“FONDÖTEN”, “PINAR ÖZEL” ve “Aşkın Komik Hali…”
Belki başlığa bakarak “İşte 2011’in kozmetik mucizesi’’ diyeceğimi düşündünüz ama yanıldınız!… “Fondöten” aslında mucizevi bir kitap! Dünyadaki diğer örneklerine benzeyen ilk Türk “çiklit romanı!”Her yaştan kadın gözüyle “aşk”ı ve her cinsiyetten insan gözüyle “hayatı ve ilişkileri” mizah yoluyla anlatan kitabın yazarı PINAR ÖZEL röportaj konuğum…
Bu sizin ilk kitabınız mı? Okuyucularımıza “Çiklit Roman” türünü kitabınız “Fondöten” yolu ile kısaca açıklar mısınız? Hep birlikte öğrenelim…
Evet, Fondöten benim ilk kitabım. Sabun köpüğü diyorum ben bu tarza. Hoş kokuyor, ferah, mutlu, temiz ve tıpkı çocukların oynadığı köpükler gibi neşeli… Çok ayıp ama bence bildiğimiz anlamda edebi bir tarzı yok. Ağır bir edebiyat değil yani.
Sevdiğiniz yazarlar kimler? Kendinizi çiklit roman türünün bilindik yazarları Marian Keyes ve Sophie Kinsella ile karşılaştırmanızı istesem?
Marian Keyes ve Sophie Kinsella çok sevdiğim yazarlar. Onlardan etkilenmiş olabileceğimi bile düşünüyorum ama sanırım onlarla karşılaştırılamam. Farklı bir tarzımız var çünkü. Belki Plum Sykes’la karşılaştırılabilirim; daha hızlı, daha basit, daha samimi bir anlatım ve daha hafifmeşrep bir tarza sahip olduğumuz için diğerlerine göre…
Marian Keyes’i okurken gülmekten gözümden yaş gelen sahneler oluyor. Çok keyifli. Sophie Kinsella da aynı şekilde. Ama ben daha çok Plum Sykes’ın tarzına yakınım sanırım. Ayrıca çiklit türünden gideceksek Lauren Weisberger’i de sevdiklerim içinde sayabilirim. Sadece çiklit okumuyorum ama. Ayfer Tunç en sevdiğim yazarlardan biridir. Glen Meade, Mehmet Murat Somer, Guareschi, Jeffery Deaver…
Komedi yazmak zor mu? Kitabı yazarken yaşadığınız ilişkiniz komedi-aşk yazmanızdaki yaratıcılığını engelledi mi yoksa destekledi mi?
Zaten bana komik gelmeyen, benim komik bulmadığım bir olayı, konuyu yazmıyorum. Çoğu yazımı yazarken ya da kitabı yazarken çok güldüğüm anlar oldu, oluyor… Önce benim eğlenmem önemli. Ben eğleniyorsam yazarken, okuyucu da eğleniyor sonrasında. Ancak komedi yazıyor olmanın zor bir tarafı var. Bazen “hazır kalemim kuvvetliyken, içimden şu anda taşan hüznü de dile getireyim” diye istiyor insan ama okuyucu sizden komedi duymaya ve okumaya alışık olduğu için reddediyor o hüznü. Şaka yaptığınızı filan düşünüyor. Halbuki o anda içiniz muhtemelen kan ağlıyor ve şaka yapacak haliniz yok. Böyle bir zorluğu var komik olmanın. Bu arada evet özellikle kitap yazdığım dönemlerde yaşadığım ilişki ve ilişkinin o andaki hali etkiliyor beni… Çünkü yazılanlar benim ruhumdan çıkanlar… Mutluyken komik olmak daha kolay. Gerçi yapım itibarıyla cenazelerde bile komik olabiliyorum ama tetikleyici unsurlar çok önemli. Diyorum ya bazen ben de üzgün oluyorum, bazen ben de sevgilimle kavga etmiş oluyorum… Bazen ben de sevgilimi özlemiş oluyorum ve o anda pespembe bir köpük çıkmıyor ortaya…
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Kimdir Pınar Özel? Nerede, nasıl yaşar? Yazma işine nasıl başladınız? Nasıl bir kadınsınız?
