© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Mirza Kök-Ankara’nın Gizli Işıkları

Mirza Kök-Ankara’nın Gizli Işıkları

Ankara’nın sessiz sokaklarında gizlenen hikâyeleri grafik bir sezgiyle keşfeden, gecenin mimarisiyle düşünen ve gündüzün ışığında anlam arayan Mirza Kök, objektifinden Ankara’ya bakışını MAG Okurları için anlatıyor.

 

 

Ankara’nın mimarisi, renkleri ve ışığı size nasıl bir görsel ilham veriyor? Gündüz ve gece arasında favoriniz var mı?

Ankara, ilk bakışta sert ve gri gibi görünse de aslında çok katmanlı, çok derinlikli bir görsel hikâye anlatıyor. Bu şehirde ilham, klişe estetiklerin dışında bir yerde duruyor. Modernist mimarisiyle Cumhuriyet’in kurucu ideallerini, tarihî mahalleleriyle Anadolu’nun köklü kültürünü aynı anda içinde taşıyor. Bu iki uç arasında sıkışmış değil, tam tersine, bir bağ kuruyor. Ben bu bağı çok önemsiyorum. Grafik tasarımcı olarak, bir yapı formundan, bir sokak dokusundan ya da yıpranmış bir apartman duvarındaki renk katmanlarından besleniyorum. Ankara’nın yalınlığı, bazen çok daha güçlü bir tasarım duygusu uyandırıyor bende, çünkü sana bir şeyleri dayatmıyor; seni izlemeye, okumaya, anlamaya davet ediyor. Renkler açısından Ankara, pastel tonlarla toprak renkleri arasında bir geçiş hâlinde. Özellikle sonbaharda o mat sarılar, soluk turuncular, gökyüzünün griliğiyle birleşince ortaya melankolik ama çok zarif bir palet çıkıyor. Kışın puslu ışığı, fotoğraf gibi çalışıyor her şey filtrelenmiş gibi; ama sonra bir bahar sabahı geliyor ve Atatürk Bulvarı’nın ortasına düşen o dik ışık, her şeyi yeniden kuruyor.

 

Gece mi gündüz mü konusunda, kesinlikle geceyi seçerim. Ankara geceleri, sessizliğin mimarisidir. Caddeler boşaldığında, binaların çizgileri daha net görünür. Özellikle eski yapılar ve sokak lambalarının oluşturduğu gölge oyunları, bir tasarımcı olarak bana dramatik bir sahne gibi gelir. Gündüz ilham verir; gece ise düşündürür. Tasarımın da tam bu ikisinin arasında bir yerde durduğuna inanıyorum.

 

Ankara sokaklarında yürürken hangi detaylar sizi durdurup kareye almaya zorluyor? Grafik tasarımcı gözünüz bu anları nasıl okuyor?

Ankara’nın en sevdiğim yanı, ilk bakışta sade ve sıradan görünen yapısının altında keşfedilmeyi bekleyen pek çok gizli hikâye barındırması. Benim için fotoğraf, bu hikâyeleri görünür kılmanın bir yolu. Genelde insanların hızlıca geçip gittiği, dikkat etmediği arka sokaklar, apartman boşlukları, paslı yangın merdivenleri ya da terk edilmiş yapılar bana ilham veriyor. Gözüm bu detaylara takıldığında orada bir potansiyel görürüm, bir ışık kırılması, dokuların üst üste bindiği bir yüzey ya da zamanla aşınmış bir tipografi mesela… Bunlar, hem grafik tasarım hem de fotoğraf açısından beni çeken unsurlar.

 

Bir fotoğraf sanatçısı olarak baktığımda, Ankara’nın keşfedilmemiş açılarında ışığın yönü, gölgelerin uzunluğu ve kompozisyonun sadeliği ön plana çıkar. Grafik tasarımcı yanım ise bu anları kareye alırken bilinçli bir düzen kurmamı sağlar, kadrajı sadece estetik değil, anlam katmanlarıyla da zenginleştirmeye çalışırım. Bazen bir duvarın dokusu ile önünden geçen bir figürün silüeti, sadece o ana özgü bir grafik denge oluşturur ve ben deklanşöre basarım. O an hem görsel bir not hem de Ankara’nın görünmeyen bir yüzü olur.

