Hong Kong Ve Macau
Yıllardır gitmeyi istediğim ama bir türlü kısmet olmayan Hong Kong’a sonunda gidebildim. Bu bir aylık Uzakdoğu gezimde, çok güzel yerler gördüm ve
bu güzel yerleri sizlerle paylaşacağım ve umarım bu bilgilerle siz de güzel yerleri keşfedersiniz.
Hong Kong ve Macau, Çin Devleti’ne ait olmakla birlikte ayrı kanunlarla yönetiliyor ve özerk bölge. Çin için vize almak gerekirken, Hong Kong ve Macau’ya vize yok. Kendine ait para birimi ve bayrağı var ama Çin’e bağlı. Enteresan!
THY’nin direkt uçuşu ile 10 saat civarı uçtuktan sonra Hong Kong’a inebildik. Yıllardır hep duyduğum, gitmek istediğim Hong Kong’a sonunda gelebildim. 14 milyon kişi yaşıyor, Hong Kong’ta ve metre kareye 3500 kişi düşüyor. Fazla yer olmadığı için yerleşim dikine gelişmiş ve her yer gökdelenle dolmuş ve böylelikle dünyanın en kalabalık nüfus yoğunlu olan şehir unvanını kazanmıştır. Bir büyük yarım ada ve 265 adadan oluşuyor. Otelimize giderken Asya’nın en büyük ve işlek limanını görüyorsunuz. Hong Kong’ta arazi olmadığı için sanayi yok denecek kadar az. Tabi ki parayı ticaretten kazanıyorlar. Burada yaşayan insanların % 95’i Budist. Hong Kong’ta 2 gün kalacaktık ve otel olarak Harbour Plaza 8’i seçtim. Otelin yeri Kawloon Yarımadası’nda, Tsim Sha Tsui denen bölgede. Bu bölgede görülecek ve yapılacak oldukça fazla aktivite var. Buranın deniz kenarı bölgesinden, Hong Kong Adası’nı görüyorsunuz ve buradan nefis bir manzara var. Bol bol resim çekmeden zaten bir yere gidemiyorsunuz. Gece buradan, 44 binadan yapılan ve Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş lazer ve ışık şovunu her aksam saat 8’de mutlak izlemek lazım…
Biz uzun yolculuk sonrası biraz dinlendikten sonra gece yemeği için Hong Kong Adası’na geçtik. Ve hemen 1 Michelin yıldızı olan ünlü Cantonese Restaurantı Yung Kee’ye gittik. 1942’de açılan bu restoranın Michelin yıldızı haricinde bir sürü ödülü var ve Asya’nın en iyi restoranlarından birisi. Sade bir dekorasyonu olan Yung Kee özellikle ördek konusunda bir uzman ve tüm Cantonese mutfağından örnek yemekleri tadabilirsiniz. Ayrıca Dim Sum (Çin Mantısı)da çok ünlü fakat ancak ünlü mantılarını tadabilmek için gündüz gitmeniz lazım. Biz gece gittiğimiz için ünlü ördeklerinden ve yanında birçok lezzetli yemeği yiyerek kendimizi ünlü Hong Kong gece hayatına attık. Zaten Yung Kee’nin olduğu caddenin bir paraleli Wyndham HK’nin bar ve gece kulüplerinin bir araya toplandığı bölge. Burasına “barlar sokağı” da diyebilirsiniz. Yan yana bir sürü bardan insanlar sokağa taşıyor. Biz o gece Yung Kee’deki yediklerimizi bastırmak için bu bar ve kafelerde bir kahve içtikten sonra ünlü gece kulübü Dragon-i’ye gittik. Ben aslında burayı daha büyük ve daha güzel bir gece kulübü olarak bekliyordum. Ama daha çok terasında insanlar oturuyordu biz gittiğimizde, içerdeki gece kulübü de çok enteresan bir yer değil. Bazen insanların yazdığı “en güzel” denilen yerler bana hitap etmiyor olabiliyor. Herkesin zevki ayrı oluyor tabi. O yüzden bazen insanlar bir yere kötü bile dese, gidip kendim görmek isterim. Belki ben beğenirim, belli mi olur? Oradan ayrılıp hemen Dragon-i’nin altındaki Prive Club’a geçtik. Bence Prive Club olarak daha güzel. Uzunca bir clup olan Prive’yi görüp, içkilerimizi bitirdikten sonra, yine HK’un en ünlü gece kulüplerinden Beijing Club’a geçtik. 2 katlı olan bu gece kulübü, gecenin ilerleyen saatlerinde bir hayli doldu, hatta hareket edilmez halde geldi. Bu gece kulübünün 2. katı VIP bölümü. Hip hop’tan ve kalabalıktan sıkılıp ikinci kattaki güzel terasında biraz oturduk. O gece hip hop çaldığı için ben de bu müziği sevmediğimden, biz erken çıktık. Hem saat farkının, hem de uzun yol yorgunlu yüzünden geceyi orada noktalayıp, otele döndük.
