Hawaii’nin Bilgi Mirasını Yaşatan Müze
Honolulu’nun Kalihi bölgesinde yer alan Bernice Pauahi Bishop Müzesi, Oʻahu seyahatimde mutlaka görmem gereken bir duraktı. Müze, 1889 yılında Charles Reed Bishop tarafından, eşi Prenses Bernice Pauahi Bishop’un anısına yapılmış. Prenses Pauahi ise, Kamehameha hanedanının soyundan gelen son kişiydi.
Bernice Pauahi Bishop Müzesi, Hawaii ve Pasifik bölgesinin tarihini, kültürünü ve bilimsel mirasını korumak ve onurlandırmak amacıyla kurulmuş. Bugün hâlâ hem eyaletin en büyük müzesi hem de Yerli Hawaii kültürü ve doğa bilimleri açısından en önemli kurumlardan biri olmaya devam ediyor.
Ana bina olan Hawaiian Hall, koyu renkli ve dokulu volkanik bazalttan inşa edilmiş; derin verandalar ve yüksek pencerelerle çevrelenmişti. İçeri adım attığımda, alan katedral benzeri bir yapıya dönüşüyordu. Ahşap balkonlar üç kat boyunca salonu çevreliyor, ortada ise çeşitli eserler, dokumalar ve oyma figürler sergileniyordu. Her biri geleneğe, aile soyuna ve moʻolelo’ya (nesiller boyunca anlatılarak aktarılan hikâyelere) bağlıydı.
Hawaiian Hall’ın her katı, Hawaii kozmolojisindeki farklı bir âleme adanmıştı. Zemin kat, Wao Kanaka, insanların dünyasına odaklanıyordu; gündelik yaşam, tarım, balıkçılık, aletler, giysiler gibi konular ele alınıyordu. İkinci kat, Wao Lani, tanrıların ve ataların ruhlarının dünyasını sunuyordu. Burada detaylı şekilde oyulmuş kiʻi (tanrı figürleri), tüylü pelerinler ve törensel giysiler, kutsal gelenekleri ve kapu’yu (Hawaii yaşamını şekillendiren ruhani yasalar ve toplumsal kurallar) yansıtıyordu. Üçüncü ve en üst kat olan Wao Akua, kara, gökyüzü, deniz ve ruh arasındaki bağlantıları keşfediyor, bu ilişkileri hem geleneksel Hawaii bilgeliği hem de modern bilimsel yaklaşımlar üzerinden ele alıyordu.
Müzenin başka bir bölümünde, Richard T. Mamiya Bilim Macera Merkezi’ne geçtim. Burası jeoloji, biyolojik çeşitlilik ve ada ekolojisine odaklanmıştı. Etkileşimli panolar ve örnek dolaplarıyla, Hawaii’yi şekillendiren doğal kuvvetler anlatılıyordu. Lav akıntılarının, erozyonun ve volkanik aktivitelerin etkileri taş örnekleri ve diyagramlarla gösteriliyordu. Yerlere özgü kuşlar, böcekler ve deniz canlıları, adaların zengin biyolojik çeşitliliğini ve bu canlıların yaşadığı eşsiz çevreleri gözler önüne seriyordu. Mercanlar, mineraller ve kabukların yer aldığı vitrinler, adaların jeolojik ve ekolojik geçmişini izlemeye olanak tanıyor; Hawaii’nin doğal dünyasını şekillendiren çeşitli malzemelere dair bir bakış sunuyordu. Cam vitrinlerde oyma balık oltaları, örme ağlar ve volkanik taş aletler kuş örnekleri ve lav kayalarıyla yan yana sergileniyor, gündelik yaşamla doğa arasındaki ilişkiyi anlatıyordu.
