© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Elif Zorlu Tapan: Perisima Kababulut – Peri Balı Efsanesi

Elif Zorlu Tapan: Perisima Kababulut – Peri Balı Efsanesi

Karadeniz’in hırçın doğasında, yüzyıllardır süregelen bir geleneğin içinden çıkan benzersiz balın hikâyesini MAG Okurları için dinledim. Elvish, bugün dünyanın en nadide, en kıymetli ve en pahalı lezzetlerinden biri olarak kabul ediliyor. Markanın sahibi Perisima Kababulut, Karadeniz’in sisli dağlarından çıkıp dünya vitrininde yerini alan Elvish’in aslında daha yolun başında olduğunu söylüyor. Doğanın mucizesi, emeğin öyküsü ve ardındaki tutku umarım benim kadar sizi de etkiler.

 

Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Ardından, Türkiye’nin uzak dağlarında keşfedilen bu benzersiz balın hikâyesini bizimle paylaşır mısınız? Elvish’in arkasındaki kişisel tutkunuz, sizi bu yola iten duygu ve motivasyon neydi?

Ben çok katmanlı biriyim; kadın, eş, anne, keşfetmeye devam eden 25 yaşında genç bir ruh ve yaşadığımız çevreyi, dünyayı geliştirme gücünün her birimizin içinde yanan bir ışık olduğuna inanan bir hayalperest. Her şey bir hayalle başlar. Ben de Elvish’e bir hayalle başladım: Doğayı ve kültürümüzü hak ettiği şekilde koruyabilme hayaliyle. Sonra düşündüm; bu sadece bir hayal olmamalıydı. Bir kültürün korunması ve öz yapısını bozmadan yaşayabilmesi neden hayal olsun ki? Bu, yemek, içmek kadar büyük bir ihtiyaç. Bizi biz yapan, özümüz ve bu özü nasıl koruyabildiğimizdir.

 

Karadeniz’e gittiğinizde önce denizden metrelerce yükselen ihtişamlı dağları görürsünüz. Şelaleleri, o şelalelerde yüzüp içebileceğiniz tertemiz suları… Bir kez o suyun tadına baktığınızda artık şehirdeki kimliğinize sığamazsınız. Daha fazlasını istersiniz: Daha çok toprağa dokunmak, daha çok temiz hava solumak ve doğaya gösterilen o derin saygıyı daha fazla hissetmek. Aslında bu yola çıkmamın en güçlü nedeni de buydu. Hem biz insanlar hem de bize yuva olan doğa, çok daha fazlasını hak ediyoruz.

 

Eşim Artvin Arhavili ve biz evlendiğimizde düğün şekeri yerine misafirlerimize bal ikram ettik. Kavanozları birlikte doldururken iki ailenin birleşimini o anda hissettim. Balın birleştirici bir özü ve derin bir anlamı vardı. Ardından balayımızda Karadeniz’e gittik. Eşimin anlattığı, ailesinde yaşattığı Laz kültürünü ilk kez yakından deneyimleme fırsatı buldum. Türkiye’nin dört bir yanındaki misafirperverliğin Arhavi’de de aynı sıcaklıkla hissedildiğini gördüm. Bizi yöre halkının bildiği bir yaylaya çıkardılar ve “Birazdan bulutlar gelecek.” dediler. O anı beklerken içimde meditatif bir huzur oluştu. Bulutlar ufukta belirdiğinde, beni bu topraklara bağlayan şeyin kadersel olduğunu hissettim. “Peri balı” dedikleri efsanevi balın hikâyesini dinledim ve adımla benzerliğinin bir tesadüf olmadığını düşündüm.

 

Karadeniz’den sonraki ilk durağımız New York’tu. 2020 yılında, COVID-19’un hâlâ etkili olduğu bir dönemde ilk kez New York’a gittim. İnsanların bu süreçte doğal ve yerel alternatiflere yöneldiğini gözlemledim. “Benim bu balı ve beraberinde Laz kültürünü dünyaya tanıtmam lazım.” diye düşündüm.

Balın çok sınırlı sayıda üretilmesi ve zorlu koşullarda elde edilmesi, benim gözümde bir dezavantaj değil, aksine güçlü bir hikâye anlatım aracıydı. Eşimle birlikte bu fikri geliştirdik, büyüttük ve bugün hâlâ tutkuyla ilerliyoruz. Hedefim, dört bin yıllık bu ritüeli dünyada temsil etmek ve geldiği topraklara hem maddi hem de manevi yatırımlarla geri iade etmek.

