Kesişen Kaderler; Nevzat Tandoğan
“Sevgilim, aşkım, dostum, çocuğum, her şeyim… Seni ne çok sevdim bir bilebilsen. Sabahlara kadar ne çok gözyaşı döktüm senin için.
Bir kez bile olsa senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sermeye hazırdım. Seni kollarıma almayı, seni yaz güneşi gibi kavurucu bir milyon buseye boğmayı, ne çok isterdim. Her nefeste, seste, resimde seninle bütünleşmek, denizin mavisi, köprülerin beyazında buluşmak en büyük arzumdu.
Şimdi ise yalnızım. Yokluğun bir hançer gibi yüreğime saplanıyor. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.
Sensizliğin acısını hafifletemiyorum aşkım. En acısı da bu. Evet!.. Seni seviyorum…
Sen beni istemedin ama ben seni çok sevdim. Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da mutlu olman. Mutlu ol sevdiğim, biriciğim, aşkım, nereye, kime gidersen git yeter ki sen mutlu ol. Artık ben yokum. Karşılıksız aşkımı yanıma alıyorum. Ebediyete kadar saklayacağım.”
Karakaşzade Abdullah
925 yılının 18 Ağustos’unda Malatya’nın ileri gelen ailelerinden Karakaşzadeler’in en büyük oğlu Abdullah Bey, ayrıldığı nişanlısına yukarıdaki satırları yazarken ölüm ile yaşam arasında tercihini çoktan yapmıştı. Mektubu zarfa koyduktan sonra silahını çenesine dayadı, gözleri kapattı ve tetiği çekti. Gecenin sessizliğinde tek el silah sesi yankılandı. Malatyalılar yeni güne bu acı haberle başladılar. İntihar olayı gerek halk arasında, gerekse siyasi çevrelerde geniş yankılar uyandırmıştı. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın merkez kaza mutemedi ve Tayyare Cemiyeti şubesinin de reis vekili olan 25 yaşındaki Abdullah Bey, yöresinin sevilen, sayılan insanlarından biriydi. Bir süre öncesine kadar da Malatya’nın ilk valisi Asım Bey’in kızı ile nişanlıydı. Nişanın bozulmasını onuruna yediremeyerek, intihar ettiği haberi kulaktan kulağa yayıldı. Malatya Gazetesi haberi, “FECİ BİR İNTİHAR… Şehid-i Aşk” başlığıyla verdi.
Karakaşzade Abdullah Bey’in intiharı, halk arasında derin bir üzüntüye neden olduğu gibi siyasi çevreleri de şok edercesine etkiledi. Ankara olayı duyar duymaz, siyasi müdahale etme gereği hissetti. Malatya Valisi Asım Bey, Bozok (Yozgat) valiliğine, Adalar Daire-i Belediye Müdürü Nevzad Bey ise Malatya Valiliği’ne tayin edildi. Hatta Nevzat Bey’e, yeni görevini Başvekil İsmet Paşa, bizzat köşkünde kabul ederek, iltifatlar ile birlikte tebliğ etti.
Nevzat Bey, aldığı habere çok sevindi.
“Şansa bak ” dedi içinden ve devam etti.
“Bir parti yetkilisi valinin kızıyla nişanlı olacak, kız nişanı atacak, ardından damat adayı intihar edecek, sende Malatya’ya vali olacaksın. Şansını iyi kullan Nevzat ”.
Nevzat Bey, Başvekilin memleketine vali olmanın ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu. Başarılı olması halinde önünde yeni kapılar sonuna kadar açılacaktı. O da elinden geleni yaptı. Dürüst, disiplinli, çalışkan bir vali olarak ünlendi. Malatya valiliği ardından da Ankara valiliğine atandı. Bu kişi uzun yıllar boyunca Ankara ile özdeşleşecek olan Nevzat Tandoğan’dan başkası değildir.
Aradan tam 20 yıl geçti. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş, sıcak harp döneminden soğuk harp dönemine geçilmişti. Ülkeler ittifak arayışları içinde yeni oluşumların nasıl şekilleneceğini merak ediyor, bunun için çalışmalar yürütülüyordu. Tarafsız görünen Ankara’da ise casuslar cirit atıyor, kıran kırana bir çekişme yaşanıyordu. Bombalar, suikastlar, şüpheli ölümler kimin ne yaptığı meçhuldü. Aynı dönem Türkiye’nin ne tarafta yer alması gerektiği bir tartışma konusuydu. Savaşa girilmemişti ancak gidilecek, uygulanacak yöntem de belli değildi. İçeride devletçi politika uygulama çalışmaları devam etmekle birlikte liberal yaklaşımlar da sesini duyurmaya başlamıştı. Amerika ile süren sürtüşmeler, Rusya’nın Kars ve Ardahan’da toprak, boğazlarda üs talepleri ortamı iyiden iyiye germişti.
