Paris’e Gitmek İstiyorum Ama Önce Doktorlarıma Bir Merhaba Diyeyim
Babamı bu sene kaybettiğim günden beri, “güçlüyüm ben” maskesiyle dolaşıyorum. Hep dimdik ayakta, hep duyarlı ve ince ruhlu. Gerçekten çok zor. Tatilden döndüğüm günün hemen ertesi günü annemle ilgili yaşadığım üzücü olaylar da üstüne eklenince, kaçmaya karar verdim. Nereye mi? Paris’e…
Paris aslında bir sembol. Galiba asıl kaçmak istediğim yer “benim”. Ben… Ben benden kaçmak istiyorum. Ama yine bana ulaşmam gerektiğini bilerek. Yazı yazamaz, kitap okuyamaz, nefes alamaz hale gelmek, “depresyon” olarak tanımlanıyor. Biliyorum… Hemen bir psikiyatristin yolunu tutuyorum: Serpil Vargel. Terapiden çıktığınızda, Tunalı’da yürüyebilir ve sokak sanatçılarını dinleyebilirsiniz. İnsanları seyretmek ve rollerini değişik değişik gerçek karakterlere dağıttığınız (buradaki güzellik hiç kimsenin rolünü bilmemesi; ama mükemmel bir biçimde oynaması) dramalar yazmak da keyifli. Bunu da D&R veya Elizinn Pastanesi’nde oturarak yapabilirsiniz.
Oturur oturmaz Serpil Hanım’a; “Ben ilaç kullanmak istemiyorum. Bana sadece terapi yapın. Konuşmak ve anlaşılmak istiyorum.” dedim. O’da “Peki.” dedi. Yani şimdilik “depresyonum”la mücadeleye psikiyatristimle sohbet ederek başladım. Arkadaşlarımı yormak istemiyorum. Sağ olsunlar hep yanımdalar veya telefonun öbür ucunda bekliyorlar. Biliyorum. Hepsinden Allah bin kere razı olsun.
Tatlı bir kadın Serpil Hanım. Gözlerinden ruhuna doğru bir yol uzanıyor. Ama kendiniz “kayıp” olduğunuz için, onu keşfetmeyi daha sonraya bırakıyorsunuz. O beni anlasın…
Bir de komple sağlık kontrolünden geçmekte fayda var. Kendinizi kötü hissediyorsanız eğer, tek suçlu yaşadığınız zor olay olmayabilir. Belki sebep çalışmayan tiroidiniz veya sorunlu midenizdir…
Babamı özlüyorum. Aslında yaşarken onunla çok şey paylaşmadık, paylaşamazdık da. Ama yine de özlüyorum. Annem bana emanet. O canım benim. Beni hiç yargılamadan, olduğum gibi seviyor. Galiba bu dünyada bunu yapacak tek varlık ta anneler. Çok büyük bir lüks bu. Gerçek lüks. Anneciğim seni çok seviyorum ve yaşadığım sürece hep yanında olacağım. Söz!
Merak etmeyin özel hayatımla sıkmayacağım sizi. Terapi adına en çok yaptığımız şey birbirimizle dertleşmek. Ben de kısaca ve özümle birlikte sizinle dertleştim. Buraya kadar okuyarak paylaştığınız için teşekkür ederim.
Bizim ülkemizde böyle galiba. Arkadaşla, eş dostla muhabbet ederek rahatlamak daha kolay geliyor. Psikiyatriste gitmek delilikle eş değerde. Ne derler? Elalem ne der?
Deniz Seki’nin son albümünde harika bir parçası var: “Dünyaaaadaaa aşamayacağın hiç bir yol olamaz/ Bunu da unutma bir kenara yaz/ O ne dedi, bu ne dedi diyene kadar/ Kaderini yaşa ya da yenisini yaz .“Paris’te ne yapmak istiyorum? Sadece yollarda yürümek ve etrafımı seyretmek. Elimde bir şemsiye. Ama yağmur yağsa da açmıyorum. Yüzümde buruk bir gülümseme. O çok sevdiğim lisanı dinleyerek yürümek, yürümek istiyorum. Belki o sırada kaderimi tekrar yazarım…
Ankara’yı sonbahar mevsiminde çok seviyorum. Sanki; “Yaz gelir gelmez beni bırakıp gittiniz başka başka şehirlere. Şimdi de ben, beni yaşayacağım. Alın size sarı yapraklarım ve ıslak caddelerim” der gibi süzülüyor canım Ankara’m.
Paris ise ilkbahar mevsiminde çağırır beni. Der ki; “Ben hep güzelim. Ama doğa uyanırken hepinizi davet ediyorum. Güzelliğim sizi öyle bir çarpacak ki, yeşeren ağaçları bile göremeyeceksiniz. Çok üşürseniz, mağazalarım size kucak açacaklardır. Cafelerimde ise beni soluyacaksınız.”
Bu sefer ruhumun çağrısını dinleyeceğim. O, neyi fısıldarsa kalbime oraya gideceğim. Beklerim “bir yerlerde” sizleri de…
Sevgilerimle paylaştım. Mutlu yaşayın ve yaşatın.