Leonardo’nun Kadınları
Leonardo da Vinci’nin güzelleri asırlardır gönüllerimizi fethetmekle kalmıyor, ünlü tablosu Mona Lisa bugün bile hayranlarından binlerce aşk mektubu almaya devam ediyor. Öyle ki 1910 yılında Mona Lisa’yı seyrederken kendini vuran talihsiz bir hayran bile var. Kuşkusuz Leonardo da Vinci’nin ilginç yaşantısı ve olağanüstü bilge kişiliği, tablolarının günümüzde hala cazibesini ve gizemini korumasında en önemli etken…
Da Vinci, gerçek bir Rönesans adamı olmasının yanı sıra aynı zamanda filozof, mucit, bilgin, müzisyen ve yazar kimlikleriyle “dahi” sıfatını hak etmiştir. Onun dönemindeki birçok ressamın şöhreti öldükten kısa bir süre sonra tükenip gitmişken, Leonardo’nun ölümünden sonra geride bıraktığı eserlere duyulan ilgi katlanarak artmıştır. İtalya’da, Floransa yakınlarındaki Vinci kasabasında, sanatla hiç ilgisi olmayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Leonardo, iyi eğitimli olmamasına rağmen son derece zeki, titiz, zarif ve çok yakışıklı olmasıyla bilinirdi. Giyim kuşama çok meraklıydı, ipek kumaştan uçuk pembe tunikler giyer, iri yeşim taşlı yüzükler takardı. Güzelliğe çok meraklıydı. Yakın çevresine sürekli güzellik ve cilt bakımıyla ilgili önerilerde bulunurdu. En sevdiği şey ellerini taze gülsuyu ve lavanta yapraklarıyla ovmaktı. Güzelliğin genel kuralının uyum ve simetri olduğunu kabul etse de ona göre asıl önemli olan daima cazibeydi. Cazibeyse görünüş, canlılık, neşe ve kişiliğin birleşiminden ibaretti.
Gerçek mi? Hayal mi?
Leonardo’nun kadınları aldatıcı ve gizemlidirler. Utangaç gülümsemeleri ve yan bakışları onların saklı yönlerini ima eder. Soylu kadınları resmetmektense genellikle sokakta rastladığı taşralı, sıradan genç kızları resmetmeyi tercih etmiştir. Kimi biyografi yazarlarına göre annesi Catherina’nın çehresi eserlerindeki kadınların bakışlarında varlığını hissettirirken, kimilerine göreyse genç sevgililerinden esinlenmiştir. Mona Lisa’nın tamamlanmasından beş yüz yıl sonra bile gerçek kimliğine dair hala kitaplar yazılmakta, filmler yapılmakta… O gerçekten yaşadı mı yoksa bir anlamda Leonardo kendisini mi resmetmişti? Yüzündeki yarım gülümsemenin sebebi neydi? Mona Lisa’yı ilk kez 18 yaşındayken Paris’teki Louvre Müzesinde gördüğümü hatırlıyorum. İlk bakışta bende bıraktığı etki, yarım tebessümden çok bir şeyden dolayı yüzünü buruşturan, dudak büken alaycı birinin ifadesiydi. “Da Vinci aslında bu tabloda kendisini çizmiş ondan bize böyle alayla dudak büküyor” diye düşünüp bu tablodan çok etkilenmiştim.
Leonardo’nun yansıttıkları
Yıllar hızla geçiyor, teknoloji gittikçe daha da ilerliyor. Değişmeyen tek şey sanata duyduğumuz ilgi. Bir sanat eserinin karşısına geçip bakakaldığımda adeta onun güzelliğinin dönüştürücü etkisiyle, günlük hayatın olumsuzluklarından bir an olsun arındığımı hissediyorum. Resimlerin bize en çekici gelen yanıysa hikayeleri… Her biri içinde komplo, aşk, nefret, intikam, gurur ve hırs bulunduran birer bilmece sanki… Örneğin Da Vinci’nin iki farklı portresini ele alalım. “The Lady with an Ermine” ve “La Belle Ferronniere” Milano Dükü 2. Moro bu resimleri Leonardo’ya birkaç yıl arayla çizdirmiştir. Kadınların genç olanı dükün sevgilisi, diğeriyse eşi Beatrice’dir. İki kadın da aynı çatı altında sürekli bir uyumsuzluk ve kıskançlık içinde yaşamışlardır. “The Lady with an Ermine” da dükün sevgilisi Cecilia, aile sembolü olan bir ermine sarılıp kürkünü okşamaktadır. 2.Moro, on beş yaşındaki sevgilisine duyduğu aşkı “bir çiçek kadar narin ve güzel” diyerek dile getirmiştir. Leonardo’da tablosunda bu tutkuyu yansıtmıştır. Düşes Beatrice’in tablosundaysa onu izleyiciden ayıran trabzan aynı zamanda kocasıyla arasındaki mesafeyi simgeler. Kucağında aile amblemine dair bir şey taşımaz, yalnızca elbisesindeki ufak bazı detaylar ve kurdeleler soyluluğunu simgeler. Onun bu dışlanmış, mutsuz halini ressam böyle yansıtmıştır. Cecilia doğum yaptıktan sonra saraydan gönderilmiş, dük onun yerine daha genç bir sevgili bulmuş olmasına rağmen, ölümünden yüzyıllar sonra bile, bu portre sayesinde birçok güçlü erkeği kendisine hayran bırakmayı başarmıştır. Resim, savaş sırasında Polonya’dan Naziler tarafından kaçırılmış ve Berlin’de sergilenirken Adolf Hitler’in büyük beğenisini kazanmıştır. Diktatör tabloyu Linz’deki özel koleksiyonuna katmıştır.
Bir tablo için yirmi beş yıl
Mektuplarından anlaşıldığı üzere Leonardo, şehir hayatının kalabalığından ve salgın hastalıklardan bunalmış, vaktinin ve enerjisinin çoğunu hak ettiği ödemelerin peşinde koşarak geçirmiştir. 1485 yılında çok korktuğu salgın hastalıkların patlak verdiği dönemde, en güzel kompozisyonlarından biri olan “Virgin of the Rocks”ın üzerinde çalışmaya başlamış. Ortaçağ Milano’sunda salgın hastalıkların, pisliğin ve ölümün kol gezdiği bir ortamda bu denli narin ve ruhani bir mizansen düşünüp resmetmek neredeyse imkansızdı. Günümüzde iki versiyonu olan bu tablolardan biri Louvre, diğeri de National Gallery’de sergilenmekte. Leonardo, Virgin tablosu üzerinde tam yirmi beş yıl çalışmıştı. Belki de haklı olarak ondan ayrılmak istemiyordu. Zaten kendi deyimiyle “resim asla tamamlanmaz, ancak terkedilirdi.”
Da Vinci’nin güzelleri Londra’da
Geçtiğimiz haftalarda sözü geçen tablolarla birlikte toplam dokuz Da Vinci güzeli Londra’da National Gallery’de tarihte ilk ve belki de son kez yan yana sergilenmek üzere bir araya getirildi. Uzun ve zorlu bir sürecin ardından, her tablo farklı bir ülkeden, farklı zamanlarda, üst düzey güvenlik önlemleri alınarak büyük gizlilik içinde Londra’ya getirildi. Bu sürecin planlanması tam beş yıl sürdü. 15 Şubat’a kadar Londra’ya yolunuz düşerse kaçırmamanızı öneririm.
Sevgiyle kalın, mutlu kalın…
[nggallery id=803]