Ertesi sabah, Hong Kong’un turistik yerlerini keşfetmek için, erken kalktık. Hemen Tsim Sha Tsui Star Ferry Limanı’na geldik. Buradan yani bulunduğumuz Kowloon Yarımadası’ndan, Victoria Limanı’nı geçerek Hong Kong Adası’na geçtik. Tabi geçerken harika manzaraya hayran kalmamak elde değil. Buradan taksi ile Victoria Peak’i (tepesi) tırmanmak için tepeye giden kırmızı tramvayların başlangıç noktası Mt. Austin Road’a geldik. Tramvay ile 552 metredeki Victoria Tepesi’ne çıktık. Burası, HK’da mutlaka yapılması gerekenlerin başında geliyor. Yukardan harika bir manzara var. Buraya Sky Terrace deniliyor. Bütün Kowloon Yarımadası, Victoria Limanı ve Hong Kong adasını tüm ihtişamıyla görebilirsiniz. Gerçekten etkileyici bir yer. Burası genelde aşağıya göre 5 derece soğuk ve rüzgarlı. O yüzden, yanınıza sizi soğuktan koruyacak bir şeyler almanızda yarar var.
Victoria Tepesi’nden indikten sonra, neredeyse öğlen olmak üzereydi ve daha hiç bir şey yemediğimiz için, taksi ile HK adasının güneyine Aberdeen Koyu’na geçtik. Burada yine turistlerin çok rağbet ettiği ünlü, yüzen restoran Jumbo Floating’e gittik. Bu restoran sayesinde Aberdeen Bölgesi çok ünlü olmuş. Buranın dekorasyonu Pekin İmparatorluk Sarayı’na benzetilmiş. Aslında turistik olmasından dolayı fiyatlar abartılı. Yemekte her yerde bulabileceğiniz yemekler için buraya gitmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Buradan yine taksi ile Stanley Market’e gittik. Bu pazarda genellikle tekstil ürünleri satılıyor. Duyduğuma göre fiyatlar eskiye göre daha pahalıymış. Ama birazdan bahsedeceğim Temple Street Night Market’e göre daha kaliteli eşyalar bulabilirsiniz. Belki hanımlar daha çok sevebilir burayı ama bizim çok ilgimizi çekmedi. Bu arada buraya gelirken, yolda Repulse Bay’den geçtik. Burası Hong Kong Adası’nda insanların denize girdiği yer. 1980’lerde plajın arkasına yapılan büyük apartmanlar Feng Shui tarzı ile yapılmış ve apartmandaki büyük boşluk, dağ ile denizin birbirini görmesini engellemiyor.
Hong Kong Adası turumuzu tamamladıktan sonra tekrar Star Ferry ile Kowloon Yarımadası’na, muhteşem liman manzarasını içimize sindire sindire geri döndük. Salisbury Road’dan biraz yürüyerek, resimler çektikten sonra dünyanın en iyi otellerinden bir olan Peninsula Oteli’nin yanından geçerek Nathan Caddesi’nde yürümeye başladık. Peninsula Otel’den birazdan bahsedeceğim. Dünyanın en iyi otellerinden biri olur da, ben en azından görmeye gitmem mi? Zaten çok uzun zamandan beri Hong Kong’a gitme sebeplerimden biri de Peninsula Oteli’nin çatısında olan Philippe Starck imzalı Felix Restaurant’a ve barına gitmekti. Neyse Nathan Caddesi’ne devam… Nathan Caddesi, Kowloon Yarımadası’nın en önemli caddelerinden, bir hayli de uzun. Üzerinde sayısız restoran olan ve alışveriş yapabileceğiniz mağazalar var. İnsanlar bir koşuşturmadır gidiyor, herkes alışveriş çılgınlığında. Bu caddenin ilerisinde Temple Street Night Market var. Burası saat 2’de açılıyor ama adı üstünde akşam 6 – 10 arası burası çok hareketli. Burada yine biz pek alacak bir şey bulamasak da, bir sürü taklit markalar, hediyelik eşyalar var. Aynı zamanda, sokakta bir sürü restoran var. Biz yemeğe pek cesaret edemedik, sağlık olayları yüzünden. Ama açıkçası özellikle deniz ürünleri çok leziz gözüküyorlardı.
