” modeli olmuş bir tarihi karakterdir. Tarihte yerinde olmaya en çok özendiğim karakterlerden de biridir üstelik… Hem ülkenin kalkınma deviniminin en şiddetli etkisiyle yaşandığı dönemi hissedebilmiş hem de dünya çapında bir liderin himayesinde büyümüştür. Türk kadınına bir rol model olma görevi de üstlenmiştir bu sayede. Yurt dışında eğitim görerek, tarih ve sosyoloji profesörü olmuş, Türkiye’de Türk Devrim Tarihi Kürsüsü’nü kurmuştur. Modern Türk kadını kimliğini, kadın haklarını, evrensel bilgilere dayandırarak inşa etmiştir.
Şık, temiz, asil ve güçlü duruşu olan Cumhuriyet kadınlarımızın moda anlayışları nasıldı sizce?
O yılların şıklığı, modern dünya stiline uyumun hızla gerçekleşmesine dayanıyor. Çarşaftan yenice çıkan Türk kadını, vücut hatlarını ortaya koyan kıyafetler giymeye, Çarliston (Charleston) stili ile başlıyor. İstanbul’da saçlarını feracelerin hapsinden kurtaran kadınlar, bir model saç kesen (Bob stil) Fransız kuaförlerinde alıyorlar soluğu. Evden çıkmayan, dolayısıyla güne, spora gitmeyen; kongrelere katılmayan; balolara, çaylara davet edilmeyen Türk kadını, yavaş yavaş sokağa çıkmaya başlıyor. Giyimine kuşamına, öz bakımına özenmeye başlıyor. Görünür hale gelmek adına para harcıyor ve sosyal yaşamda yerini alıyor.
Çok uzun ve zorlu mücadelelerin eseri bir Cumhuriyet’e sahibiz. Şık, temiz, asil ve güçlü duruşu olan kadınlar olmak için büyük çabalar sarf edildi. Bu güçlü duruşun mimarı kadınların önünü açan Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e, O’nun hayalini kurduğu gibi sapasağlam, çağdaş, uygar, bir Türkiye borçluyuz. Sürdüğümüz her parfümün, her farın, rujun, giydiğimiz her şık kıyafetin, kullandığımız her saç boyasının, çantanın, aksesuarın bizim yerimize ödenmiş bir bedeli var. Bugün için sıradanmış gibi görünen bu detayları bizim için kullanabilir hale getiren kadınlara da, Ata’mıza da ödeyecek bir borcumuz var. Bu borcu ödemenin en iyi yolu, çok okumak, çalışmak, üretmek ve modern dünya ölçülerinde hayat yaşamak için kendimizi ve ülkemizi hiç durmadan geliştirmektir.