Bir Şarabın Hikayesi
Damaklarda güzel tat bırakacak bir konumuz ve bir konuğumuz var bu ay sevgili okurlar. İş dünyası onu Garanti Bankası’nda genel müdürken elde ettiği başarılardan tanıyor. Ama o işini zirvedeyken bıraktı ve kendini hobilerine adadı. Denizleri, okyanusları aştı. Karaya ulaştığında da kendisini şarap üretimine adadı. Selendi Şaraplarının yaratıcısı Akın Öngör’den bahsediyoruz…
Akın Bey yoğun iş hayatından sonra hobilerine ağırlık verdi ve noktayı şarapçılıkta koydu. Hobi olarak başladığı işleri büyük bir özenle ve başarıla büyüttü. Artık büyük bir işe dönüşen hobisi hem yöresel ekonomiye katkıda bulunuyor hem de kız çocuklarının eğitime katkıda bulunuyor. Akın Bey’e işlerinin nasıl bu kadar büyüdüğünü ve şarapçığın keyifli ve zor yanlarını sorduk…
Oldukça ciddi bir iş temposundan sonra, şarap üreticisi olmaya nasıl karar verdiniz?
Akın Öngör: 1995 senesiydi, 2000 senesinde emekli olma kararı aldım. Bu dönem içersinde ilgi alanlarıma, hobilerime nasıl bir yer verebilirim ona baktım. Arkadaşım Kesibe Karaosmanoğlu’nun Akhisar’daki çiftliğine sık sık gelirdim. Kendisine dedim ki, lütfen bana oralarda bir yer bul; bir çiftlik, bir bağ kurmak istiyorum, yardımcı ol. Hakikaten film bu sözle başladı. 1997 senesiydi galiba, bizim şu anda bağ kurduğumuz araziyi alma fırsatı doğdu. Aldık…
Bu arada burada neler olabilir, neler olamaz onu araştırıyordum. Bir ara organik sebze için araştırma yaptım. Öte yandan da şarap üretiminde kullanılmak üzere bağ kurmak için, çalışmalara başladım.
Aslında ilk başta Türk uzmanlar bu arazide üzüm yetiştiremeyeceğimi söylediler. Sonra İsrail’den Avi Şamir ile karşılaştım. O toprak numunesi aldı ve daha sonra burada üzüm yetişebileceğini ve yetişen üzümden şarap üretilebileceğini söyledi. Baştaki hedefim üzüm üretip bunu şarap üreticilerine satmaktı, ama ürünümüz yeterli miktarda değildi. Ne yapalım, ne edelim, o zaman biz kendi şaraphanemizi kuralım dedim. Ben bunu söyledikçe eşimin gülümsemesini hiç unutmuyorum. Eyvah gene başladık, girdik bir zincirin içine dedi ve haklı çıktı. Şaraphane kurmaya başladım. Kurmuşken de en iyisi olması için çok çaba sarf ettik. Türkiye’de bunları yapmak çok zor çünkü birçok bürokratik engel ve sınırlama var.
Hobiniz işe dönüştü. Emekli olmuşken daha kolay bir hobiyle uğraşabilirdiniz, bu kadar çok uğraşmaya, yorulmaya gerek var mıydı?
A.Ö: Ben biraz ölçüyü kaçırdım. Hobi olarak başladığım iş kaliteli ve iyi bir şarap yapmak için gerekenleri yapma arzum sonunda yurt dışında bile eşine az rastlanır kalitede bir üretim ve şaraphaneye dönüştü. Ancak iyi bir şey yapmak istiyorsanız ve arkasında duruyorsanız azami özen ve emeğin gösterilmesi gerektiğine inanıyorum.
Kaliteli şarap içmek bir yaşam biçimidir, ailece bizim için de çok özel bir zevktir. Ülkemizde de iyi şarap üretebileceğini göstermek amacıyla bu işe giriştik. Bölge halkıyla beraber üzümlerimizi yetiştirdik ve tesislerimizi kurduk. Gerek bağlarımızda gerekse tesislerimizde bir aile ortamında ve gerçekten emek vererek şaraplarımızı ürettik.