Filoloji ve sanat tasarımı okudum ben. Sonrasında da yaklaşık sekiz sene perakende sektöründe yöneticilik yaptım. Çok da başarılıydım. Ama yetmedi, kesmedi. Yaşam şeklim “yazı yazmak” olmalı dediğim bir dönem geldi ve her şeyi bıraktım. Ailecek içimizde bir kalem cini yaşıyor bizim. Çok okuyan ve çok yazan bir aileyiz. Doktor olan babamın iki dergide köşesi var; diş hekimi olan ağabeyim Atilla Özel benim gibi her şeyi bıraktı ve senaryo yazarı oldu. Kuzenlerim ve amcam da aynı şekilde… Yazma işi bizde genetik yani ve ben de Atilla’nın yolundan giderek sadece yazmak istiyorum dedim. Artık sadece yazarak yaşıyorum ve benim meskenim İstanbul… Zor kadın, inatçı kadın, narsist kadın, şımarık kadın ama iyi bir kadın Pınar Özel ve o, şu anda kelimelerle flört etmekten çok keyif alıyor. İstediği hayatı yaşıyor. Hayatımın en güzel döneminde olduğumu düşünüyorum ve bu dönemi “okaliptüs ağacım” dediğim sevgilimle paylaşıyorum…
Kitabınız “Fondoten”de, farklı ilişkiler yaşayan kadınların yoğun duyguları okuyucuya öyle bir geçiyor ki, bana da bu kadınların yaşadığı her şeyi sizin yaşayıp yaşamadığınızı sormak düşüyor! Karakterler gerçek hayatınızdan alıntı mı? Örneğin, “Katre” kadar cesur olup, evlilik dışı ve babasız bir çocuk doğurmayı göze alabilir misiniz?
Bu soru okuyuculardan da çok geldi. Hepsini siz mi yaşadınız bu aşkların diye. Hayır! Ama ben iyi bir gözlemciyim. Çok incelerim. Ve galiba insanları iyi analiz ediyorum ve bunu anlatırken de zorlanmıyorum. Bu yüzden de çok gerçek verildi duygular, düşünceler… Elbette bu karakterler gerçek hayatta da varlar ama kim bunlar deseniz ben de bilmiyorum. Benim aklımda birikenler ve en çok dikkatimi çekenler bunlardı galiba. Ve onlarca karakter benim dünyamda harmanlanıp, birer karaktere dönüştüler. Zaten kitap yazmak bir dünya yarattıktan sonra orada, o dünyanın kullarını ortaya çıkartıp, onlara birer hayat vermektir. Kaderleri tamamen yazarın elindedir çoğu zaman. Kısacası her yazar yazdığı kitabın Tanrı’sıdır. Ama gerçek Tanrı gibi yoktan var edemiyoruz. Hayattan ve duyup, gördüklerimizden ilham alıyoruz. Kitapta anlatılanların hepsini ben de yaşayabilirim. Herkes yaşayabilir. Belki şimdi, belki önce, belki sonra… Hayat bu! Belki ben de ileride bir gün “Katre” kadar cesur olup, babasız bir çocuk doğurmayı göze alırım eğer şartlarım müsaitse… Evet, bunu yapabilirim…
Ben bir marka sahibi olsaydım, “Fondöten”den temalanırdım çünkü içinde yoğun bir marka kullanımı var. Biliyoruz ki kadınlar alışveriş yapamasalar bile kıyafetleri, kozmetiği, aksesuarı okuyarak takip etmeyi de seviyor… Sizce kitabınızın çok kısa bir sürede ikinci baskıya geçmesinin sebeplerinden biri olabilir mi bu? Çok kısa bir sürede çok satanlarda olmak yeni bir yazarın ilk kitabı için nasıl bir duygu?