Yıl 1945, Ankara’da bir sonbahar akşamı… Aynı zamanda Rus Sefareti’nin doktorluğunu da yapan, Ankara’nın tanınmış doktorlarından Neşet Naci Arcan son hastasıyla ilgilenirken spor ceketli, gözlüklü genç bir adam daha muayene olmak için gelir. İçerideki hasta çıkınca da muayenehaneye yönelir. Yaklaşık 10 dakika sonra doktor “Yetişin adam öldürüyorlar” diyerek odadan fırlar. Peşinden de genç “hastası”… Arcan’ın çığlığı işe yaramaz. Çok kısa bir süre sonra yedi kurşun yarası alan doktorun öldüğü anlaşılır. Katil kaçar. Haber Ankara’ya bomba gibi düşer. Herkes cinayeti farklı yorumlar. Bu sırada radyodaki saat bir haberlerinde Reşit Mercan isimli gencin, “Katil benim” diyerek polise teslim olduğu yayınlanır. İşin ilginci Reşit Mercan, dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay’ın da en yakın arkadaşıdır. Robert Kolej’den arkadaş olan Reşit ve Haşmet, cinayet öncesinde da Ankara’da aynı evi paylaşmışlardır. Dahası ilk duruşmada sürpriz bir gelişme olur. Haşmet Orbay, tanık olarak çıktığı kürsüde silahı Reşit Mercan’a kendisinin temin ettiğini söyler. Artık Haşmet Orbay da sanıklardan biridir. Dava boyunca; babasının konumu nedeniyle Haşmet Orbay’ın korunduğu, delillerin yok edildiği, bazı görgü tanıklarının ifadelerinin özellikle alınmadığı iddiaları ortaya atılır. Bu iddiaların bir kısmı doğrulanır da. Bu arada Reşit Mercan ifadesinde ilk sorgulamayı Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın yaptığını, kendisini tehdit ettiğini ve cinayeti üstlenmesi için baskı yaptığını söylediğinde ise ortalık büsbütün karışır. Uzun yıllardır valilik yapmış birisinin böylesini büyük bir hata yapmış olabileceğine insanlar inanmak istemez. Yine de cinayet sonrası gözaltına alınan Reşit Mercan’la makamında görüşme yapan Ankara’nın kudretli valisi Nevzat Tandoğan tanık olarak mahkemeye çıkar.
Duruşmadan tam bir gün sonra Tandoğan’ların evinde sessizlik hakimdir. Tarih 10 Temmuz 1946’dır. Vali her zamanki saatte uyanır, duşunu alır, tıraşını olur, ailesiyle kahvaltı masasına oturur. Durgundur, ağzını bıçak açmaz. Ailesi bu durumu bir önceki günün yorgunluğuna, stresine ve o gün buluşacağı Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen’le randevusuna yorumlar. Yaklaşık yarım saat sonra Tandoğan giyinmek için yatak odasına gider. Son günlerde yaşadıkları onu çok yıpratmıştır. Yıllardır ülkesine canla başla hizmet etmiş, başkentin neredeyse ikinci adamının böylesine bir olaya isminin karışması affedilir değildir. Masasının çekmesini açar. Beylik tabancasını sardığı kırmızı kadifenin içinden çıkarır. Birkaç saniye duralar. Birden aklına Karakaşzadelerin Abdullah Bey gelir. Yirmi yıl öncesine gider. Oysa ne kadar çok sevinmişti Malatya valisi olduğunda. Hatta intihar olayına bile gizliden gizliye sevinmişti. Oysa şimdi tanımadığı bir adamın intiharının açtığı kapıyı şimdi kendi intiharı ile kapayacaktır. “Allah’ım beni affet” sözleri dudaklarından dökülür ve silahını ateşler. Büyük bir gürültüyle patlayan bu silah sesi aynı zamanda Ankara’da on sekiz yıl görev yapan Vali Tandoğan’ın ölümünü de dağa taşa yankılatır. Resmi açıklamalarda Tandoğan’ın intihar ederek hayatına son verdiği söylenir.
Bugün Nevzat Tandoğan Caddesi’nden ya da Tandoğan Meydanı’ndan geçecek olursanız, bu aynı hazin sonu düşünün. Tandoğan’da herhalde kendisine Ankara’nın yolunu açacak olayı kendisinin yaşayacağını hiç düşünmemişti. Yazık, aynı sonu o da yaşadı ya da yaşatıldı.