Kampüsün arka kısmında, J. Watumull Planetaryumu bulunuyordu. Orada, geleneksel Polinezya denizcilik yöntemlerini konu alan etkileyici bir gösteriyi izlemeyi ummuştum, fakat ne yazık ki ziyaret ettiğim gün herhangi bir gösteri planlanmamıştı. Yine de planetaryumun sergi alanı, 1976 yılında Hawaii’den Tahiti’ye atalarından kalma yön bulma yöntemleriyle yelken açan, çift gövdeli Hōkūleʻa kanosuna odaklanıyordu. Bu sergi, yıllarca süren kültürel silinmeye rağmen derin bilgi sistemlerinin nasıl varlığını sürdürdüğünü hatırlatıyordu.
Ziyaretim birkaç saat sürdü, ama çok daha uzun kalabilirdim. Bishop Müzesi, sayısız hikâyeyi barındırıyordu; her biri toprağa, anıya ve bu hikâyeleri yaşatan insanlara bağlıydı. Bu deneyim, tarihin nasıl bilinçli bir özenle korunduğunu ve yaşatıldığını daha derinden kavramamı sağladı.
A Living Archive of Hawaiian Knowledge
In the Kalihi district of Honolulu, the Bernice Pauahi Bishop Museum was a stop I knew I had to make. The museum was founded in 1889 by Charles Reed Bishop in honor of his wife, Princess Bernice Pauahi Bishop, the last descendant of the royal Kamehameha line. It was created to preserve and honor the history, culture, and scientific heritage of Hawai‘i and the broader Pacific. Today, it remains the largest museum in the state, and one of the most significant institutions for Native Hawaiian culture and natural science.
The main Hawaiian Hall building was made of volcanic basalt, dark and textured, with deep verandas and tall windows. Once I stepped inside, the space opened up into a cathedral-like structure. Wooden balconies wrapped around three stories, framing a central hall filled with artifacts, textiles, and carved images. Each tied to oral tradition, family lineage, and moʻolelo (narratives passed down through storytelling across generations).
Each level of the Hawaiian Hall was dedicated to a different realm in Hawaiian cosmology. The ground floor, Wao Kanaka, focused on the world of people; daily life, agriculture, fishing, tools, clothing. The second floor, Wao Lani, presented the world of gods and ancestral spirits. There, intricately carved kiʻi (wooden images of gods), feathered cloaks, and ceremonial regalia reflected sacred traditions and kapu (spiritual laws and social codes that shaped Hawaiian life). The top floor, Wao Akua, explored the connections between land, sky, sea, and spirit, presenting relationships understood through both traditional Hawaiian knowledge and contemporary science.
In another wing, I stepped into the Richard T. Mamiya Science Adventure Center. The space focused on geology, biodiversity, and island ecology, with interactive displays and specimen cases exploring the natural forces that shaped Hawai‘i. Exhibits showed the effects of lava flows, erosion, and volcanic activity through rock samples and diagrams. Displays of native birds, insects, and marine life showed the rich biodiversity of the islands and the unique environments they inhabit. Cases of coral, minerals, and shells traced the island’s geological and ecological formation, offering insight into the diverse materials that shape Hawaiʻi’s natural world. Glass cases displayed carved fishhooks, woven nets, and volcanic stone tools next to bird specimens and lava rocks, quietly tracing the relationship between daily survival and the natural world.
Toward the rear of the campus stood the J. Watumull Planetarium. I had hoped to experience one of its immersive shows on traditional Polynesian navigation, but unfortunately, none were scheduled during my visit. Still, the exhibit focused on Hōkūleʻa, the double-hulled voyaging canoe that famously sailed from Hawai‘i to Tahiti in 1976 using ancestral wayfinding methods. It stood as a reminder of how deep rooted knowledge systems endure, even after decades of cultural erasure.
My visit lasted several hours, but it would have been easy to stay longer. The Bishop Museum contains infinite stories, each rooted in land, memory, and the people who continue to carry them. It left me with a deeper understanding of how history is preserved through the intentional care of those who keep it alive.