Kesinlikle, ben de bir marka sahibi olsaydım PR çalışmalarımda Fondöten’i ya da şu saatten sonra gelecek olan kitabım Pudra’yı kullanırdım çünkü çok geniş bir kitleye ulaşma imkanı var ve özellikle bu kitabı okuyan kadınların hepsi birer alışveriş canavarı bence… Ve bu yüzden de Fondöten başucu kitabı oldu. Okuyuculardan gelen yorumlarda çok gördüm bunu. Kredi kartı limitlerimiz dolu olduğunda ya da alışverişe çıkacak vaktimiz olmadığında açıp, herhangi bir sayfayı okuyoruz ve o anki alışveriş isteğimizi geçici de olsa bastırıyoruz diyorlar. Bu yüzden de kadın okuyucu çok sevdi sanırım.
Bir yazarın ilk kitabının çok kısa sürede çok satanlarda olması ise tarifi imkansız bir mutluluk. Kelimelerle anlatamam bu duyguyu. Yazayım mı? (gülümsüyor!..)
Günümüzde yaşanan kadın-erkek ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Kitapta evli erkeklerle ilişki yaşayan iki kadın var. Neden bunlardan birini iyi diğerini kötü kadın olarak betimlediniz? “Aldatma ve aldatılma” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çoğunluğunu yapay buluyorum. Samimi değil. Zorlama ilişkiler ve çıkarlar üzerine kurulan hayatlar dikkatimi çekiyor. Eziyete dönüşmüş her şey. Paylaşım yok. Adalet yok. Güven yok. Güven olması için sebep de yok zaten. Doğalına bırakılsa keşke… Herkes istediğini yaşasa. Evli erkeklerle ilişki yaşayan iki farklı kadına, farklı bakış açılarına gelirsek eğer… Güzel soru! Gerçek hayatta çok sevdiğimiz bir arkadaşımız evli bir adama aşık olabilir ve biz onun ne yaşadığını biliriz, nedenlerini biliriz ve onun yanında yer alırız. Beklentisizce, sadece sevdiği için o illegal ilişkiyi yaşadığını biliriz. Katre karakteri o kız işte. Seviyor ve yaşıyor, çaresi yok. Yaşayacak ve payına ne düşerse onu alacak. Diğer karakter de evli adamla hırsları için, para için, itibar için, güç için ilişki yaşayan karakter. Gerçek hayatta da sevmeyiz onu. “Kötü kadın” deriz. Ve bu iki karakter bu şekilde anlatılıyorlar çünkü biz hikayeyi Katre’nin arkadaşının ağzından dinliyoruz. Gerçek hayatta bizim de yapacağımız gibi tarafsız olamayan bir ağızdan dinliyoruz. Belki diğer karakterin bir arkadaşı anlatıyor olsaydı, Katre’yi sevmeyecektik.
“Aldatma ve aldatılma” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aldatmak? Benim için zor çünkü gereksiz. Eğer aldatacaksam niye beraberim? Bana yetmiyor ki ya da mutlu değilim ki, başka birine ihtiyaç duyuyorum demektir bu. O zaman neden yorayım kendimi ve iki kişi için enerji harcayayım? Biri biter o zaman ve diğeri başlar. Saçma geliyor bana. Aldatılmak da zordur sanırım. Yaşadım mı yani aldatıldım mı bilmiyorum ama bilsem, yani hissetsem ve gerçekliği ortaya çıksa giderim. Büyük konuşmak istemiyorum ama benimle mutlu değilse “bitmeli” derim sanırım.
Ekşi sözlükte sizin için “güzel kadınların da komedi yapabileceğini gösteren” diye yazıldığını gördüm. Kendinizi ne kadar güzel ve ne kadar komik buluyorsunuz?
