© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Miami Sanat Haftası

Miami Sanat Haftası

Miami Sanat Haftası benim için her yıl bir dayanıklılık sınavı gibi. Her sene gitmeyeceğim diyorum, her sene kendimi orada buluyorum. Günler ve mesafeler uzun, trafik yüzünden hiçbir plan garanti edilemiyor ve programlar neredeyse hiç durmaya izin vermiyor. Buna rağmen, şehrin tüm hafta boyunca geçirdiği dönüşümde inkâr edilemez bir enerji var. Galeriler, sanatçılar, koleksiyonerler ve kurumlar, dev ve güneşli bir ekosistemin parçası hâline geliyor.

Art Basel Miami Beach her zamanki gibi devasaydı. Her yıl olduğu gibi, dünyanın en büyük galerilerini ve çağdaş sanatın en büyük isimlerini bir araya getirirken, araya birkaç beklenmedik sürpriz de serpiştiriyordu. Gerçekçi olmak gerekirse, baştan sona gezmek günler alan bir fuar. Ben ise her zamanki gibi, kaçırmak istemediğim birkaç standı önceliklendirerek bilinçli bir rota izlemeye çalıştım.

İlk duraklarımdan biri Gallery Wendi Norris oldu. Doğrudan Leonora Carrington’a yöneldim. Tüm zamanların en sevdiğim sanatçılarından biri olmaya devam ediyor ve Basel’in görsel karmaşası içinde onun eserlerini canlı görmek her seferinde ilham veriyor. Çok da uzakta olmayan bir noktada, Hajime Sorayama’nın bir robotunun önünde durmamak mümkün değildi. İşlerini defalarca görmüş olsam da, bu cilalanmış figürlerle yüz yüze gelmek her zaman hem çekici hem de tedirgin ediciydi.

Gagosian’ın standında Jeff Koons’un bir tablosu, onun en bilinen görsel dilinden uzaklaşan şaşırtıcı bir işti. Yakın zamanda Gagosian’ın Chelsea mekânındaki solo sergisinde, yeni bir resim serisini ayna yüzeyli paslanmaz çelik heykelleriyle birlikte görmüştüm. Bu yaklaşımı Miami’de yeniden görmek ferahlatıcıydı. Bu işler çok daha güzel ve beklenmedikti. Alıştığımız Koons imgesinden hoş bir sapma sunuyordu.

Art Basel aynı zamanda tanıdık yüzlerle doluydu. Her yerde Calder’lar vardı, sayısını takip edemeyeceğim kadar çok Botero vardı; belki biraz fazlaydı, her ne kadar eserlerini seviyor olsam da. Yine de bu yoğunluğun içinde, daha sessiz ama akılda kalan anlar vardı. James Cohan Gallery’de Naudline Pierre’in eseri özellikle güzeldi. Edwynn Houk Gallery’de Robert Polidori’nin bir eseri dikkatimi çekti. Pompeii’deki antik Roma duvar resimlerine benziyordu.

Rodolphe Janssen, Thomas Lerooy’un daha küçük ve romantik eserlerini sergiliyordu. Fuarın boyutu içinde samimi duruyorlardı. Alexandre Gallery’de ise Tom Utrecht’in bir hayvan ve manzara resmi vardı ki, beni gerçekten mutlu etti.

Art Basel’deki en etkileyici deneyimlerden biri, Leila Heller Gallery’nin sunduğu Kevork Mourad imzalı Memory Gates enstalasyonuydu. Suriye doğumlu Ermeni sanatçı Mourad, bu eserinde anı, göç ve kültürel süreklilik temaları üzerine çalışıyordu. Enstalasyonun içinden yürümek, bambaşka bir dünyaya girmek gibiydi; fiziksel ve duygusal bir geçiş hissi, stanttan ayrıldıktan sonra da akılda kalıyordu.

