Fransız Polinezyası Sosyete Adaları Moorea & Huahine
Moorea’nın tepeleri, Huahine’in vanilya bahçeleri… Yeryüzündeki cenneti anlatmaya devam!
Moorea Adası
Moorea Adası’nda uzun vakit geçiremeyeceğimiz için araba kiralıyoruz. Turlara katılıp tüm günümüzü harcamak istemiyoruz. Zaten toplamda 135 kilometre karelik bir alana sahip. Burası da diğer adalar gibi volkanik hareketlerle oluşmuş, yalnız Bora Bora ve Huahine’e göre çok yüksek bir ada. Okyanustan başlayıp 8 tane dik tepe yükseliyor. Çevresi ise lagünü koruyan bir resif çitiyle çevrili. Moorea, zengin bitki örtüsü ve büyüleyici lagünüyle mükemmel bir tropikal ada. İlk olarak “Belvedere Lookout”a gidiyoruz. Burası Tohivea ile Rotui Dağları arasında kalan bir manzara izleme noktası. Ama ne manzara! Cook’s Koyu ile Opunohu Koylarının görüntüsü nefesimizi kesiyor. Halk arasındaki söylentiye göre burası bir zamanlar sadece Tanrılara ayrılmış; işte öyle bir manzara… Dağdan inerken ananas tarlalarına rastlıyoruz. Ananas ağaçta yetişen bir meyve değil, mısır gibi bir bitki!
Siyah İnci Butikleri
Bir sonraki durağımız “siyah inci” butikleri. Polinezya’nın bir başka gelir kaynağı adalardaki siyah inci çiftlikleri. İster bu çiftlikleri ziyaret edebilir, isterseniz dükkanlardan satın alabilirsiniz.
Değerli inciler, Büyük Okyanus’un ve Hint Okyanusu’nun ılık sularında yaşayan istiridyeler tarafından üretilirmiş. Bir kum tanesine, bir larvanın veya herhangi bir yabancı maddenin istiridyenin içine girmesiyle oluşurmuş. Bu küçücük madde istiridyeyi incittiğinden, istiridye, kendini korumak için sedef bırakırmış. Bu sedef yavaş yavaş küre biçiminde katmanlar halinde birikip inci meydana getirirmiş.
İncinin özellikleri, biçiminden, renginden, parıltısından ve ağırlığından gelirmiş. Bir inci yusyuvarlak, armut biçimi veya düzensiz olabilirmiş. Rengi, beyazdan siyaha kadar sonsuz bir farklılık gösterirmiş. Parıltısı, yani inci suyu, ona kişiliğini verirmiş. Kırat olarak ifade edilen ağırlığı ise, değerinin önemli bir öğesiymiş.
Yapay üretim de ise istiridye tarlalarındaki istiridyelerin içine bir sedef parçacığı ve başka bir canlı istiridyeden alınmış bir örtü (yumuşakçanın iki çenesi arasında yer alan zar) bırakılıyormuş. Bu, kültür incisinin çekirdeği oluyor, istiridye bu çekirdeğin üstüne sedef salgılıyormuş.
Bizim tercihimiz küçük bir butik oluyor, belki de isminden etkileniyoruz: Pearl Romance. Hem alışveriş yapıyor, hem inci üretimi hakkında bilgi alıyoruz. Ama daha da güzeli, dükkanın sahipleri ve inci üreticileri olan Caroline-Thierry Bernicot’nun büyük aşk hikayeleri! Thierry ilk gençlik yıllarını Polinezya’da geçirir. Fransa’da Caroline ile tanıştığında aşkları başlar. Ancak biri Fransa’da, diğeri dünyanın öbür ucunda, ömür geçmez. Thierry bir gün elinde tek yön uçak bileti ile Caroline’in karşısına çıkar: “Benimle evlenip Polinezya’da yaşamanı istiyorum!” der. Caroline tüm yaşamını bırakıp Okyanusya’daki küçücük adaya gitmekte tereddüt eder. Ama aşkları ağır basar ve teklifini kabul eder. Tam beş yıl boyunca Tuamotu adacığındaki küçücük kulübelerinde yaşamlarını sürdürür, en iyi inciyi yetiştirmenin formülünü ararlar. Ne elektrikleri, ne tatlı suları vardır. Mücadelelerine oğulları 3 yaşına gelene kadar Tuamotu’da devam ederler. Okul sebebiyle Moorea Adası’na geri döner ve iki butik açarlar. Butiklerinden biri Sofitel Otel’in içinde yer almakta ve haftanın iki günü inci üretimi hakkında turistlere tanıtım yapmaktalar.
İnci alışverişimizin ardından tam bir ada turu atıyor, diğer otellere de bir göz atıyoruz. Hepsi birbirinden keyifli ama en güzeli bizimki diyoruz!
Odamızı, muhteşem plajı, pırıl pırıl denizi bırakıp ayrılmak zor geliyor. Bilmiyoruz tabi bizi bekleyen diğer adanın, Huahine’nin bize sunacağı sürprizleri!
Perşembe sabahı bir bakıyorum Benhür yatağa sarılmış, “gitmesek olmaz mı” diye sızlanıyor. Öğlene kadar denizin tadını çıkarıyor, manzarayı iyice hafızamıza kazıyoruz. Oteldeki son yemeğimizi yedikten sonra otelden çıkışımızı yapıyoruz.