Ben narsistim ve kendimi çok güzel buluyorum. Gerçekten! Hayranım kendime ve bu da başka bir psikolojik sorun olabilir ama bu böyle, yani ben böyleyim ama ekşi sözlükte o cümleyi gördüğümde; “güzel” olmak kısmı değil de “komik” olmak kısmı mutlu etti beni. Gerçekten komik olmak zordur çünkü. Komik olmaya çalıştığınız zaman komik olmazsınız. Sadece zorlama bir sevimsizlik çıkar ortaya. Kendiliğinden, doğal gelişen durumlar komiktir. Ve benim doğalım komik sanırım. Kafamın çalışma şekli komik; düşünme yapım farklı ve kendi kendimle çok eğlenebiliyorum. Kendi içimde yarattığım eğlenceyi de dışa vururken zorlanmıyorum.
Harika… Aşkın komik halini anlatmak zor mu? Aşk komik olabilir mi?
Aşk zaten komik bence… Yani en acı dolu görünen aşk bile içinde komedi barındırıyor kesinlikle. Bugün ağlayarak anlattığımız bir aşkın çok komik bir detayını hemen yarın görebiliriz. Hatta iki saat sonra bile ne kadar komik olduğunu fark edebiliriz. Aşk’ı hep acıklı anlatmışlar, hep öyle sanılmış. Halbuki onu nasıl yaşayacağımız bizim elimizde. Ben en zor anlarda bile, ağlamaktan gözlerimin şiştiği anlarda bile aslında ne kadar komik bir şey yaşadığımı fark ediyorum. Ve ağlarken gülmeye başlıyorum. Bunu anlatırken ya da karakterlerime bunu yaşatırken de zorlanmıyorum sanırım. Benim kafamda yarattığım dünya bu. Buradan huysuz sevgilime de mesaj vereyim yeri gelmişken; rahat ol biraz lütfen ve eğlenelim. Gerçekten çok eğlenebiliriz huysuzluk yapmazsan. (Gülüşmeler…)
Siz en çok kime gülüyorsunuz?
Ben en çok Atilla Özel’e gülüyorum. Hayatımda tanıdığım en komik insan. Ağabeyim diye söylemiyorum, takdir ettiğim bir senaryo yazarı aynı zamanda.
Kitapta en sevdiğiniz karakter hangisi? Neden? Kitabın genelinde sürekli her ilişkiyi parçalayan sonra o parçalardan yeni birer çift yaratan bir anlatımınız var. Ayırmayı niye bu kadar çok seviyorsunuz?
Kitapta en sevdiğim karakter “Melike”. Bir de “Selma”. O ikisinin rahatlıklarını seviyorum. Hayatı istedikleri gibi yaşamaları hoşuma gidiyor. Bir de; o ikisi aslında kendilerini yarattılar. Tamam, en başta onları yaratan benim ama belli bir noktadan sonra ikisi de kafalarına göre takılmaya başladılar. Ya ben ciddi anlamda deliyim ya da o karakterler hakikaten varlar ve kendi hikayelerini yazdılar. Gerçi bu da benim deli olduğum anlamına geliyor. Sanırım ben o dönemde psikolojik bir sorun yaşadım. Çünkü hala ilginç geliyor Melike’nin bazı yaptıkları bana; bunları ben mi yazdım diyorum. Ve şu ayırma işleri… Herkesi, herkesten ayırdım evet… Olmamışlardı çünkü. Eğreti ilişkilerdi. Gerçi onları da ben yazmıştım ama hoşuma gitmediler. Farklı kombinasyonlar denemek istedim ve daha güzel oldu. Annem buna da kızdı “Niye herkesi ayırdın, niye herkes boşandı” diye ama olmayan bir şeyi zorlamanın anlamı yok, kitapta bile olsa… Gerçek hayatta da yapabilsek keşke bunu. Yanlış ilişkileri bitirip, herkesi mutlu olacağı insanlarla eşleştirsek.
Hep esprili misiniz? Mesela nasıl bir sevgilisiniz? Kitaptaki karakterlerden Zeynep’in Doruk’a aşık olduğu gibi “ilk görüşte aşk” yaşadınız mı hiç ya da Katre’nin Mehmet’i sevdiği kadar birini sevdiniz mi?