 

Benim için fotoğraf, bir şeyi göstermekten çok, oradaymışsın hissi yaratmakla ilgili. Bu yüzden sık sık POV (point of view) fotoğrafçılığıyla çalışıyorum. Yani izleyicinin göz hizasından, onların bakıyormuş gibi hissedeceği şekilde kareler oluşturuyorum. Bu yaklaşımda kadraj yalnızca estetik değil, aynı zamanda deneyimsel oluyor. Ankara’da bir sokakta yürürken karşıma çıkan ani bir ışık veya gölge oyunu ya da bir binanın simetrik detayları, o anda bir tasarım objesi gibi gözümde şekilleniyor. Grafik tasarımcı kimliğim de tam burada devreye giriyor. Çizgi, form, renk geçişleri ve ritim gibi unsurları farkında olmadan analiz edebiliyorum.

 

Bir gün boyunca sadece Ankara’nın gece ışıklarıyla çalışmak zorunda olsanız, hangi malzeme ve teknikleri seçerdiniz?

Ankara’nın gece ışıkları serttir ama bir o kadar da karakterlidir. Soğuk beyaz sokak lambaları, kırmızı neon tabelalar, otobüslerin camından dışarıya taşan yumuşak ışıklar… Hepsi birlikte kentin gece yüzünü çizer. Teknik olarak uzun pozlamayla çalışmayı tercih ederim, çünkü Ankara’nın gece ritmi durağan değil, akışkan. Araba farlarının çizgilere dönüştüğü kareler, metrodan çıkan insanların silüetleri, rüzgârla titreyen ışıklı tabelalar… Bunlar geceyi sadece belgelemek değil, görsel olarak da dönüştürmek için çok uygun malzemeler. Renk sıcaklıklarıyla bilinçli oynamayı severim. Ankara’nın soğuk gece tonlarını bozmadan, içine kırmızı, mor veya yeşil tonlar ekleyerek grafiksel bir atmosfer yaratmaya çalışırım. Tüm bu hareketler, fotoğrafın içinde çizgiye, ritme ve formun kendisine dönüşüyor. Bu çizgiler sadece hareketi değil, aynı zamanda Ankara’nın gece enerjisini de yansıtıyor.

 

Son yıllarda benim için gece şehir çekimlerinde en büyük farkı yaratan araçlardan biri de drone. Özellikle karanlık saatlerde şehri kuş bakışı görmek, insan gözünün erişemeyeceği bir bakış açısı sunuyor. Drone ile çekim yaparken, ışık kaynaklarının şehre nasıl yayıldığını gözlemleyebiliyorum. Cadde ışıklarının oluşturduğu çizgisel yapılar, kavşaklardaki simetrik yoğunluklar ya da parlayan renkli ışık halkaları… Bunların hepsi grafiksel kompozisyonlar için mükemmel birer malzeme…

Son olarak, tüm bu ışık izlerini ve dokuları dijital ortamda bir araya getirerek katmanlı kompozisyonlar oluştururum. Fotoğraf burada sadece belge değil, bir tür görsel malzeme olur artık. Tıpkı bir kolajda olduğu gibi, ışığı grafik bir eleman gibi kullanmak. Ankara’nın gece yüzünü sadece göstermek değil, yeniden tasarlamak anlamına gelir.