Polinezya Mutfağı
Polinezya mutfağı oldukça kısır. Bir kere en pahalısında da, en ucuz harcıalem restoranında da aynı menüye rastlıyorsunuz. Sadece sunum farklılık gösteriyor. Koca okyanusun ortasında küçücük bir yer olunca yetişen ve ithal edilen malzeme aynı oluyor. Bu yüzden de aynı yemekleri lezzet farkıyla yemek zorunda kalıyorsunuz. En meşhur yemek “Poisson Crue”. Hindistan cevizi suyu ile marine edilen, küp küp doğranmış çiğ ton balığı, domates, salatalık, yeşil soğan ve haşlanmış pirinç ile ikram ediliyor. Her ne kadar başlangıç olarak servis edilse de oldukça doyurucu olduğundan, ben ana yemek olarak sipariş veriyordum. Poisson Crue dışında balık carpaccio’yu da çok lezzetli yapıyorlar. Her yerde tavuk ve horoz görmemize rağmen yumurta sadece ithal ediliyor. Dolayısıyla yumurta bulmak çok zor oluyor. Hatta Mart ayı boyunca adalara yumurta gelmedi! Yalnız her tarafta meyve ağaçlarına rastlıyorsunuz. Mısıra benzeyen tarlalarda yetişen ananaslar çok lezzetli. Bilinenin aksine ananas ağaçta değil, tarlada mısır gibi yetiştiriliyor. Ananas dışında hindistan cevizi, mango, papaya, pomela gibi meyveleri ağaçlarından toplayıp yiyebilirsiniz. Bu ağaçlarla ilgili dikkatimizi çeken bir nokta oldu: ağaçların gövdelerine iki karış kadar metal plakalar çakılmış. Meğer bu plakalar ağaçlara tırmanıp meyveleri yiyen farelere karşı bir önlemmiş!
Huahine Adası
Hüznümüz yerini uçağa binmemizle heyecana bırakıyor. Uçağımız pervaneli ve ufak tefek. Biraz dolmuş misali, bir adadan bir adaya turlayıp duruyor. Okuduğum forumlarda hep iskele tarafa, yani soldaki koltuklara oturun yazıyordu. İyi ki de söz dinlemişiz, diyoruz! Adalar, atoller hep iskelemizde. Manzara muhteşem. Yaklaşık 35 dakika süren uçuşumuzun ardından oldukça ilkel bir binadan oluşan havalimanına iniyoruz.
Yeşilin bu kadar çok tonu olduğunu Huahine adasında öğreniyoruz. Ve o yeşilin arasında fışkıran rengarenk çiçekler… Adanın bir diğer adı “Vanilya Adası”. Vanilya, yetişmesi güç bir bitki. Çiçek açtığında her çiçeğin içindeki dişi ve erkek tohumları teker teker birbirine aşılamakla elde ediliyormuş. Fasulye kadar büyüyünce de toplanıp satılıyormuş. Kurutulmuş vanilyaları ilk gördüğümüzde keçi boynuzu zannettik. Tazesi fasulye, kurusu keçiboynuzu kıvamında!
Huahine, Moorea ve Bora Bora’nın yanında popülarite kazanamamış bir ada. Sessiz, sakin, turisti az bir yer. Ada, Huahine Nui ve Huahine Iti olmak üzere iki ayrı adadan oluşuyor. Ortalarından deniz geçiyor, etraflarını mercan kayalıkları çevreliyor ve bir köprü ile birbirlerine bağlanıyorlar.
Relais Mahana Hotel
Keyfimiz yerinde. Kiraladığımız araba ile otel yolundayız. Relais Mahana adanın en güzel plajına sahip. Zaten bu oteli seçmemizin tek nedeni de buydu. Sahildeki 1, 2 ve 3 numaralı bungalovlara yöneliyoruz. Kapılar açıldığında ağzımız bir karış açık bakakalıyoruz. Her yer, ama her yer çiçeklerle süslenmiş. Odamız buram buram vanilya ve tiare çiçeği kokuyor. Atmaya kıyamıyoruz, lavabonun içi bile çiçek dolu. Yatağımızın manzarası inanılmaz, denizi ve demir atmış tekneleri seyrediyoruz. Her anın tadını çıkartıyoruz.
Otelde bize en garip gelen olay ise her öğün bir sonrakini sipariş etme zorunluluğumuz. Daha kahvaltımızı ederken öğle yemeğini seçmek ve sipariş vermek gerekiyor. Gerçi her şey o kadar güzel ki umurumuzda olmuyor!
İki günü sanki iki dakikaymışçasına yaşayıp bitiriyoruz; hafızalarımızda yeşil, mavi, sarı, kırmızı… Beklentimiz daha da büyüyor, artık Bora Bora’yı yaşama vakti!
Polinezya’nın adetlerinden biri de adadan ayrılırken boynunuza asılan deniz kabuklarından yapılmış kolye. Relais Mahana’dan da ayrılırken bir daha gelmemizi temenni ederek bu kolyelerden takıyorlar.
Boynumuzda kolyeler, 15 dakikalık Raiatea uçuşumuz için havaalanına gidiyoruz…