 

Arıların her damla için çiçeklerle kurduğu o mucizevi ilişki ve Elvish’i bu kadar değerli kılan unsurları sizden dinlemek isteriz.

Kaçkar Dağları ve çevresi, kendine özgü mikroklimatik yapısıyla doğanın en nadir ekosistemlerinden birini barındırır. Bu özel denge; temiz hava, yüksek nem oranı ve zengin bitki çeşitliliğiyle birlikte arılar için eşsiz bir yaşam alanı oluşturur.

Elvish balı, Gri Kafkas Arısı (apis mellifera caucasica) tarafından tamamen doğal yöntemlerle üretilir. Kafkas arısının 7.2 mm’lik uzun dili, polenin en derin özlerine ulaşmasını sağlar; bu da Elvish’e eşsiz bir aroma ve zenginlik kazandırır.

Üretim sürecinde, arılara her zaman en az yüzde elli oranında bal bırakılır. Eğer o yıl yeterli üretim gerçekleşmezse, hasat yapılmaz. Bu, doğanın döngüsüne saygının bir göstergesidir. Elvish yalnızca “karakovan” yöntemini kullanır; dışarıdan müdahale yapılmaz, süreç tamamen doğaya bırakılır.

 

Kovanlar, ıhlamur ve kestane ağaçlarından yapılır; bu ağaçların şifalı özleri zamanla bala karışarak onun değerini artırır. Kovanlarımız, insan yerleşiminden uzak, 2100 metre yükseklikte konumlanır. Hasat süreci oldukça zahmetlidir; arıcılarımız balı toplamak için 4 ila 6 saat boyunca dağ yollarında yürür. Bu, günümüzde çok az yerde sürdürülebilen, nesiller boyu aktarılan bir gelenektir. Arıcımız Mehmet Can ve oğlu Ahmet Can, bu geleneği ailelerinden miras alarak nesillerdir aynı özveriyle sürdürmektedir.

 

Elvish’in senelik üretimi yalnızca yüz şişe ile sınırlıdır.

Kazancın yarısı, köklerimizin bulunduğu Arhavi’nin ekosistemine ve kültürel mirasına yeniden aktarılır.

 

İklim değişikliği veya çevresel baskılar üretimini nasıl etkiliyor?

Karakovan, iklim değişikliklerine uyum sağlayabilecek şekilde tasarlanmış doğal bir kovan yapısıdır. Hazır petekli fenni kovanlar kadar kolay bir arıcılık yöntemi sunmasa da, arıların kendilerini dış etkenlere ve soğuk hava koşullarına karşı koruyabilmelerini sağlar. Yeni araştırmalar, günümüzde yaygın olarak kullanılan klasik kovanların zorlu kış koşullarına karşı yeterince dayanıklı olmadığını ve bu nedenle arı kolonilerinin donarak yok olmasına yol açtığını göstermektedir. Elvish olarak karşılaştığımız en büyük risklerden biri, ayıların kovanları dağıtma tehlikesidir. Bir diğer risk ise, kovanın içinde belirlenen işaret çubuğunun önünde yeterli bal bulunmaması durumunda hiç hasat yapılamamasıdır. 2024 yılında yalnızca otuz üç şişe bal üretebildik. 2025’te bu sayı yüz şişeye ulaştı ve 2026 hasadımız ise şimdiye kadarki en verimli ve dengeli üretim dönemimiz oldu.

 

Harrods gibi dünyanın en seçici lüks mağazalarından birine kabul edilmek markanın uluslararası yolculuğunu nasıl etkiledi?

Ekip motivasyonumuz her geçen gün daha da arttı. Harrods’ta yer alan sayılı Türk markalarından biriyiz ve Harrods’un web sitesine baktığınızda, “Made in Türkiye” ibaresiyle hikâyesi anlatılan tek gıda markası olarak öne çıkıyoruz. Eğer ben, 25 yaşında bir Türk girişimcisi olarak, Türk balının Harrods raflarına girmesine vesile olabildiysem; inanıyorum ki bu görev biz gençlere ve tüm girişimcilere düşüyor. Birlikte, kültürümüzü ve özümüzü koruyarak dünyada hak ettiği yere taşıyabiliriz.

 

Elvish’i başka nerelerde göreceğiz? Markanın global macerasında hedefleriniz nedir?

