© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Sinem Yıldırım: Tansu Kırcı ve Merdivenleri

Sinem Yıldırım: Tansu Kırcı ve Merdivenleri

O çok boyutlu bir sanatçı. İçinde bulunduğu toplumun, insanların, sokakların, çevrenin, ekonominin, coğrafyanın, mutlulukların ve mutsuzlukların, tarihin, estetiğin, doğal afetlerin ve sonuçlarının, ortak belleğin ve her türlü insana ve yaşama ait sayısız etki katmanlarının çok farkında. Bence 360 derece düşünebilme kabiliyetine sahip bir insan ve sanatçı.

Sergisinin açılışında, kendi giydiği kıyafetin renk ve tarzıyla da -eserleriyle adeta bütünmüş gibi algı ve ahenk yaratan- seçtiği sergi mekânıyla da ilk bakışta kendini belli ediyordu ruhundaki bu bütünsellik. Sanatçı Tansu Kırcı’nın 15 Şubat’a kadar sürecek olan “Taşın Belleği” adlı sergisini Fener Evleri, Haliç Sanat 1 binasında gezebilirsiniz. İBB Kültür ve İBB Miras iş birliği ile gerçekleştirilen “Taşın Belleği” sergisine gittiğinizde eminim hem eserlerden, hem mekândan, hem titiz bir özenle düşünülmüş çok boyutlu bu bütünsellikten ve bundan doğan parlak auradan çok etkileneceksiniz… Kendi zihninde yarattığı bu eserlerinde, mesela sütunlarının aralarından dolanırken parmaklarınızı taşın üzerinde gezdirdiğinizde oraya daha önce kimler dokundu diye düşünebiliyor, yüzlerce yıldır kullanıldığı için aşınmış ve kayganlaşmış merdivenlerinden çıkarken düşmemek için ayağınızı sağlam basmak isteyebiliyor ya da oyduğu amfi tiyatroda oturduğunuzu hayal ederken bacaklarınızda güneşi içmiş mermerlerin sıcaklığını hissedebiliyorsunuz adeta. O denli gerçek ve canlı enerjiyle yüklü eserleri. Belki doğuştan gelen kabiliyetle, belki eğitimle, belki çok çalışarak… Bir gün bir sanatçı olunabilir ama bilmediğini bilen, sorgulayan, düşünen, kendini diğerlerinden ayrı değil insanlarla bir ve bütün gören, başkaları mutsuzluğu yaşarken kendisi mutlu olamayan bir insan olabilmek çok ender rastlanan, çok özel bir hakiki insan özelliği… Şairlik yönü de güçlü olan heykeltıraş Tansu Kırcı’nın, hayatındaki merdivenleri de hep yukarı doğru ve emin adımlarla çıkacağına, hayat yoluna en uygun olan zamanda yapacağı monoblok eserleriyle, yaşadığı coğrafyanın geleceğine izler bırakacağına ben eminim.

 

Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz? Şu ana kadar nerelerde, hangi sergileriniz oldu?

1992 yılında İzmit’te doğdum. Lisansımı Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde, yüksek lisansımı ise Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Heykel Ana Sanat Dalı’nda, programı birincilikle kazanarak tamamladım. Bugüne kadar farklı şehirlerdeki galerilerde, kurumlarda ve fuarlarda; Contemporary Istanbul, Artweeks gibi etkinliklerde eserlerim sergilendi. Yarışmalarda eserlerim sergilemeye değer bulundu, ödüllendirildi. Ayrıca sempozyum, çalıştay ve sanat odaklı pek çok etkinlikte aktif olarak yer aldım.

 

Malzeme olarak neden mermer taşı seçtiniz?

Malzeme olarak taşı tercih etmem, eğitim koşullarının yönlendirmesiyle başladı. Lisans eğitimimde Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesinde ahşap, metal ve mermerle çalışma imkânımız vardı; ancak, maliyet nedeniyle mermer atölyesindeki atık taşları kullanmayı seçtim. Bu başlangıçta pratik bir çözümken zamanla taşla kurduğum ilişki, üretimimin kavramsal olarak da önemli bir parçası hâline geldi.

 

Neden antik şehirler ve tarih, neden hep eskiye ait objeler?

Aslında antik şehirleri doğrudan bir tema olarak kullanmıyorum. Antik yapılara yönelmemin nedeni, bu coğrafyanın geçmişiyle bugünü arasında kültürel ve düşünsel bir bağ kurma isteğim. Mimariyi, toplumların kimlik ve kolektif bilinç oluşturmasında belirleyici bir alan olarak gördüğüm için özellikle bu dili tercih ediyorum. Üzerinde yaşadığımız topraklar çok katmanlı bir tarihsel hafızaya sahip ve biz bu geçmişle çoğunlukla mimari izler üzerinden ilişki kuruyoruz.

Ben de işlerimde bu tarihsel katmanları nostaljiyle değil, kimlik, kültür ve süreklilik bağlamında ele alıyor; geçmişi bugünü kuran ve geleceğe yön veren bir süreç olarak görüyorum.