Ciddi olmayı çok başaramıyorum sanırım. Yani espri yapmak için yapmıyorum ama öyle oluyor. Ama galiba komik bir sevgili değilim. En azından şu anki ilişkimde komik değilim. Ya da ben komiğim ama sevgilim çok ciddi olduğu için kendimi frenliyorum. Laf aramızda ben en ciddi tartışmalarımızda bile aslında bir mimiğe, kelimeye ya da harekete takılıp, çok gülüyorum içimden ama ona belli edemiyorum. Komikliği bir tarafa bırakırsak da kuralcı, adil ve vefalı bir sevgiliyim ama “kuralcı” olduğum kısım zorluyor sanırım karşımdakini. Kuralcı derken de olması gerekenleri beklemekten bahsediyorum aslında. Yani zor değil beklediklerim ama sevgilim zor bir adam… Gerçi ben de zorum ve iki zor insanın bir ilişki yaşaması gerçekten kolay değil. Bazen konuşamayacak noktaya geldiğimiz oluyor ve ben yazarak anlatıyorum derdimi. Galiba yazarken ciddi olduğum tek durum da bu. O yazdıklarımı da bir tek sevgilim okuyor zaten sanırım beni komik bulmayan tek insanın o olması da bu yüzden…
İlginç bir şey sordun! Kitabı yazdığım dönemde “Zeynep” gibi ilk görüşte aşk yaşamamıştım ya da Katre kadar sevmemiştim kimseyi ama resmen yazarak çağırdım sanırım çünkü ben Fondöten yazılıp, bittikten sonra yaşadım ilk görüşte aşkı ve o adamı çok seviyorum. Katre’nin Mehmet’i sevdiği kadar.
Okuyucular karakterlerin hayatının devamını görmek isteyebilirler.. 2011’de bir devam kitabı yazmayı düşünür müsünüz? Ya da bambaşka bir Pınar Özel mi bekliyor bizi?
Tüm deliliğimle 2011’de yine varım… Aynen söylediğiniz gibi “FONDÖTEN” okuyucuları, karakterlerin hayatlarının devamını görmek istediler ve “PUDRA”, resmen okuyucu tarafından istendi. Evet, “PUDRA” bir devam kitabı olacak ama başka bir Pınar da çıkacak ortaya bu yıl. Benim içimde birden fazla insan yaşıyor sanırım ve her biri başka bir şey yazmak istiyor. Tek ortak noktaları hepsinin komik olması. Neyse ki çizgiyi orada tutturabiliyorum. “PUDRA”’nın haricinde uzun zamandır yazmak istediğim daha doğrusu aklımda yaşattığım bir hikaye daha okuyucuyla buluşacak. “MASAL GÜNLÜKLERİ” de bu yıl yayınlanacak ve romantizm, duygusallık filan yok Masal Günlükleri’nde… Gerisi sürpriz olsun.
Sizce okuyucu kitleniz nasıl oluştu? Bunun için interneti nasıl kullanıyorsunuz? Facebook, Twitter kullanıyor musunuz? Okuyucuların size nasıl ulaşmasını tercih ediyorsunuz? Bunlar için bir asistanınız var mı?
