Michelin Yıldızı Söylendiği Kadar Varmış!
0 yorum
1.24k
Daha önce bahsetmiştim. Benimle tatile çıkmak demek koşturmak demek. Tatile günler kala gideceğim yerde görülecek önemli yerleri, yapılacak şeyleri, o zamana denk gelen
etkinlikleri, oraya özgü lezzetleri, yemek yenecek yerleri çılgınca araştırırım ve sonunda bir ana listeye ulaşırım. Bu araştırma sırasında da sözün gerçek anlamıyla okunmadık kaynak, satın alınmadık rehber bırakmam; haliyle en sonunda daha gidilecek yere varmadan orada gözüm kapalı dolaşabilecek, hatta neredeyse yaşayabilecek hale gelirim. Bu yüzden kimisine göre gidilen yerde yapılmadık şey bırakmayan bir turist rehberi, kimisine göre de “Bir huzur ver be kızım!” denebilecek tipte bir tatil arkadaşıyım. Normalde kalkıp da spora gitmemek için yüzlerce bahane bulabilen bir insanım ama yabancı bir yerdeyken Energizer pillerinin ünlü tavşanı gibi hiç durmadan saatlerce yürüyebilirim! Diğer türlüsü mümkün değil. Yeni şeyler keşfetmek söz konusu olunca enerjim tavan yapıyor!
etkinlikleri, oraya özgü lezzetleri, yemek yenecek yerleri çılgınca araştırırım ve sonunda bir ana listeye ulaşırım. Bu araştırma sırasında da sözün gerçek anlamıyla okunmadık kaynak, satın alınmadık rehber bırakmam; haliyle en sonunda daha gidilecek yere varmadan orada gözüm kapalı dolaşabilecek, hatta neredeyse yaşayabilecek hale gelirim. Bu yüzden kimisine göre gidilen yerde yapılmadık şey bırakmayan bir turist rehberi, kimisine göre de “Bir huzur ver be kızım!” denebilecek tipte bir tatil arkadaşıyım. Normalde kalkıp da spora gitmemek için yüzlerce bahane bulabilen bir insanım ama yabancı bir yerdeyken Energizer pillerinin ünlü tavşanı gibi hiç durmadan saatlerce yürüyebilirim! Diğer türlüsü mümkün değil. Yeni şeyler keşfetmek söz konusu olunca enerjim tavan yapıyor!
Son tatil ise diğerlerinden farklı bir keşfe ev sahipliği yaptı. Atina’da geçireceğimiz birkaç gün için yine derin araştırmalara dalmışken, iki Michelin yıldızlı Spondi’ye rastladım. Benim gibi hayatının merkezinde yemek-içmek olan biri için bu, ekranda havai fişekler görmek demek. Önce Michelin yıldızından biraz bahsedeyim. Bu dünya çapında tanınan ve gurmelere yol gösteren yıldız, aslında Michelin lastik firması tarafından 1930’larda uygulanmaya başlanmış bir restoran ve şef değerlendirmesi. Michelin’in gözüne girmeyi başarmış bu özellikli mekanlar bir, iki veya üç yıldız almaya hak kazanıyorlar. Bir yıldız kendi kategorisinde çok başarılı bir restoranı, iki yıldız tekrar gitmeye değecekmükemmel bir mutfağı, üç yıldız ise bölgeye yapılacak özel bir ziyarete değecek kadar olağanüstü bir mutfağı temsil ediyor. Dünyada toplam 70 tane kadar üç Michelin yıldızlı restoran var. Sanırım, bu çok düşük sayı değerlendirmenin ne derecede bir titizlikle yürütüldünü anlatmaya yetiyor. Üzülerek söylemek gerekiyor ki, Türkiye’de henüz Michelin yıldızlı bir restoran yok.
Madem kendi ülkemizde yok, o zaman gezip gördüğümüz yerlerdeki bu mükemmel mutfaklara bir uğramak gerek, öyle değil mi? Atina’da iki tanesi birer, bir tanesi ise iki adet Michelin yıldızına sahip toplam üç restoran var. Bu bilgilere ulaşmamızın hemen ardından iki yıldızlı Spondi’ye rezervasyonumuzu yaptırdık! Özellikle son yıllarda iyi yemeğe karşı olan tutkum sebebiyle Spondi neredeyse tatilin en heyecanla beklediğim kısmı haline geldi. Bu benim Michelin yıldızlı bir restoranda ilk yemeğim olacaktı. İnsanlık için küçük, benim için büyük bir adım!