O akşam yemeği hafif geçirip, akşam uzun zamandır gitmek istediğim Peninsula Otel’e 11 civarı gittik. Hong Kong’un en eski ve prestijli oteli olan Peninsula, 1928 yılında açılmış ve dünya çapında bir üne sahip. 5 çayları şehirde bir prestij göstergesi. 28.kattaki Felix Philippe Starck’ın ününe uygun olarak harika döşenmiş. Zaten manzara harika. Burası sadece restoranı ve atmosferi ile değil özellikle erkekler tuvaleti ile de meşhur. Pisuarlar harika Kowloon manzaralı… Buradan çıktıktan sonra ününü duyduğumuz Kee Club’a gidelim dedik. Ama burası özel bir kulüp ve üye olmak gerekiyormuş. Üyelikleri de çeşit çeşit. En pahalısı 5000 USD. Ne yazık ki kulübe bizle birlikte kapıdaki insanlar da giremedi. Bu biraz bize teselli oldu. Ama bence yemeğe rezervasyon yaparak buraya girebileceğinizi düşünüyorum. Duyduğuma göre hem yemekleri hem de gece kulübü olarak çok iyiymiş. Artık bir dahaki sefere…
Oradan çıktıktan sonra, hemen D’Aguilar Sokağı’ndaki LFK Oteli’nin 29.katındaki Azur rest-bara çıktık. Bu şık restoran gece 11’den sonra kulübe dönüşüyor. Yandaki terasında da güzel Hong Kong manzarası var. Orada bayağı kaldıktan sonra geceyi Prive Club’da bitirdik ve otelimize döndük.
Biz 2 güne ancak bu kadar sığdırabildik. Hong Kong’ta yapılacak daha bir sürü aktivite ve görülecek onlarca yer var. Bence Hong Kong’ta en az 4 gece kalmak lazım.
Ertesi sabah, yine Çin’e bağlı ama özerk olan Macau için feribota bindik. Türk vatandaşlarına vize gerekmiyor. Biletlerinizi online olarak alabilirsiniz. Yaklaşık 1 saat süren yolculuk gayet rahat geçti. Macau, 450 yıl Portekiz egemenliği altında kaldıktan sonra, 1999’da Çin’in egemenliğine geçmiş. Burası Çin’in küçük Las Vegas’ı. Burada Las Vegas’tan tanıdığımız dünyaca ünlü oteller var. Bunlar Wynn, Venetian ve MGM bunlardan bazıları. Ve dünyanın en büyük kumarhanesi de Las Vegas’taki Venetian Oteli’ndeki değil, buradaki Venetian Oteli’nde. Biz Taipa Adası’ndaki Grand View Oteli’nde kaldık. Otelimiz fiyat bakımından gayet makul olmakla birlikte her türlü rahatlığa sahipti. Otelimizin gayet rahat ve güzel odasına yerleştikten sonra biraz dinlendik. Bu arada öğrendim ki, Venetian Oteli’nde -benim yazılarımı takip edenler bilir- benim hemen hemen tümünü gördüğüm Cirque Du Soleil’in bir şovu olan “Zaia” var. Tabi ki, hemen biletlerimizi online olarak aldık. 75 kişinin görev yaptığı bu şovda, Las Vegas’takiler kadar güzel ve etkileyiciydi. Şov sonrası, Venetian Oteli’nin Casinosu’nun içindeki, Imperial House Dim Sum’a gittik. Gerçekten bu Cantonese Mutfağı bir harika. Uzak Doğu’da olduğum sürece genel olarak hep buraya özgü yemekleri yemeye çalıştım. Yemekten sonra ise, tabi ki dünyanın en büyük kumarhanesinde kumar oynayan yegane Türklerin arasına katılmak için kendime bir Black Jack (21) masası baktım. Ben pek kumar oynamayı sevmesem de ancak Las Vegas’a gittiğimde limitli bir parayla kaybetmek için oynarım. Zaten ayırdığım parayı da bitirince kalkmasını bilirim. Kazanırsam da ne mutlu bana. Kumarda, para hırsına kapılmamak lazım. Kendime masa ararken, burada Las Vegas’ta görmediğim tarz oyunlar vardı. Ben kafamı karıştırmadan kendime bir masa buldum. Genelde Las Vegas’ta daha ucuz masalar bulunur, minimum oynamak için. Burada genel olarak minimum 25 USD’den başlıyor masalar. O gece şansım yaver gitti ve 500 USD’a yakın kazanarak mutlu mesut sabahın 5’inde otelimin yolunu tuttum. Macau’da sadece 1 gece kaldık. Zaten bize de yetti. Ne de olsa burası bir Las Vegas değil. Öğlene doğru kalkarak, tekrar feribota bindik. Biletini aldığımız feribot, direk havaalanına gidiyordu. Ben servis diye buna derim. Hong Kong ve Macau seyahatimi böylece sonlandırarak, hayatımda en çok sevdiğim sevgili Phuket’e doğru yola çıktık… Arkası mı? O da öbür aya inşallah…
Sağlıklı ve bol seyahatli bir hayat dilerim…