Filiz Cingi Yurdakul-Sağlıklı, Anlamlı, Yaşanabilir Kentler İçin Mimarlık Üzerine Düşünceler
Kentlerin sadece yapıların değil, hafızanın ve insan ile doğa ilişkilerinin de taşıyıcısı olduğunu belirten Yüksek Mimar Filiz Cingi Yurdakul, şehirlerin ruhunu mimarlıkla nasıl iyileştirebileceğimizi duyusal detaylarla MAG Business Okurları için ele aldı.
Benim için mimarlık sadece bir meslek değil; dünyayı hissetmenin, anlamanın ve dönüştürmenin bir yoludur. Mimar olmak, yalnızca bir ünvan taşımak değil; hayata başka türlü bakmak, mekânları başka türlü duymak ve insana yaşamak, hissetmek, hatırlamak için bir zemin hazırlamak demektir.
Bugün Türkiye’de şehirlerimiz, hatırlamak ile unutmak arasında sıkışmış durumda. Ankara bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Başkent olmanın taşıdığı sembolik yük, ne yazık ki mekânsal anlayış eksikliği, parçalı planlamalar ve rant odaklı yapılaşma nedeniyle gün geçtikçe zayıflıyor. Oysa şehirler sadece içinde yaşadığımız yerler değildir; bizi dönüştüren, davranışlarımızı ve etkileşimlerimizi şekillendiren canlı organizmalardır.
Dünya kentleri de benzer bir sınavdan geçiyor. İnsanlar artan gürültü, kirlilik ve stres yüzünden şehirlerden kaçmayı düşünmeye başlıyor. Kent merkezlerini canlandırmak isteyen yerel yönetimler artık sadece binalar inşa ederek yetinemez; insanın sağlığını, mutluluğunu ve mekânla bağını güçlendiren projelere odaklanmak zorundadır.
Şehirleri İyileştirmek: İnsan ve Doğa Arasında Yeniden Bağ Kurmak
Kentlerimiz doğayla bağını kaybettikçe grileşiyor, nefessiz kalıyor. Ankara’da yıllar içinde tüm doğal akarsuların yer altına alınması, yalnızca bir mühendislik kararı değil; kentsel belleğin de yok edilmesi anlamına geliyor. Oysa su yolları, yeşil koridorlar, yürüyüş ve bisiklet hatları şehirlerin nefes borusudur. Yeni kentsel projeler bu doğal damarları yeniden görünür kılmalı, insanları doğayla buluşturan kamusal alanlara dönüştürmelidir.
Dünyada artık insanın doğal yüzeylerle temasını artırmak tasarım dünyasında giderek daha fazla konuşuluyor. Her yerde çıplak ayakla yürümek pratik olmayabilir; fakat kum, taş, ahşap gibi dokuları çocuk oyun alanlarına, park yollarına, meydanlara entegre ederek insanın doğayla tensel bağını canlandırmak mümkün. Yumuşak yürüyüş parkurları, kokulu bitki koridorları, taş havuzlar… Hepsi stresin azaldığı, bağ kurmanın güçlendiği mekânlar yaratır.
Hareketin Sevinci: Keşfetmeye Davet Eden Kentsel Deneyimler
İyi tasarlanmış şehirler, insanları oturmaya veya kapalı kalmaya değil; hareket etmeye, keşfetmeye, bağ kurmaya teşvik eder. Alışveriş sokakları, meydanlar, yaya yolları; hepsi sosyal ve ticari etkileşimi planlamayla biçimlenir. Araştırmalar gösteriyor ki, hareketi destekleyen, merak uyandıran mekânlar hem insan psikolojisini güçlendirir hem de ekonomik canlılık sağlar.
Kent içinde planlanmış yürüyüş rotaları, interaktif sanat enstalasyonları, günün saatine göre değişebilen kamusal meydanlar… Bunların hepsi kentlilerin “oyun alanını” zenginleştirir. Oyun ve keşif sadece çocuklara özgü değildir; her yaştan insanın mekâna bağlanma biçimidir.
Gökyüzüyle Bağlantı: Yukarı Bakmanın İyileştirici Gücü
Bir şehri dönüştürmenin belki de en şiirsel yolu, insanları gökyüzüne baktırmaktır. Gökyüzüne bakmanın ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkileri giderek daha çok vurgulanıyor. Basit bir “yukarı bakmak” bile stresi azaltır, yaratıcılığı artırır, insana durup nefes alma fırsatı verir. Oysa çoğu şehirde bu en doğal, bedava iyi hissetme aracı göz ardı ediliyor.
Yüksek yapılar tasarlanırken gökyüzünü gizlemek yerine, yansıtıcı cepheler, kinetik yüzeyler, gökyüzü terasları ve sky-lounge alanlarıyla bu bağlantıyı güçlendirmek mümkün.
Mimarlık: Hatırlamak, Bağlanmak, Dönüştürmek
Bugün şehirlerimizin en çok ihtiyacı olan şey, mimarlığı sadece inşa etmekten ibaret görmemek. Her yeni proje, sorumlu bir soruyu içinde taşır: Bu yapı hafızayı nasıl korur? İnsanı doğayla nasıl barıştırır? Toplumsal bağları nasıl güçlendirir?
Şehirler, hatırladıkları sürece yaşar. Mimarlık, o hatıraları koruyan ve yeni hikâyeler üreten bir bağ kurma sanatıdır. Bugün şehir merkezlerini canlandırmak, insanları yeniden mekânla buluşturmak ve kalıcı aidiyetler üretmek için iyi tasarlanmış kamusal alanlara, duyuları harekete geçiren tasarım anlayışına, sağlığı ve iyiliği odağına alan stratejilere ihtiyacımız var. Geleceğin şehirleri, yalnızca beton duvarlarla örülü değil; gökyüzüne, suya, yeşile ve insana açık şehirler olmalı, çünkü şehirler unutursa, biz de unuturuz. Hatırlamak, iyi hissetmek, yaşamak ve yaşatmak ise mimarlıkla mümkün.