Untitled ise bu yıl genel olarak hayal kırıklığı yarattı. Fuar bütünlüklü bir yapı sunmuyordu ama bazı stantlar öne çıkıyordu. Nashville merkezli sanatçı Anna Erickson, güçlü ve kendinden emin bir solo sunumla dikkat çekti. Palo Gallery, Lewinale Havette’in figüratif işleriyle Manoela Medeiros’un katmanlı çalışmalarını bir araya getiren etkileyici bir seçki sundu. New Canaan merkezli Arden + White Gallery ise Heath Wae’nin huzurlu bir etki yaratan eserlerini sergiliyordu.

NADA benim için yılın en hoş sürpriziydi ve en güçlü yan fuardı. Concordia Gallery, Paulina Freifeld’in melankolik ama dingin eserlerini sergiliyordu. Dan Yoshii Gallery’de Jack Penny’nin cesur, satirik ve teatral işleri dikkat çekiciydi. Fuar genelindeki favori işlerimden biri ise Management Gallery’nin sunduğu Amorelle Jacox’a aitti. Genelde soyut işlere çok yakın durmam ama Jacox’un büyük ölçekli, renk alanı yaklaşımındaki resmi hem güçlü hem de beklenmedik biçimde etkileyiciydi. Seul merkezli Foundry Gallery’nin standı gerçekten ferahlatıcıydı. Kürasyonu düşünceli ve tutarlıydı; gerçekten farklı bir şey sunuyordu. Geçtiğimiz yılın zayıf görüntüsünden sonra, NADA bu yıl çok daha canlı, güçlü işler ve yeni seslerle doluydu.

Design Miami ise tam olarak Design Miami’ydi. Her zaman olduğu gibi keyifliydi. Ziyaretçilere tasarımın başlı başına bir sanat alanı olduğunu, tasarımcıların da sanatçı olduğunu hatırlatıyordu. Müzik, kokteyl, eğlenceli enstalasyonlar ve abartılı marka reklamlarıyla, her zamanki gibi cazibesini koruyordu.

Bir noktada kalabalıktan uzaklaşıp Miami Beach Botanik Bahçesi’ne sığındık. Suda süzülen koi balıklarını izlemek ve etrafta dolaşan monark kelebeklerini görmek, fuar temposuyla kıyaslandığında neredeyse rüya gibiydi. Güçlü bir kahvenin ardından tekrar koşuşturmaya döndük.

Akşamlar da en az gündüzler kadar hareketliydi. Rubell Museum’un yıllık partisi, Pérez Art Museum’un etkinliği, Jeffrey Deitch Gallery’de bir açılış, yemekler ve daha niceleri vardı.

Bu yılın en hoş yeniliklerinden biri ise, Miami’nin meşhur Art Basel trafiğine karşı devreye alınan deniz taksileriydi. Mekânlar arasında denizden süzülmek küçük bir lüks ve nadir bir rahatlama anıydı. Bunu yıl boyunca sürdürmeyi gerçekten düşünmeliler.

***

Miami Art Week

Miami Art Week is an annual test of endurance. Every year I tell myself I will not go, and every year I find myself there. The days are long, the distances are vast, and traffic makes it so that no plans can be promised, and the schedule rarely allows for pauses. Still, there is something undeniably energizing about the way the city transforms for this week, pulling galleries, artists, collectors, and institutions into one sprawling, sun drenched ecosystem.

Art Basel Miami Beach was, as always, immense. As vast as it is every year, the fair once again gathered the world’s largest galleries and some of the most established names in contemporary art, alongside a handful of unexpected moments. It is a fair that realistically takes days to see in full, though I tried to move through it with purpose, prioritizing a few booths I never miss.

One of my first stops was Wendi Norris Gallery, where I headed straight for Leonora Carrington. She remains one of my favorite artists of all time, and seeing her work in person always feels inspiring amid the spectacle of Basel. Not far away, it was impossible not to pause in front of a Hajime Sorayama robot. No matter how many times I have seen his work reproduced, encountering one of his figures in person is always fascinating, both seductive and unsettling in its hyper-polished perfection.

