Peter Pan Gibi Uçmaktan Değil De Büyümekten Korkmak
2012 yılının son yazısı benim Madrid’den İstanbul’a taşındığımdan beri yazdığım ilk yazıya denk geldi.
Türkiye’ye yazın dönmüş olsam da yazılarıma devam etmek için yeni düzenimin biraz oturmasını bekledim, bir baktım 3 ay geçmiş ve hayatımı oturtturamadığım gibi hala kendimi iki hafta önce dönmüş gibi hissediyorum, ama yine de bu yılı son bir yazısız bitirmek istemedim.
Her zaman bekliyoruz bir şeyleri, siz de biliyorsunuz, sınavların bitmesini, mezun olmayı, yazın gelmesini, bu sefer ben de bu geçiş dönemini atlatıp tekrar Türkiye’ye alışmayı bekledim… Bekledim, bekledim, böyle bir şey kendi kendine gelmiyor ben uğraşmadıkça anladım. Bir nevi ertelemek işte yaptığım, bugünü yaşamayı ertelemek…
İspanya’nın havasından, sevgisinden, anılarından sıyrılmayı beklerken bugünümün değerini tam anlamıyla bilip hakkını veremiyorum. İstanbul çok güzel tabii, yılların özlemi, gelip burada bir hayat kurma arzusu, uzakta geçen onca seneden, adaptasyona rağmen yabancı gibi görüldüğün ülkelerden kendininkine dönmek… Ve sonra döndüğün yerde de bir yabancılık duygusu hissetmek…
Aslında yabancı hissetmiyorum kendimi, ben asla ülkemden kopuk yaşamadım şu 12 yıldır, aidiyet hissimi kaybetmedim asla, gittiğim yerlerde yaşanan onca seneye rağmen aidiyet eksikti oysa…
Aidiyet zamanla olan bir şey değil sanırım, aidiyet hissi aşk gibi bir his… Aşk nasıl kuvvetliyse, kısa bir süre de tanımadığınız bir insan ailenizin bir parçası gibi olabiliyorsa, bir şehre duyduğunuz aşk da ona ait olma isteğini getirebiliyor beraberinde. Birileriyle, bir yerlerde seneler geçer, birileriyle kısa bir süre; bazı hikayeler “üniversite’nin birinci sınıfta çıkmaya başladık”tır, bazıları da “tanıştığım akşam biliyordum, 3 ay sonra evlenmeye karar verdik”tir…
Benim için de Madrid biraz öyle oldu, yıllarca Brüksel’de yaşadım, Brüksel eski sadık bir sevgili gibidir, sığınacak bir liman gibi her gittiğimde iyi hissederim kendimi… Her seferinde bilindik bir güven duygusu vardır, ama hissetmişimdir hep beni ömür boyu yanında tutacak tutkusu yoktur. Madrid bambaşkaydı, yarı imkansız bir aşk gibi, biteceğini bilirsiniz o yüzden yaşarsınız korkusuzca doya doya, ilerde ne olur kaygısı yaşamadan sadece onu yaşamaya odaklanırsınız, biteceğini bilmek ona ayrı bir tat katar, ayrı bir heyecan. Halbuki her şey bitecektir bir gün, bu değişmeyecek bir olgudur, esas olan bunu unutmayıp her şeyi o şekilde yaşayabilmektir, en iyi ihtimalle yıllar süren, hatta ömür boyu sürecek bir şey bile bir gün bitecek. Bir ömür gerçek bir aşk için veya büyülü bir şehirde yaşamak için yeterli midir ki?
İstanbul’a olan sevgim ise, hem cazip gözüküp hem de mantığınıza da uyan biri gibidir, hazır olunca varılacak nokta gibidir sanki.
Şu an iki dönem arasında sıkıştım sanırım, artık hazır olduğum yerdeyim ama gönlüm biteceğini düşündüğü tutkulu aşkını yaşamak istiyor hala. Kim bilir belki kafamda oluşan kalıpların dışında bir şekilde yaşanabiliyordur, belki kişiliğimin anının tadını çıkaran, bitecek diye tutkuyla sarılan kısmını arkamda bırakmak zorunda değilimdir… Kim bilir belki ömrümü geçirmem öngörülen ülkemde, şehrimde, sanki geçici bir yere olan merakla, keşif isteğiyle bağlanıp yaşayabilirim…
***
Herkesin kendisiyle ilgili farklı dilekleri vardır, benim yakın dostlarımla paylaştığım bir dileğim vardır hep, “her yerde kendim olmak”.
Seyahat etmek elbette büyük bir değişiklik, yepyeni havalar solumaktır, ama seyahat tutkunlarının çoğu uzaklarda daha çok kendi olabilmekten söz ederler ya da yurt dışındaki yaşamlarını bırakmak istemeyenler, hep “burada insanlar rahat, bir tavır takınma derdinde değiller, daha hoşgörülüler, daha görgülü bazen de daha medeniler” denir genellikle… Oysa kendi ülkemizde bu hoşumuza gidenlerden ilk önce biz uzaklaşırız… Orda insanlar doğal derken, dönünce yüzeysel şeylere takılmaya ilk başlayan yine bizleriz ya da insanlar medeni deyip, trafikte, bankada vs. ilk bizler söylenmeye başlayıp bazen bir iş hallederken ağız dalaşına gireriz; ya da biz bazen biz kalmak isteriz ama karşımızdakiler ondan anlamayınca bir süre sonra pes ederiz.
İşte o yüzden her yerde kendi olabilme dileği aslında çok yerindedir, başka diyarlardaki o yabancılık hissi kimine göre derin bir yalnızlık olarak gözüküp ağır gelse de, kimine göre de sonsuz bir özgürlüktür, sanki her sürprize açıkmışsınız gibi gelir.
Kimi insanlar belirsizlikten hiç hoşlanmazlar, işsizlikten, bekarlıktan, kararsızlıktan… Kim hoşlanır diyeceksiniz haklısınız… Benim belirsizlikle ilgili sevdiğim bir şey vardır ama o da olabilecek şeylerin harikulade olma ihtimali, iş arıyorsanız çok sevdiğiniz bir iş bulma, bekarsanız çok farklı biriyle tanışma ümidi gibi ve yabancı bilinmedik bir şehirde de buna benzer bir heyecan vardır, bilinmediktir her şey olabilir… Kararsızlık kötüdür evet, yıpratır, ama karar vermediğiniz sürece tüm seçenekler mümkündür hala.
Belki biriyle bir hayat kurmak, bir işe girmek, hep yaşamayı düşündüğünüz şehri seçmek o yüzden zor geliyordur benim gibilerine, “Peter pan sendromu “olabilir bu… Peter Pan sendromu, yani büyüme korkusu… Halbuki nasıl her şeyin bir sonu varsa ve bunu unutmayarak yaşamak gerekiyorsa, her yeni gün de beraberinde iyi kötü tüm olasılıkları getirir, yıllardır aynı işteyseniz de, aynı insanlaysanız da, evli ve çocuklu biriyseniz, enerji olarak açık olmak ve hayatı karşılamak, bazen de çok sorgulamadan buyur etmek gerekiyor.
Yine bir yılı beraber bitirirken, yeni yılı, hayatı buyur etmeyi, kapınızda karşılamayı unutmayın, 2013 şimdiden hoş geldin, hoş geldim…
Zeynep Atmaca