Gelinciklere Hayat Veren Ressam
Gelincik tabloları ile Türkiye’de resim sanatına yeni bir soluk getiren Hikmet Çetinkaya ile hayatı, sanatı ve gelecek projeleri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Hikmet Çetinkaya’yı kısaca tanıyabilir miyiz?
Hikmet Çetinkaya: Çok romantik, çok duygusal, içine kapanık, kendi kendine biraz konuşan, her şeyi herkesle paylaşmayan bir insandır. Her şeyi sizin gibi düşünür. Renklerle düşünen, yaşantısındaki olumlu ve olumsuz olayları renk tuvalindeki renk gibi algılayan, kızgınlıklarını ve sevinçlerini de renklerle tuvale aktaran bir insandır.
Bu resim aşkı nasıl başladı ve gelişti? Mesela okul sıralarındayken resim dersini sever miydiniz?
H.Ç: Çok ilginçtir, bu konuda hep basmakalıp konuşuyorum, ben ortaokul sıralarındayken resmi hiç sevmezdim. Öyle ki, hiç sevmediğim bir dersti resim. Ama bu şundan kaynaklanmıştı; biz altı kardeştik, babam işçiydi. O zaman okulda dönem başında malzemelerimizi alırken, matematik, fen, coğrafya vs. alınır; resim, o da ders mi, boş ver resim malzemesini, diyerek alınmazdı bana. Ona sıra gelmezdi. Hatta bir defteri arkalı önlü kullanıyorduk. Okula gittiğimde –adını hiç unutmuyorum- Yıldız Erinç “Hikmet malzemelerin nerede?” diyesorduğunda, çocuksun; sevdiğin, hoşlandığın bir kız olabilir, utanıyorsun, sıkılıyorsun kalkıp unuttum diyorsun. Alamadık, sıra resme gelmedi diyemiyorsun. Bu böyle oldukça, biriktikçe resim antipatik hale geldi benim için. Artık lisede resim okuyamayacağım dedim. Hakikaten Denizli Endüstri Meslek Lisesi’nde motor bölümünde okudum. Fakat şans bizi buraya sürükledi. Ben Ankara’ya Makine Bölümü mezunu olarak, Makine Mühendisliği okumaya geldim. Altı ay sonra bıraktım. Siyasi olaylar, Türkiye’nin yapısı, öğrenci olayları, can güvenliği derken bıraktım, Denizli’ye geri gittim. Napayım derken, vazo boyadım, çiçek boyadım ve resim okumaya karar verdim. Ankara’da Gazi Üniversitesi’nin Resim Bölümü’ne girdim. Üniversiteyi burada bitirdim.
Resim haricinde nelerle ilgileniyorsunuz?
H.Ç: Müzik dinlemek çok hoşuma gidiyor. Türkü aşığı bir insanımdır. Yaşanmışlığı, öyküsü olan türküler benim için beş tablo hatta sergi değerinde. “Kırmızı gül demet demet” adlı türkünün öyküsünü Yavuz Bingöl yazmıştı. O beni bayağı etkiledi. Sözleri, ezgisi, cümle araları beni çok etkiledi ve ben de resimler yaptım.
Akşam, günün yorgunluğundan sonra eşimle beraber çok güzel bir yerde sohbet etmek, film seyretmek –özellikle kovboy filmleri- beni dinlendiriyor. Bazen atölyemde oturup, hafif bir müzik dinlemek, bir kadeh içki içmek, düşünmek beni dinlendiriyor.
Size Gelincikler Ressamı, Gelincik Adam gibi isimler takıldı. Gelincik objesi için bu sürekliliğin ve ısrarın sebebi nedir? Evet, sizi özgün kılıyor ama yaratıcılığınızı sınırlandırmıyor mu?
H.Ç: Aksine yaratıcılığımı artırıyor. Bana dünyada kaç ressam sayabilirsiniz ki bir objeyle adı anılsın? Mesela Claude Monet otuz iki yıl nilüfer yapmış. Nilüfer deyince Claude Monet, Claude Monet deyince nilüfer gelir akla. Bunu Fransızlar desteklenmişler. Ressamın bahçesini gölet haline çevirip nilüfer yetiştirmesini sağlamışlar. Türkiye’de on yıldır gelincikler ile haşır neşirliğim var. Bunların kopyaları yapılıyor. Demek ki seviyor ki kopyaları yapılıyor ve ben daha gelinciği bu kadar yapmama rağmen hala en iyisini yaptığıma düşünmüyorum. Samimi söylüyorum, vefat etsem, içlerinden birini seç öteki dünyaya götür deseler hangisi olur bilemiyorum. Gelinciklerle ben dünyayı gezdim. Avusturya’ya davet edildim, gelincik adam olarak, Bulgaristan’da sergi açtım. Paris’te atölyem var. Gelincikler sayesinde bunlar. Bana soruyorlar, yapmaktan bıkmayacak mısın diye. Ben yapmaktan bıkmadım, bıkanlar takip etmesin. Ben gerçekten bıkmadım ve büyük keyif alıyorum. Amacım çok büyük tuvallerde-üç metreye on metre gibi- yapmak. Gelinciği başka materyallerde yansıtmak istiyorum. Ben gelinciği yapmasam, siz burada olmayacaktınız, bunları konuşmayacaktık. Neden gelincik olduğu konusuna gelince, hiçbir özelliği yok, anım yok. Ben en çok yağmur ve kar resimleri yaptım. Yağmurun altına kırmızı bir obje olsun diye gelinciği yaptım. Sonrasında birkaç tane gelincik çalıştım. Yurtdışından çağrı aldım, sorduk neden o kadar ressam varken beni çağırdınız? Dediler ki bu gelinciği çok değişik şekilde almışsın. Yağlı boya ve fırçayla form denemem onların hoşuna gitmişti. Benim rastgele, ucuz, basit şekilde denemem, onların hoşuna gitmişti. O anda kafama saksı düştü ve ben bunu neden değerlendirmeyeyim dedim. Sonra bu basına yansıdı. Bu konu biraz arz talep meselesi. Benden bunu istiyorlar. Nankörlük edemem, gelinciğe çok şey borçluyum. Ben onu bir yere getirdim, o da beni bir yere getirdi.