En keyifli yanı bu işte… Kendiliğinden oluştu. Daha doğrusu internet aracılığıyla gelişti her şey. Milliyet Akdeniz’de var olan okuyucu kitlem yılladır hep yanımdaydı zaten ama yazmaya doyamadıkça interneti de kullanmaya başladım ve özellikle Facebook çok önemli bir araç oldu. Ben yazdım, paylaştım ve beklemeye başladım. Çok beklemem gerekmedi. Önce kendi arkadaşlarım okudular, sonra fısıltı gazetesi devreye girdi ve tanımadığım insanlar gelmeye başladılar. Kendime bir şart koydum ve kimseyi kendim eklememeye; davet gönderenin ben olmamam gerektiğine karar verdim. Böylece kimlerin, nasıl, nereden geldiğini gördüm. Tüm Türkiye’den kadın, erkek ayırt etmeksizin bir kitle oluştu. Şimdi hem kişisel sayfamdaki kişisel olmaktan çıktı artık hem de Pınar Özel’in Not Defteri’nde farklı farklı kesimlerden yüzlerce kişi tarafından takip ediliyorum ve aramızda inanılmaz bir enerji var. “Siz ne yazdınız diye takip etmekten iş yapamaz hale geldik” şeklinde mesajlar aldıkça mutlu oluyorum. Asistanım şimdiye kadar yoktu çünkü gelen her maile, her mesaja ve yapılan her yoruma benim cevap vermem gerekiyor. Beni okuyan insanlara başka biri aracılığıyla cevap vermek ya da mesajları benim okumayacak olmamın bir anlamı yok. Ama çok yoğun bir dönem yaşıyorum. İki kitap aynı anda yazılıyor. “Fondöten” senaryoya dönüşecek. Milliyet Akdeniz, ilk göz ağrım, devam ediyor. Cafe Ruj’da her hafta yazıyorum ve illa ki Facebook hiç ara vermeyecek. Bu yüzden en azından bana kendimi düzenlememe yardımcı olması ve bazen yazdıklarımı edit etmesi için genç bir arkadaşımla çalışmaya başlıyoruz bu ay.
Kitapta moda ve alışveriş ön planda olduğundan eminim ki MAG okuyucuları da bayılacaklardır… Peki, neden cinsellik ön planda değil? Fondöten’i film yapmak için teklifler aldınız mı?
Kitapta moda ve alışveriş ön planda çünkü biz kadınların hayatında bu böyle. Cinselliğe gelirsek de; yakışmadı benim karakterlerime cinsellik. Yani elbette yaşıyorlar ama kapı kapanınca yaşayan karakterler oldular. Anlatmamayı ve göstermemeyi tercih ettiler. Bu arada bayılıyorum kendi yarattığım karakterlere söz geçiremiyor oluşuma. Ve evet şu anda “Fondöten” film yapılmak isteniyor ve teklifleri değerlendiriyoruz. Karakterlerimi beyazperdede görecek olmak beni de çok heyecanlandırıyor…
Merak ediyorum, evlilik hakkında ne düşünüyorsunuz? Evlenmeyi düşünüyor musunuz?
Zor soru… Annem de okuyacak bu röportajı… Ne desem yalan olur ama dergiyi annemden bir şekilde saklamayı başaracaksak eğer evlilik benim için çok önemli değil diyebilirim. Daha doğrusu evlenmiş olmak için evlenmek, hayatı düzene sokmak için evlenmiş olmak saçma geliyor bana. Eziyet bence. Bu şekilde yapılan evliliklerin de sonuçlarını görüyoruz. Evlenir miyim? Evlenebilirim. Eğer doğru olduğuna inandığım bir ilişki yaşıyorsam ve belli bir noktadan sonra bu ilişkiyi başka bir şekilde yaşamak, farklı bir isimle devam ettirmek istersek evlenebilirim. Ama illa ki evleneceğim diye bir düşüncem hiç olmadı. Kız çocukları mutlaka en az bir kez “büyüyünce gelin olacağım” demişlerdir ama ben küçükken bile bu cümleyi kurmadım…
Son olarak MAG okuyucularına ne söylemek isterseniz?
Aşkın en komik hallerini yaşasınlar ve her ne olursa olsun hayatın eğlenceli kısmını yakalasınlar. Ve elbette ki beni okumaya devam etsinler… “Pudra” ve “Masal Günlükleri” ile herkesle yeniden buluşmayı umuyorum…
PUDRA’nın ve MASAL GÜNLÜKLERİ’nin ilk röportaj sözlerini sizden şimdiden alabilir miyim acaba?
Kesinlikle, Pudra’nın da Masal Günlükleri’nin de ilk röportajları yine MAG’la ve illa ki sizinle… Dedim ya seviyorum sizi…