Yunanistan’da akşam yemeği çok geç saatlerde yeniyor. Bizdeki gibi 8-8 buçuk gibi rezervasyon yaptırıp giderseniz, muhtemelen restoranda tek başınıza yemek yersiniz. Biz yine de akşama kadar çok acıkacağımızı hesaba katarak sekiz buçukta gittik. Yemeğimiz o kadar uzun sürdü ki, iyi ki daha geç gitmemişiz, sabaha kadar restorandan çıkamayacakmışız diye düşündük. Spondi a la carte menü haricinde sanırım (benim gibi) buraya gelmişken her şeyi yemek istiyorum diye düşünüp de bunu nasıl yapacağını bilmeyenler için iki tip deneme menüsü hazırlamış. İlk menü daha sınırlı tadımlık lezzetler, ikinci ise menünün neredeyse yarısını kapsayan bir liste halinde. Bu aşamada karar vermek çok zor olmadı. Biz “Discovery” isimli ikinci deneme menüsünü aldık. Menü kaz ciğeri, morina balığı ve geyik eti gibi oldukça entersan yemekleri barındırıyor. Biz o sırada henüz başımıza geleceklerin farkında değiliz, heyecanla bekliyoruz!
Açılış “ağız hoşluğu” diye tercüme edilebilecek amuse bouche’larla oluyor. Daha ilk lokmadan itibaren yediklerinizdeki özeni ve farklılığı hissediyorsunuz. Bunlar daha önce yediğiniz hiçbir şeye benzemiyor! Amuse bouche’lar içinde benim için en akılda kalıcısı somon köpüğü idi.
Bütün bunlar olurken, yanımda duran yosun aromalı ekmeğe de şüpheci bakışlar atmayı ihmal etmiyordum. Derken, yemekler ardı ardına gelmeye başladı. Her “course” karizmasıyla bizi şok eden garson tarafından açıklanarak servis edilmeye başlandı. Şarap için bir seçim yapmanıza gerek yok çünkü şef sizin için her servise en uygun şarabı düşünmüş. Her tabakla farklı bir şarap içiyorsunuz. Yediklerimiz sırasıyla:
-Yılan balığı ve kaz ciğeri
-Deniz tarağı
-Morina balığı
-Geyik eti
oldu. Yemeklerin her biri diğerinden lezizdi ve porsiyonlar çok büyük olmamasına rağmen oldukça doyurucuydu. Geyik etinden sonra masamıza, filmlerde görmeye alışık olduğumuz, genelde cadıların evlerinin bodrumundaki laboratuvarda ürettiği iksirlere benzer, üzerinde akıcı dumanıyla beraber bir bardak geldi. Biz şaşkın şaşkın bakarken gerçek olamayacak kadar karizmatik garsonumuz durumu açıklayarak bunun, ana yemeğin bitişinde damağımızın tadını değiştirmek için hazırlanmış bir köpük olduğunu anlattı. Kendimizi bir sonraki servis olan peynire hazırlarken biz de düşünüyorduk: “Gerçekten damağımızın tadını değiştirmeli miyiz ki? Her şey şahane!”
Daha sonra masamızın yanına, seçilmek için bekleyen sayısız çeşit peynir geldi. Tüm peynirlerin hayat hikayelerini dinledik ve aklımızda kalanlara göre seçim yaptık. Bana kalsa hepsinden yiyebilirdim ama sanırım pek hoş karşılanmayabilirdi!
Aslında peynirden sonra devam edemeyecek kadar doymuş ve içtiğim şaraptan daha çok yediklerimin etkisiyle çakırkeyif olmuştum. Elbette tatlının gelişi tokluğumu unutturmaya yetti. İlk olarak kestaneli ve daha sonra da çikolatalı tatlı servis edildi. Artık mutluluktan Spondi’nin koltuklarına yayılıp uyuyabilecek hale gelmiştim ama sanırım bu da pek hoş karşılanmayabilirdi! Ben de otele dönüp mutlu mutlu uyudum…
İlk Michelin yıldızı maceram oldukça keyifli ve beklentimin dahi üzerine çıkacak şekilde gerçekleşti. Kim bilir bir daha nerede ve ne zaman bir Michelin yıldızlı restorana rastlarım… Rastlarsam da uğrayıp yemek yeme şansım olur mu? Bu yüzden Atina’da bu hakkımı kullandığım için çok mutluyum. Umarım yakın zamanda Türkiye’de böyle dünya çapında tanınan restoranlara ev sahipliği yapar ve uluslararası gurmelere cezbedici bir yıldız sunar. Biz de kendi ülkemize ait lezzetlerin dünyaya böyle hoş ve zevkli şekilde sunulduğunu görme şerefine erişir, bu şerefle yetinmez ve her fırsatta tatlarına bakmaya gideriz!