Türküm, Doğruyum, Çalışkanım… Peki, Mutlu Muyum?
Bir gün konuşuluyordu; “Çalışmak insanı mutlu eder mi?” Birçok kişiden “Bilmiyorum ki!” cevabı geldi… Nasıl bilmiyorsunuz? Hâlbuki söylenecek ne çok şey vardı…
Çalışmak; insanoğlu kadar eski bir kavram olsa gerek. İnsanlar kendilerini bildikleri bileli çalışıyorlar, bir şeyler yaratıyorlar… Dünyaya mutluluğu bulmak için geldiysek ve zamanımızın yüzde yetmişini çalışarak geçiriyorsak; bu ikisinin arasında bir bağ var mıdır? Yoksa biz o bağı mecburen mi kurduk?
Çalışmak, yaratmak; ilk önceleri bir ölüm kalım meselesiydi, bir mücadele biçimiydi, doğaya başka varlıklara karşı var olma çabasıydı. Bunlara evrim geçirme ve gelişme çabaları eklendi. Bir dönem sadece ırgatların işiydi çalışmak… Buraya kadar amaç mutlu olmak değildi… Sonra bir yerde işin içine para girmiş olmalı… Öyle ya para gün geçtikçe mutluluk denkleminin vazgeçilmez bir değeri haline geldi. Tam olarak insanlar ne zaman sadece para için çalışmaya başladılar, bilmiyorum. Ama o zaman çok şeyin değiştiği kesin…
Tabi her şey para değil Allah’tan, bir de işin yaratıcılık kısmı var. Kiminin motivasyonu yaratmak ama maddi bir kaygı ve bir beklenti olmadan tutkuyla yaratmak için çalışmaksı günümüzde büyük bir lüks… Bir de bazıları var ki; bir meslek, bir tutku değil de en çok maddi geliri getirebilecek işin peşindeler…
Ama sistem bu işte! Daha önceleri de dediğim gibi kendi kurduğumuz düzenin esiriyiz, çalışıp duruyoruz. Bir şeylerin, toplumun bir parçası olmak için çabalıyoruz. “Vın” diye geçip gidiyoruz; her şeyden önemli olan özümüzü bile göremiyoruz, bu hayata geliş sebebimizle ilgili en ufak bir fikrimiz yok, sorgulamayı bile bıraktık, nasıl derlerse öyle yaşıyoruz. Sorgulamayı bırakmayıp da ne yapacağız? Tutturmuşuz gidiyor işte… Bazen düşünüyorum; farklı yaşamalıyız belki diyorum, doğayla iç içe, gezmeli keşfetmeli diyorum, birçok dil öğrenmeli, birçok insan tanımalı, dinlemeli, anlatmalı,anlamalı… Sonra “Nasıl?” diyorum, insan
asla parayı düşünmeden oradan oraya nasıl gider? Doğaya ulaşmanın bir maliyeti var, gidip görmenin bile. Hele Türk vatandaşıysanız öyle kafanıza göre istediğiniz yerde istediğiniz kadar kalamıyorsunuz. Karşınıza hemen bir vize duvarı çıkıveriyor. Bu nasıl bir eşitsizlik böyle?! Kim bilir diyorum belki de eski zamanlardaki ırgatlardan farkımız yoktur, belki çalıştıkça özgür olduğumuz söyleniyordur. Oysa biz sadece modern kölelerizdir… Çalışıyoruz, sonra tüketiyoruz, çalıştıkça ve kazandıkça tüketiyoruz. Bu düzen aslında kimseye yaramıyor olsa gerek. Kazananların eline para geçiyor sadece. Kimisi de
hayal bile kurmuyor, kuramıyor. Çünkü bilmiyor. Çünkü başka şey, başka yer görmeyecek göremeyecek…
Bu dünyada ne yapsak yanımıza kardır diyorum kendime. Sonra belki de bilmeyenler, en şanslılardır diyorum.
Boş durmak, üretmemek de çok ürkütücü bir durum. Faydasız, verimsiz öylece zamanı geçirmek çok yazık. Zaman o kadar kıymetli ki… Ama günde on saat, yılda iki yüz yetmiş beş gün işte olacaksak eğer, değerli olan zaman yalnızca geriye kalan zaman olmamalı.
Bunun içindeyiz artık. Çıksak çıkamayız bir ömür süresinde. O yüzden hepiniz için tek dileyebildiğim; tutkuyla yaptığınız, ilhamınızın sönmeyeceği bir meslek bulmanız ve sayesinde çok güzel yaşamanız…
Kofüçyüs demiş ki; “Seveceğin bir iş seçersen ömründe bir gün bile çalışmak zorunda kalmazsın”.
Öyle olmasını umuyorum…