 

Çalışma koşullarınız zor mu? Sağlığınızı nasıl koruyorsunuz o incecik tozlardan? Maske ve önlemler yeterli oluyor mu?

Çalışma koşullarım kolay değil. Üniversite yıllarında atölyeler elverişliydi ancak, yüksek lisans sonrası benzer imkânlarım olmadı. “Taşın Belleği” sergisi için üretimlerimi İzmit’teki garajımızda gerçekleştirdim; toz ve ses nedeniyle birkaç kez şikâyet alsam da süreci tamamladım ve eserleri kısıtlı imkânlarla ürettim. Bu zorluklar, süreci benim için daha anlamlı kıldı. Ekipman olarak profesyonel maske, kulaklık ve gözlük gibi koruyucu malzemeleri düzenli kullanıyorum.

 

En büyük hayaliniz nedir?

Yaşadığım coğrafyanın geleceğine eserlerimle iz bırakmak. Geriye dönüp bakıldığında, sonraki kuşakların bu coğrafya ve kültür içinde eserlerimi doğal bir şekilde görmesi ve bilmesi beni çok mutlu eder.

 

Antik yapıları işlerken orijinallerini gidip yerinde görüp aynısını mı yapıyorsunuz, kendi aklınızdan ya da bir görselden mi faydalanıyorsunuz?

Eserlerimdeki mekânlar, gerçek bir mimari veya coğrafyanın replikası değildir. Kendi coğrafyamı gözlemleyip araştırarak bilinçli bir şekilde üretiyorum; mekânlar, yalnızca kendi zihnimde yarattığım özgün alanlardır.

Sınırsız imkânınız ve zamanınız olsa yapmayı isteyeceğiniz hangi antik yapılar ya da eserler var?

5-6 metre yüksekliğinde, tek mermer bloktan heykel yapmak. Heykel; figür ya da mekânsal bir etkiye sahip olabilir, boyut olarak büyük ve monoblok bir eser üretmek.

 

Eserleriniz ufak boyutlarında, orijinaline nazaran. Hakiki boyutlarını yapanların yaşadığı zorlukları düşünür müsünüz hiç çalışırken, metrelerce mermer sütunlar, oyma kakmalar vs.?

İzleyiciler genellikle küçük çalışmaların daha kolay olduğunu sanıyor; oysa küçük eserler, müdahale imkânı sınırlı olduğundan daha zor oluyor. Antik mimarilerde doğrudan referans almıyorum; daha çok, geçmiş teknolojilerin sınırlı olduğunu düşünerek bu yapıların insan gücüyle nasıl inşa edildiğine hayret ediyorum.

 

Çalışırken zamanın ötesine gidip oyduğunuz, yonttuğunuz merdivenlerden inip çıkıyor musunuz?

Bu soruyu önemli buluyorum, çünkü çalışmalarımda süreç kavramı merkezî bir yere sahip. İnsanın kendini tanıması da bir süreçtir; kişi kendisi olarak başlamaz, kendisi olma amacıyla yaşar ve bu farkındalığı ancak düşünerek, üreterek, eylemde bulunarak geliştirir. Merdiven metaforu bu nedenle işlerimde güçlü bir yer tutuyor: Merdiven, bir geçiş unsurudur; çıkılabilir, inilebilir ve insanın sürekli değişip dönüşmesini simgeler. Değişim çoğu zaman olumsuz görülse de, insanın ve toplumun dönüşmesi gereklidir, çünkü bireyler toplumu, toplumlar ise kenti oluşturur. Bu dönüşüm bilincini hem kendi hayatımda hem de toplumsal bağlamda değerli buluyor, kendimi geliştirdikçe toplumun dönüşümüne de katkı sağlanacağına inanıyorum.

Serginizde eserlerin adı yoktu, neden? Hiçbir yere ait değiller mi?

Eserlerime isim vermememin nedeni, belirli bir bağlama yönlendirme çabası taşımamamdır. İzleyicinin, eseri kavramsal bütünlük içinde özgürce deneyimlemesini önemsiyorum. Bu sebeple çalışmalarımın büyük bir kısmı “isimsiz”dir. Ancak bağlam oluşturmak veya belirli bir yönlendirme yapmak istediğim özel üretimlerimde isim kullanıyorum.

 

Şahsen eski tapınaklara çok aşık biriyim ve günümüzdeki mimaride kullanılan tuğla, beton vs. malzemelerin hiçbirini sevemedim, sevmiyorum. En eskisi gibi her yer taş, mermer olsun istiyorum. Sizce neden artık kullanılmıyor, hem de hem depreme hem zamana meydan okuyor olmasına rağmen?