Her insanın bir idolü vardır. Kendinize örnek aldığınız sanatçılar kimler oldu?
H.Ç: Fazla magazin sevmiyorum, magazin derken içi boş, gelip geçici olanları sevmiyorum. İçi dolu, derinliği, felsefesi olanlara bayılıyorum. Zuhal Olcay’ı, Kubat’ı, Fatih Kısaparmak’ı seviyorum. Moda olup, idealleri olmayan, inanılmayan işleri sevmiyorum. Ankara’da Feyha Özsoy, yürüyüşüne, ifade edişine bayılıyorum. Mustafa Ayaz ve Van Gogh da özellikle beğendiğim isimlerdir.
Ankara’da ve Paris’te atölyeleriniz var. Bir kıyaslama yapmanız gerekirse yurt dışı ve Türkiye’deki sanata olan ilgiyi tartıya koyarsak hangisi ağır basar? Neden?
H.Ç: Büyük farklılıklar var. Türkiye’de sanatçı maskesi adı altında, içi boş derinliği olmayan birçok insan var. Eğer onlar sanatçıysa ben sanatçı değilim. Sanatçı; duruş biçimi, üretkenliği ve saygısıyla bir bütündür. Türkiye’de aşırı derecede kopya yapılıyor ve bazı sanatçılar da bunu destekliyor. Benim de çalışmalarım kopyalandı. Bunun için adam tutuluyor ve benim resimlerim pahalıymış diye kopyalanıyor. Bunlar kötü, çirkin kopyalar. Türkiye’de bu konuda yalnız kalıyorsun. Yurtdışında bu böyle değil. Bu tarz bir durumda bir kere galerici kopyalayanı dışlar. Etik olarak yaptırmaz. Bir de bunları galeride sergiliyorlar. Senaryosunu da yazıyorlar, öğrenmek amaçlıymış. Hiç alakası yok. Kopyacılar birleşip, Türk resmini toprağa gömüyorlar. Bu etik açısından yoksun bir şey.
Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda serginiz oldu. Sizin için en heyecan verici olan hangisiydi?
H.Ç: On iki yıldır Tüyap’a katıldım. Bu sene katılmadım, galericiyle yaşadığım bir sorundan dolayı katılmadım. Bu tarz şeyler benim heyecanımı yitiriyor. Önemli olan beni kendim beğenmem, alkışlamam, sanatımla flört etmem. Bir sergiyi yaptıysam ciddiye almışımdır.
Resim yapabilmek için gerekli olan üç temel madde var: tuval, boya ve fırça… Bir resmin “eser” haline gelmesi için ne katıyorsunuz resimlerinize?
H.Ç: Bu soru şunu getiriyor: Akademik resim. Bilgi ve malzemeler. Tatsız, duygusuz, formulize edilmiş fazla bilimsel resim. Benim yaptığım, yaşanmışlık, duygu, fikir, yorgunluk ve yoğunluğu katmak. Gördüklerime duyguyu katmak. “Bilgi katmasam, ben yapsam olur. “ Bu yanlış bir düşünce. Duyguyu katmazsak, çok fazla bilimsel olur. Bunları harmanlamak lazım. Bir elinizde kitap diğer elinizde fırça. Bir elinizde yaşam, diğerinde yaşanmışlıklar.
Gelincikleri çok yapmamdaki sebep, benim her gittiğim yerde bana anlatılan öyküler doğrultusunda resme yansıtmaya çalışmam. Her öyküyü dinlediğimde şimdi oturdu diyorum. Öyküsünü bilmezsem, şiirsellik katmazsam kırmızı boyadan ibaret kalır. Bunların harmanını izleyiciye yansıtmalıyım.
Sıradaki projelerinizden, sergilerinizden bahsedelim biraz da…
H.Ç: Çok projem var. Ben resim yaparken rutin olarak sekiz, on saat çalışıyorum. Hatta bazen on beş saat. Ama bu zaman diliminde yaptığım resimlerde, bu resmim şu sergim içindir demiyorum. Aynı bir şair gibi, bu şiirim bu kitabım için olamaz. Çalışmalarımı yapıyorum, içlerinden serginin ağırlığına göre seçiyorum.
Yeni başlayanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?
H.Ç: Öncelikle biri olmaya çalışmasınlar. Çünkü bir Van Gogh var, bir Hikmet Çetinkaya var. Şunu yapsınlar, kendi güçleri dâhilinde resimden keyif almak, kendilerini aktarmak, yarınlara kalıcı olmak için resimle senli benli olabilecek şekilde uğraşsınlar. Kendi ruhlarını yansıtmak için yapsınlar. Resim demek, güzellik demek, güzel düşünmek demek. Bu bakış açısı her an geçerli; giyiminizde, evinizde vs… Bu herkese lazım. Sanat bakış açısı olmayan bir insandan her kötülüğü bekleyebilirsiniz. Yetenek yok diye bir şey yok. Herkeste var. Biraz sabır gerekli. Resim bilgisi herkese bir gün lazım olacak.
Son olarak MAG Okurları’na ne söylemek istersiniz?
H.Ç: Bu çok keyifli bir sohbet oldu, sanatla ilgili bolca keyifli günler diliyorum.