 

Yapay zekâ ile oluşturulan görsel sanatlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yapay zekâ ile oluşturulan görsel sanatlar bence görsel dilin evriminde yepyeni bir dönemi temsil ediyor. Özellikle fikir geliştirme, kompozisyon arayışı veya alternatif perspektifler üretme aşamasında çok güçlü bir araç. Özellikle grafik tasarım sürecinde, hızlıca eskiz üretmek ya da bir fikri görselleştirmek açısından zaman kazandırıyor; ancak, burada yapay zekâyı sadece bir araç olarak görmek çok önemli, çünkü yaratıcı sürecin kendisi, hâlâ insana ait, sezgiye, deneyime, kültürel bağlama ve duygusal katmana dayanıyor. Ben bir fotoğraf sanatçısı olarak özellikle şunu gözlemliyorum; yapay zekâ ile üretilen sahneler çoğu zaman “mükemmel” görünüyor ama bu mükemmellik, gerçek dünyanın kendine özgü kusurlarını barındırmıyor. Oysa bir sokağın gerçek dokusu, bir insanın yüzündeki yorgunluk ya da bir şehrin geceye dair taşıdığı ruh, yapay olarak kopyalanamıyor. Fotoğrafın gücü, o anın tekilliğinde ve gerçekliğinde yatıyor. Yapay görüntülerle bu duyguyu birebir aktarmak zor.

 

Ayrıca etik tarafı da önemli. Yapay zekâ ile oluşturulan içerikler, telif, özgünlük ve emek gibi konularda gri alanlar yaratıyor. Birçok sanatçının yıllarını verdiği tarzlar, birkaç tuşla simüle edilebiliyor. Bu da yaratıcı emeğin değersizleşmesine yol açabiliyor. Yapay zekâyı tamamen dışlamıyorum, ama onunla üretim yaparken hem niyetin hem bağlamın sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak, yapay zekâ sanat üretiminde bir fırça olabilir ama el hâlâ insanda kalmalı.

 

Bir fotoğraf ya da illüstrasyona yapay zekâ ile hareket katmak, anlatımı nasıl değiştiriyor sizce?

Bir görsele yapay zekâ ile hareket katmak, o çalışmanın sadece izlenen bir şey olmaktan çıkıp deneyimlenen bir şeye dönüşmesini sağlıyor. Özellikle sabit bir kareye, örneğin bir portreye ya da bir şehir manzarasına yapay bir akış ya da jest eklendiğinde, izleyici artık sadece bakmıyor, o görselin içinde bir zaman algısı oluşuyor. Bu da anlatımı ciddi biçimde değiştiriyor, çünkü artık mesele sadece “ne gördüğümüz” değil, “ne kadar süreyle nasıl hissettiğimiz” oluyor.

 

Eskiden siyah beyaz bir fotoğrafa baktığımızda çoğu insan “geçmiş”i düşünürdü; eski zamanlar, anılar, hatta biraz nostalji; ama artık bu sabit, sessiz karelerin içine yapay zekâ ile hareket girdiğinde işler tamamen değişiyor. Düşünsene, yıllarca durağan kalan bir heykel bir anda gözlerini açıyor, başını çeviriyor. Sanki zaman donmuşken yeniden ilerlemeye başlıyor gibi… İşte bu, anlatımı tamamen başka bir seviyeye taşıyor. Bence bu, özellikle şehirler için çok heyecan verici. Ankara gibi, dışarıdan bakıldığında “soğuk” ya da “durağan” görünen bir şehir, bu tür anlatımlarla bambaşka bir yüzünü gösterebilir. Yapay zekâ ile bu tür hareketleri eklemek, aslında yeni fikirler üretmek için çok verimli bir alan açıyor. Sadece “bir görüntü üretmek” değil, onunla yeni bir anlatı biçimi oluşturmak mümkün. Ankara’nın biraz da unutulmuş, fark edilmemiş yönlerini, bu tarz yaratıcı dokunuşlarla görünür kılmak çok heyecan verici. Özellikle genç yaratıcılar için bu, hem şehre bakış açısını hem de anlatım araçlarını dönüştüren bir şey.

 

Kısacası, eskiden “önemsiz” görülen bir kare, artık bir fikrin başlangıcı olabilir. Bir taş heykelin göz kırptığı, bir boş sokağın nefes aldığı bir dünyadayız artık. Bu da hem Ankara gibi şehirlerin görsel belleğini canlandırıyor hem de sanatçıya yepyeni anlatım yolları sunuyor.

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.