New York
Eskilerin tabiriyle “Çok yaşayan mı bilir, çok gezen mi bilir?” sözünden yola çıkarak düşündüğümde bence cevap; çok gezen. Yakın çevrem de böyle düşünmüş ki, seyahat etmeyi çok sevdiğimi bildiklerinden anılarımı yazıya dökmeyi önerdiler her zaman… Bu konuyu hiç ciddiye almamıştım, ta ki kıramayacağım bir arkadaşımdan bu teklif gelene kadar… Gezi anılarımı sizlerle paylaşmamı sağladığı için eski dostum Beril’e çok teşekkür ederim. Benim için gerçekten değişik bir deneyim olacak, umarım sizin de hoşunuza gider.
Bu sayıda New York’tan bahsedeceğim… Üniversite hayatıma Amerika’da geçirdiğim için her sene en az bir kere Amerika’ya gitmeye çalışırım. Bu sene de tatilimi Kasım ayının son haftasına getirdim ve bu benim için güzel bir sürpriz oldu. Çünkü gittiğim gün Amerikalıların Thanksgiving yani Şükran Günü’ne denk geldi. Bu nedenle ömrümde ilk defa sıra beklemeden 15 dakikada New York sarı taksilerine binip Lexington Caddesi’ndeki Metropolitan Otel’e geçtik…
Şükran Günü’nün klasiği olan hindi yemek yerine biz o gece yakında İstanbul’da da W Otel’in içinde açılacak olan ünlü şef Jean George’un Spice Market Restaurant’ına gittik. (Giderken de bir sürü insan gördük; bazı mağazaların önünde yerlerde oturmuş, o soğukta uzun sıralar oluşturmuşlardı… Bunun nedeni de ertesi gün başlayacak olan Black Friday dedikleri Kara Cuma olmasıydı. Bu Cuma ile Noel dönemi indirimleri başlıyor ve dediklerine göre Amerika’daki alışverişin % 40’ı bu zamanda gerçekleşiyor. Sabah çok erken bir saatte, mesela 6 ile 8 arasında limitli bir saatte büyük bir indirim yapılıyor. Burada sabahlayan insanlar da zaten bu indirimin peşinde. 8’den sonra yine her şey indirimde; tabi ki sabah erken saatteki gibi değil ama her şey çok ucuzlamış oluyor.) Bir kaç senedir gece hayatı, New York’ta Meat Packing District bölgesine kaymış durumda. Bir sürü cafe, restoran ve gece kulübü ağırlıklı olarak bu bölgede… Bir de Amerika’da bir süredir Asya füzyon restoranları çok moda…
Ertesi gün ise tabi ki kahvaltının ardından hemen alışveriş başlıyor… Alışveriş, Amerika’da tam bir çılgınlık. Hele bu Noel indirimi ile sokaklar, mağazalar dolup taşmış durumda. Ben alışıverişe ilk önce mutlaka, yıkılmış olan ikiz kulelerin hemen karşısındaki 21st Century’den başlarım. Karışık bir dükkan olmasına rağmen bazı markaları çok ucuza bulmak mümkün. Öğle saatlerinde ise buraya çok yakın olan Soho bölgesindeki bir Brezilya cafesi olan ünlü Felix’e gidip mutlak bir şeyler atıştırıp, bir kadeh de kırmızı şarap içerekten günün geri kalanına enerji toplarım.
Tabi vaktiniz olursa hemen ilerisindeki ünlü Cipriani’de ya öğle yemeği ya da akşam yemeği yemenizi de tavsiye ederim. Öğleden sonra da alışveriş için Saks Fifth Avenue, Bloomingdales gibi çok katlı alışveriş mağazalarının yanındaki diğer butiklere de bakabilirsiniz. Kahve arası vermek isterseniz de Rockefeller merkezinde buz pateni yapan insanları ve ünlü yılbaşı ağacını görmek hoş olur.
Akşam için yine en gözde restoranlardan biri olan Budakkan’a daha önceden rezervasyon yaptırmıştım. Bu restoran Asya füzyon yani modern Asya mutfağından seçenekler sunuyor. (Hatırlatma: Bütün bu saydığım gözde restoranlara iki hafta önceden yer ayırtmanız lazım, yoksa çok zor yer bulursunuz. Rezervasyonlarınız için de www.opentable.com veya restoranlara e-mail atmakta yarar var.) Buradaki yemekler kesinlikle çok iyi. Aslında benim Spice Market’e ikinci gidişim olmuştu ama Budakkan’ın yemekleri gerçekten çok daha güzel hatta enfes diyebilirim.
Cuma akşamı yemekten sonra burada yaşayan arkadaşlarımla ünlü gece kulübü Marquee’ye gittik. İki katlı bir gece kulübü burası ve biz yukarıda arkadaşımın arkadaşlarıyla durduk. Fakat ben Amerika’da çok sevilen rap, hip hop tarzı müzik sevmediğim için çok uzun kalamadım. Sevenler için değişik ve eğlenceli olabilir…
Ertesi gün tekrar alışveriş yaptıktan sonra Dünyaca ünlü Times Square’e gittik. Bütün Broadway tiyatrolarının olduğu ve tüm ışıklı reklam panolorıyla kendinizi gerçekten New York’ta hissedeceğiniz esas yer orası… Times Square yakınlarındaki, Amerika’nın en eski ve ünlü mağazalarından Macys’e uğramadan ayrılmamanızı tavsiye ederim. Bu ünlü mağazanın müşteri ilişkileri bölümünden sadece yabancıların faydalanacağı, çok az insanın bildiği (artık siz de biliyorsunuz) indirim kartınızı pasaportunuzu göstererek alabilirsiniz. Amerika’dan dönüşte V.A.T (K.D.V) geri alamadığınız için bu kart sizi bir nebze de olsa mutlu edecektir.
Öğleden sonra ise şehrin en ünlü steak restoranlarından Smith&Wollensky’de aldım soluğu… Buralara kadar gelip de “Rib Eye Steak”ini yemeden gitmemenizi öneririm. Yalnız iyi pişmiş dememenizde yarar var, önünüze kömür olmuş bir et gelebilir (bana olduğu gibi). Ama şikayetimden sonra hemen yeni nefis bir steak getirdiler ki, tadı damağımda kaldı…
Akşam ise yine dünyaca ünlü Buddha Bar’a yer ayırtmıştım. Klasik Asya füzyon mutfağı yine çok başarılıydı. Bütün bu tip restoranlarda olduğu gibi koca bir Budha heykelinin çevresinde yemek yiyorsunuz. Gecenin ilerleyen saatlerinde buranın barı ve masalar da hareketleniyor. Zaten bu bahsettiğim üç restoranın da barları çok iyi. İnsanlar yemek dışında da geliyorlar. Daha çok Arapça, Türkçe ve değişik dünya müzikleri çalıyor, diğer ülkelerdeki Buddha Barlarda olduğu gibi.
Bu restoranlara bir başka alternatif ise benim NY’da en sevdiğim; Tao. Bu restoran da yine Asya füzyon ama mekan ve menü olağanüstü! Barı da çok iyi. Ben bu sefer Tao, Las Vegas Venetian’da açıldığı ve buradan da Vegas’a geçeceğim için Tao’yu Las Vegas’a bıraktım. Oradan da bahsedeceğim yazımın ileri ki bölümlerinde…
Ayrıca klasikleşen Nobu, Sushi Samba, Balthazar’ı da saymadan geçmeyelim… Aslında burada o kadar seçenek var ki, akla zarar…
Keyifli günlerde yine buluşmak üzere…