Londra’da başarımızı kanıtladıktan sonra, şimdi Amerika’yı hedefliyoruz. Üretimde ölçek artışı yerine, rafinelik ve özel ürünler üzerine ilerlemeyi planlıyoruz. Şu anda üzerinde çalıştığımız ve hayalini kurduğum iki farklı ürün var: Biri, moda ile Elvish’i birleştiren yenilikçi bir ürün, diğeri ise kozmetik alanında bir Elvish ürünü. Şimdilik paylaşabileceğim bilgiler bu kadar; ancak, 2026’da Elvish’i takip ederseniz, karşınıza çıkacak yeni ürünlerimizle heyecanlanacağınızdan eminim.

 

Bu balı tüketen insanlardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Sizi çok şaşırtan yorum ya da hikâyeler oldu mu?

Müşteri profilimiz oldukça niş ve farklı yaş gruplarını kapsıyor. Özellikle sporcular, düzenli tüketimle kondisyonda belirgin bir artış gözlemlediklerini paylaşıyor… Bir müşterimiz, eşinin doğum sonrası iyileşme sürecini hızlandırmak için Elvish balını satın almıştı ve olumlu etkilerini gözlemlediğini belirtmişti… Genel olarak müşterilerimiz, balın enerji verdiğini ve odaklanmayı artırdığını söylüyor. Benim kişisel deneyimime göre, aç karnına tüketildiğinde bağışıklığı destekliyor, yoga veya meditasyondan önce kullanıldığında ise odaklanmayı güçlendiriyor. Kullanım önerimiz günde 1 kaşık, daha fazlası tavsiye edilmiyor.

 

Bal, insanlık tarihinin en eski ilaçlarından biri ve doğanın gerçek bir mucizesi. Modern dünyanın yeniden bala yöneldiğini görüyoruz. Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Araştırmalar, MÖ 7000 ila 6000 civarında Mısır ve Mezopotamya’da balcılığın yapıldığını gösteriyor. Bizden önce de bal ve arı vardı; ancak bugün, sonraki nesiller tehlike altında. Bal, atalarımız tarafından uzun yaşamın ve gençliğin sırrı olarak kullanıldı. Gençlik etkisi için yüzlerine sürüldü, yaraların iyileşmesi için uygulandı ve görülmeyen iç organ hastalıklarında arınma aracı olarak kullanıldı, çoğu zaman iyileşme sağladı. Artık biz, yeni nesil, bu doğal mirası canlandıracak olanlarız. Doğa bize bal dâhil olmak üzere sayısız armağan verdi ve biz onu kolektif olarak koruyacağız. Gerçek bal, doğanın sesi olacak ve bize özümüzü hatırlatacak.

 

Doğal değerlerin hızla yok olduğu bir çağdayız aslında. Arıların kaybı, ekosistemin çöküşü anlamına geliyor. Hepimiz yeniden organik ürünlere yöneliyoruz; tarım ve hayvancılık kritik önem kazandı. Ekosistemin tam merkezinde emek veren biri olarak bu konuyu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye, dünya bal üretiminde ikinci sırada yer alıyor. Bu da doğal bal ihracatı açısından ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu gösteriyor; ancak, bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için sahte bal üretiminden, hormonlu tarımdan ve doğaya zarar veren yöntemlerden tamamen uzaklaşmamız gerekiyor.

 

Arılara yem ya da şeker verilmesi, bal adı altında glikoz şuruplarının satışına izin verilmesi, bunların hepsi yalnızca arılarımızın değil, temiz gıdanın ve geleceğimizin de zararına. Artık elimizdeki değerin farkına varmalı ve özümüzü hatırlayarak arı yemleri yerine, doğal üretim süreçlerini desteklemeliyiz. Eğer şimdi hareket alırsak dünyada organik üretimin öncüsü olabiliriz.

 

Araştırmalarım sırasında karşıma çıkan bir deneyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bir armut ağacının bir dalı arıların erişemeyeceği şekilde kapatılıyor. Yağmur, hava, güneş ışığı, her şey o dala ulaşabiliyor, yalnızca arılar çiçekleri polenleyemiyor. Diğer dal ise açık bırakılıyor ve arılar rahatça erişebiliyor. Sonuç çarpıcı: Arıların erişemediği daldan hiç armut oluşmazken, erişebildikleri daldan tam otuz üç adet meyve veriyor. Bu deney, arıların doğadaki döngüde ve sofralarımıza gelen her doğal gıdada ne kadar hayati bir rol oynadığını açıkça gösteriyor. Bir mum ışığı karanlığı aydınlatır. Hepimiz elimizde birer mum ve kibrit tutuyoruz; yakmak için cesaret göstermeliyiz. İşte o zaman, gerçekten topluluk olarak fark yaratabiliriz.

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.