İlk ürünü tattığımda çok ama çok büyük bir keyif aldım, çünkü düşünün ki bir mısır tarlasını alıyorsunuz, bomboş; orayı sürüp oraya bağ dikiyorsunuz, iki üç sene bakıyor, suluyor, soğuktan koruyor, buduyorsunuz. Güneş yüzünden bazen üzerine tente geriyorsunuz; en sonunda bir yavru yetişiyor: Üzüm… Sonra onu bir şölen halinde tüm yardımcı ailenizle birlikte elde topluyorsunuz; bağ bozumu yapıyorsunuz; sonra yukarıda anlattığım şekilde itina ile işliyorsunuz, en sonunda bunu dinlendirip fıçılara alıyorsunuz. Bir sene dinlendiriyorsunuz, tadıyorsunuz; sonuçta sizin ürününüz ortaya çıkıyor, bu muazzam bir şey… Bu Tanrının bir lütfu. Topraktan şarap üretiyorsunuz, o toprak bunu veriyor, o iklim bunu veriyor, bu bereket…
Hayatınızda bu kadar önemli yer tutan şarapla nasıl tanıştınız?
A.Ö: İlk olarak şarabı babam ile içtim ve tadını öğrendim. Lise son sınıfta iken babam içmekte olduğu Buzbağ şarabını bana da ikram etti ve benim şarapla tanışmamı sağladı. Evdeydik, kendisi doktor olduğu için bana sadece bir kadeh sınırı ile verdiğini hatırlıyorum… Sonraki seneler beraberce çok kadeh kaldırdık. Doksan beş yaşında vefatına kadar aralıklı olarak güzel şarapları değerlendirdik…
Emeklilik yıllarınızı dolu dolu yaşadığınızı, keyiften ve üretkenlikten ödün vermediğinizi görüyoruz. Şarap bir yılınızda ne kadar zamanınızı alıyor, Akhisar’da ne kadar vakit geçiriyorsunuz?
A.Ö: Dönem dönem gidiyorum. Bağların kontrolü için. Önemli uzmanlar ile çalışıyoruz. Bağların bakımı ve yapılması gerekenler konusunda konuşuyoruz. Üzümler için gerekli ölçümleri ve tadımları yapıyoruz. Ayda en az altı yedi günümü orada geçirmeye çalışıyorum… Sarnıç bölgesindeki gelişmeler ile bundan böyle daha geniş zaman geçirmeyi planlıyorum…
Bağbozumu zamanında, bir gününüzü anlatır mısınız?
A.Ö: Sabahın altısında güneşin doğuşu ile ailece güne başlıyoruz. Eşim Gülin, Pelin ve Yavuz ile birlikte heyecanla bağa geçiyoruz. Artık Akhisar’daki ailemiz haline gelen bağın bakımını yapan oranın yerlisi aile ile birlikte hep beraber ellerimizle üzümleri topluyoruz. Toplanan bu üzümler on üç kiloluk sepetlere konuyor. Üzümün ezilmesine imkan vermeden şaraphaneye getirilerek konveyörlere salkım olarak tek tek veriliyor. Konveyörün her iki tarafında yerleşen sekiz kişilik ekip tarafından el ile ayıklanarak kuru, yeşil veya bozuk taneler toplanıyor. Salkımlar sap ayırma makinesi tarafından saplarından ayrılıyor. Ancak burada yaklaşık yüzde yetmiş beş tutarında ayıklanan saplardan, tanelere birlikte kalan küçük sapları da yine ek konveyörün her iki tarafında yer alan diğer sekiz kişi tarafından ayıklanması yapılarak tanelerin son kontrolü yapılıyor. Üzüm taneleri yine bir başka konveyör bandı ile fermantasyon tankının girişine yükseliyor orada bir cihaz tarafından taneler sadece kırılarak tankın içine boşatılıyor.
Biz tüm bu süreci gün boyu yaşıyoruz. Fransız uzmanımızla birlikte gerekli gözetim ve testleri yapıyoruz.
Tüm bu çabaların sonunda ortaya çıkan şarabınızı, Selendi şarabını nasıl tanımlıyorsunuz?
A.Ö: “Şato Usulü” üretilen ilk Türk şarabı olan Selendi Şarapları bağın hemen yanında yer alan şaraphanede büyük özenle üretiliyor, dinlendiriliyor, şişeleniyor… Tamamen kendi bağlarımızda üretilen üzümler kullanılmakta, bağdan hemen bağımızın ortasındaki şaraphaneye iletilerek, el ile tek tek ayıklanarak büyük dikkat gösteriliyor.