Uzun süredir üzerinde düşündüğüm bu mesele, günümüzde kentlerin hızla kimliksizleştiğini gösteriyor. Estetik kaygının, mimari tutarlılığın, kültürel belleğin ve aidiyet hissinin gözetilmediği; yalnızca ekonomik kazanç ve işlev odaklı inşa edilen kentler, hem deprem gerçeğini hem de kültürel mirası göz ardı ediyor. İzmit doğumlu ve 1999 depremini yaşamış biri olarak bu konuda duyarlıyım; ancak, Türkiye’nin üç büyük fay hattı üzerinde olmasına rağmen kentlerin deprem dirençli ve kimlikli bir mimariyle yenilenmemesi düşündürücü. Bu tablo, birbirine yabancı, bellekten kopuk ve niteliksiz kent dokularını ortaya çıkarıyor. Kendi eserlerimde ise bunun tersine; estetik unsuru bilinçli bir şekilde ön planda tutarak coğrafyamızın motiflerini, sembollerini ve kimlik öğelerini işlerime dâhil ediyor, hem kültürel belleğe sadık kalıyor hem de günümüz kentlerinin rant odaklı ve kimliksiz yapısına eleştirel bir karşı duruş sergiliyorum.

 

Keşke tüm şehirler mermer olsa, içlerinden ışıklar geçse ve sizin gibi sanatçıların heykelleri şehirlerin her yerini süslese… Ne rüya ama. Sizin var mı bu tür rüyalarınız?

Elbette ancak bunlara “rüya” demek doğru gelmiyor, çünkü başka coğrafyalarda zaten var olan gerçekliklerden söz ediyoruz. Üstelik bizim coğrafyamız kültürel ve estetik açıdan çok daha güçlü bir mirasa sahip. Ne yazık ki bu mirası koruyup geliştirmek yerine çoğu zaman geriye taşıyan uygulamalarla karşılaşıyoruz. Akaretler’in mimari ahengi ya da Tarihî Yarımada’nın kültürel sürekliliği hepimiz için ne kadar kıymetliyken, bu estetik anlayışın güncel yorumlarını neden yeni kentlere aktaramadık? Neden kamusal alanlarımızda dönüşüm ve düşünce içeren estetik eserler yerine salt sembolik değeri olan, statik figürler görüyoruz? Oysa tarihsel motiflerimizi ve imgelerimizi, yalnızca yerleştirmek için değil, kültürel sürekliliği geleceğe taşımak için sanatla yeniden yorumlama imkânımız var; fakat bu vizyonu yeterince benimsemiyoruz.

 

Mutlu bir sanatçı mısınız?

Maalesef mutlu olduğumu söyleyemem. “Nasıl mutlu olabilirim?” sorusu zihnimi sık sık meşgul ediyor. Kendi cehaletimin farkındayım ve insanın bilmediğini bilmesinin gerçek öğrenmenin ön koşulu olduğuna inanıyorum. Toplum olarak çoğu zaman bildiğimizi varsayıyor, bu yüzden sorgulamayı ve öğrenmeyi bıraktığımızı düşünüyorum. Oysa razı olmamalı; sorgulamalı, eleştirmeli ve eleştirilmeliyiz. Daha önce bahsettiğim merdiven metaforunda olduğu gibi, insanın kendisini sürekli yukarı taşımaya çalışması gerektiğine inanıyorum; çünkü değerli olan sonuç değil, süreç. Elbette kişisel mutluluk anlarım var; ancak toplumum mutsuzken kendimi ondan soyutlayıp “mutluyum” diyemem. İnsanı toplumundan ayrı düşünemem. Bu nedenle kendi eksiklerimizi fark edip sürekli ileriye taşımaya, daha erdemli bir yaşam sürmeye çalışmalıyız. Her an ideallerime uygun yaşamasam da yaşamımı o idealler doğrultusunda sürdürmeyi amaçlıyorum.

 

Henüz öğrenci olan ya da bu alanda yol katetmek isteyen insanlara tecrübeleriniz ışığında ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?

Naçizane söylemek gerekirse, sanat, ülkemizde hâlâ hak ettiği değeri görmüyor ve diğer birçok alanda olduğu gibi burada da ciddi bir liyakat sorunu bulunuyor. Bu nedenle bu alana yönelmek isteyenlerin zorlu bir süreçle karşılaşacağını bilmeleri önemli; ancak içlerinde gerçekten bu inancı, ideali ve gücü taşıyorlarsa girmelerini tüm samimiyetimle isterim, çünkü sanat, felsefe ve bilim bir toplumun dönüşümünde vazgeçilmez üç temel unsurdur ve bu alanlarda cesaretli, üretken, sabırlı ve sorumluluk sahibi insanlara çok ihtiyaç var. Genç sanatçılara çok üretmelerini, çok denemelerini, hata yapmaktan korkmamalarını, hatta hatalarından öğrenerek tekrar tekrar denemelerini öneririm. Benim için üretmek bir zorunluluktan çok bir ihtiyaç; atölyede düşünmek, çalışmak ve üretmek var olma biçimim. Yapmadığımda eksileceğimi biliyorum.

Yazar Hakkında /

Ankara doğumlu olan Sinem Yıldırım; ilk, orta ve lise eğitimini İzmir'de tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunudur. Çeşitli dizi ve yapımlarda yer almıştır. İki kız çocuğu annesidir.

Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.