At Gagosian’s booth, Jeff Koons presented a surprising painting that felt like a departure from his most recognizable visual language. Having seen his recent solo exhibition at Gagosian’s Chelsea space, where he debuted a new series of paintings alongside his iconic mirror-polished stainless steel sculptures, it was refreshing to encounter this style again in Miami. These works felt more exploratory, and genuinely unexpected, a welcome change from the Koons we think we already know.

Art Basel was also filled with familiar faces. There were Calders everywhere, and more Boteros than I could count, perhaps a few too many, even though I genuinely love his work. Still, among the expected highlights, there were quieter moments that stayed with me. Naudline Pierre’s work at James Cohan, simply beautiful. At Edwynn Houk Gallery, I was drawn to a work by Robert Polidori, whose image recalled the atmosphere of ancient Roman wall paintings from Pompeii. Rodolphe Janssen presented smaller, romantic works by Thomas Lerooy that felt intimate amid the scale of the fair, while Alexandre Gallery showed a beautiful animal and landscape painting by Tom Utrecht that just made me feel happy.

One of the most immersive experiences at Art Basel was Kevork Mourad’s installation Memory Gates, presented by Leila Heller Gallery. Mourad, an Armenian artist from Syria, explored arches and doors as metaphors for memory, migration, and cultural continuity. Walking through the installation felt like entering a different world altogether, a physical and emotional passage that lingered long after leaving the booth.

Untitled, by contrast, felt overall disappointing this year. While the fair lacked cohesion, a few booths carried the show. Anna Erickson, based in Nashville, presented a strong solo booth that felt confident and resolved. Palo Gallery offered a compelling mix of figurative works by Lewinale Havette alongside Manoela Medeiros’ layered, stratified pieces. Arden + White Gallery, from New Canaan, showed beautifully ambient works by Heath Wae that created a much needed sense of atmosphere.

NADA, however, was a refreshing surprise and, in my opinion, the strongest satellite fair this year. Concordia Gallery exhibited beautiful works by Paulina Freifeld that were moody and serene. Dan Yoshii Gallery presented bold, satirical, and theatrical works by Jack Penny. One of my favorite pieces across the fair was by Amorelle Jacox, shown by Management Gallery. Though abstraction is not typically where my eye gravitates, her large-scale color-field painting was powerful and unexpectedly moving.

A booth that felt like a breath of fresh air was Seoul based Foundry Gallery. The overall curation was thoughtful and cohesive, offering something genuinely different. After a disappointing showing last year, NADA felt reinvigorated, filled with strong work and new voices.

Design Miami was, simply put, Design Miami. As always, it was a delight. The fair reminded visitors that design is very much an art form, and that designers are artists in their own right. With music, champagne, playful installations, and over the top brand activations, it remained as delightful as ever.

At one point, we stepped away from the frenzy to take refuge at the Miami Beach Botanical Garden. Watching koi fish glide through the water and monarch butterflies drift overhead felt almost surreal in contrast to the pace of the fairs. After a strong cup of coffee, we headed back into the madness.

The evenings were no less eventful. It was the usual. The Rubell Museum’s annual party, the Pérez Art Museum’s party, an opening at Jeffrey Deitch, dinners, and many more.

One of the most welcome additions this year was the introduction of sea taxis to help combat Miami’s notorious Art Basel traffic. Floating between destinations felt like a small luxury and a rare moment of ease. It is something they should seriously consider keeping year round.

 

Yazar Hakkında /

New York’ta Sotheby’s Institute of Art’ta Art Business Master’ını tamlamlayan Lara Bayer, şu an New York’ta yaşayan bir küratör ve sanat danışmanıdır. Aktif olarak dünyadaki tüm sanat etkinliklerini takip etmekte, New York’ta ve Türkiye’de sanatçılar, galeriler ve koleksiyonerler arasında sanat etkinlikleri düzenleyerek sanatı dünyada daha erişebilir hale getirmeyi hedeflemektedir.

Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.