Bizim şarabımızın bir başka özelliği de, içtikten sonra, ertesi gün baş ağrısı yapmaması. Çünkü kükürt dioksit miktarı çok düşük… Bizim altı bin beş yüz şişe şarabımız, raflarda dik durarak süpermarketlerde satılmaya dönük bir şarap olmadığı, yatık olarak saklanması gerektiği için, oksidasyon riskinin ötekilere kıyasla çok daha az olduğunu düşünüyoruz.
Selendi şarapları yoğun kırmızı renkli, arkada dağ çilekleri kokulu, ağızda ise dengeli, yuvarlak, zarif ve rahat içimli sek bir şaraptır…
Günlük hayatta şarapla aranız nasıl? Kaç kadeh içersiniz ve tercihiniz nedir?
A.Ö: Ben özellikle kırmızı ve roze şarabı seviyorum. Yaz aylarında soğutulmuş güzel bir Provence tipi Fransız Roze şarabı tercih ediyorum… Domaine d’Ott, Chateau Poquerolle, Petal de Rose gibi… Günde birkaç kadeh seviyorum, abartmadan içiyorum.
Diğer aylarda ise tercihim kırmız şarap. Haftada herhalde iki- üç gün ve sadece bir- iki kadeh olmak üzere şarap içiyorum… Değişik tat ve lezzetleri denemeyi seviyorum.
Toprakla, ürünle uğraşmanın dinlendirici bir yönü de var mı sizin için?
A.Ö: Olmaz mı? Toprak ve doğa ile uğraşmak hem sizi dinlendiriyor hem de büyük bir gücün varlığını kabul etmenizi ve saygı duymanızı sağlıyor. Ben zaten doğa aşığı biriyim. Doğa ile toprak ile uğraşmak beni çok mutlu ediyor.
Şarap üretiminden öte sosyal sorumluluk adına yaptıklarınız da var. Etiket tasarımlarında Türk ressamlarına yer veriyorsunuz ve şaraptan geliri Akhisar’daki kız meslek lisesine bağışlayacakmışsınız. Bu fikirler nasıl ortaya çıktı?
A.Ö: Özel kaliteli bir şarap yaptığımız için üretiminden etiketine, şişesine, mantarına kadar her şeyine özenle yaklaştık. Etiketlerde her yıl çağdaş Türk ressamlarından bir eser yer alıyor. Selendi 2004’ün etiketleri Yavuz Tanyeli’nin Selendi için özel olarak yaptığı çalışmalar arasından seçilmişti, Selendi 2005 de ise bir diğer değerli ressam Ömer Uluç’un resmi yer alıyor. Selendi 2006’da ise Birol Kutadgu’nun resmi bulunuyor. Amacımız etiketlerimiz kanalı ile çağdaş resim sanatını daha da geniş kesimlere yaymak, duyurmak, desteklemek…
Okul projesi ise, tamamen eşim Gülin’le bağlantılı, Bir gün eşim “Akın’cığım ne olursun benim hayatta tek istediğim bir şey var; kızlarla ilgili bir meslek okulu yaptırmak” dedi. Başlangıçta kesinlikle bu kadar kapsamlı büyük bir şey istememişti, daha ufak, mütevazı bir istekte bulundu benden. Fakat yine iyi bir şey yapalım derken ölçüyü kaçırdık çok farklı ve çok güzel bir okul oldu.
Okul 2,6 milyon dolara mal oldu… Bunun yaklaşık dört yüz bin dolarlık kısmına, döşeme, atölye ve laboratuarlar için Garanti Bankası, Garanti Teknoloji, Serdar Bilgili ve Atilla Türkmen katkıda bulundu.
Biz de destek olmaya devam edeceğiz. Şarap gelirlerinin matematiksel olarak okul yatırımını karşılaması imkansız, ancak sürekli bir akar destek imkanının olması önemli.
Böylece önceleri çok az katma değeri olan ürünler üretilen bir arazide kurulan bağlardan üretilen yüksek katma değerli ürün, şarap olarak değerlendirildiğinde yine Akhisar’ın kız çocuklarının eğitiminde ve meslek sahibi olmalarında kullanılacaktır. Bu modelin bir örnek olmasını amaçlamaktayız…
Akın bey bir hobi ile olarak başladığınız şarapçılığı çok ciddi faydaları olan bir konuma getirmişsiniz. Dileriz sizin bu üretkenliğiniz başkalarına da örnek olur. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Röportaj: Esen SOYDAN