Portekiz Büyükelçisi Paula Leal Da Silva
2017’nin sonuna geldiğimiz bu ay, dışişlerinin dinamizmi ile örtüşen aktif kimliği ve sorularımıza cesur yaklaşımıyla Portekiz Büyükelçisi Paula Leal da Silva ile birlikteyiz. Kendisi sizin için sorularımızı yanıtlamakla kalmayıp, ülkemize ve tüm dünyaya yeni yıl için güzel dileklerini de iletti.
Büyükelçi Paula Leal da Silva, bizi rezidansında tam da ülkesinin sıcakkanlı insanlarını yansıtan samimi bir tavırla karşıladı. Sayın Büyükelçi, tabiatıyla, kültürüyle, insanlarımıza benzeyen ülkesinin insanlarıyla, sadece ülkemize olan sevgisini değil, Ankara ile kurduğu gönül bağını da son derece içten bir ifade tarzıyla dile getiriyor. Büyükelçinin Ankara’da ziyaret ettiği tarihi mekanları, gördüğü güzellikleri ve keşfettiği restoranlarla ilgili anlattıklarını dinleyince, yaşadığı şehri tanıma konusunda ne kadar hızlı yol aldığını gördüm. Havaalanına gidip gelirken yol boyunca izlediği uzaktaki dağların görüntüsü, onun en sevdiği Ankara manzarası. Yaşadığı her yerde ilk önce oranın güzelliklerini keşfetme eğilimi var. Daha önce Avrupa Birliği’nde görevli olması sebebiyle bu konuda engin bir tecrübeye sahip. Enerjisi, insan sevgisi ve olaylara objektif bakış açısı, kendisini tanır tanımaz ilk dikkat çeken özellikleri. Büyükelçi Paula Leal da Silva, hem Türkiye’de hem de Ankara’da içinde bulunduğu diplomatik çevre açısından şanslı olduğunu da belirtiyor.
Kasım 2016’da göreve başladığınızda, bir Güney Avrupa ülkesi insanı olarak Türkiye’de bulduğunuz benzer karakteristik kültürel özellikler nelerdi?
Her şeyden önce bu güzel fırsat için teşekkür etmek isterim. İlk olarak Türkiye’nin kesinlikle göreve gelmek istediğim ülke olduğunu belirtmeliyim. Bu yüzden, Portekiz Dışişleri Bakanlığı, Portekiz Büyükelçisi olarak Türkiye’ye atanmam kararını verdiğinde çok memnun oldum. Doğrusunu söylemek gerekirse ülkelerimiz arasında gerçekten benzerlikler var. Bir kere her iki ülke de güney ülkesi. Ayrıca, Avrupa batıdan Portekiz ile başlarken, doğudan Türkiye ile bitiyor. Lizbon ve İstanbul’un harika bir ortak ruhu ve benzer kentsel özellikleri var ki bunu düşünmeyi çok seviyorum. Zira bu düşünce bana her zaman bir yakınlık duygusu sağlıyor. Her iki ülke de dış dünyaya açık. Birçok kıtanın kesiştiği noktada, stratejik açıdan önemli bir jeopolitik konumumuz var. 15. ve 16. yüzyıllarda Portekiz’de birçok insan yeni dünyayı keşfetmek üzere yola çıktı. Daha yakın dönemlere bakarsak, Portekizliler daha iyi bir gelecek inşa edebilmek adına Avrupa’ya, Afrika’ya, Amerika’ya seyahat ettiler. Günümüzde ise neredeyse 5 milyon Portekizli ya da Portekiz asıllı ülke sınırları dışında yaşıyor. Ankara’ya ilk geldiğim anda kendimi evimde gibi hissettim. Rezidansa girdiğimde etrafa göz gezdirip şöyle düşünmüştüm: “Harika! Burayı sevdim.” Tabii bir yandan da farklılıkları soracaksınız; elbette farklılıklar da var. Bana kalırsa, genel olarak baktığımızda, biz Portekizliler biraz daha çekingeniz. Türkiye’de insanlar daha tutkulu görünüyor. Elbette bizim de tutkularımız, hırslarımız var fakat bizler biraz daha melankoliğiz, daha romantik, daha içe dönüğüz hatta biraz da hayalperestiz. Bir efsane der ki: Portekiz hala kurtarıcı Kral’ın (D. Sebastião’nun) savaştan dönmesini bekliyor. Yine de baktığınız zaman, yakın zamanda ülkem büyük bir kararlılıkla çok ciddi bir ekonomik krizin üstesinden geldi. Aynı şekilde, terör gibi, mülteci akını gibi çok önemli problemlerden etkilenen Türkiye büyük bir sebatla bu sıkıntıların üstesinden geliyor.
Portekiz ve Türkiye arasındaki iş birliğine hangi alanlarda öncelik vermeyi düşünüyorsunuz?
Bu harika soru için çok teşekkür ederim. Ülkelerimiz arasındaki ikili ilişkiler mükemmel. Her şeyden önce şunu belirtmek isterim; benim bakış açıma göre bir Büyükelçi olarak başlıca görevim Portekiz’i Türkiye’ye getirmek ve aynı şekilde Türkiye’yi Portekiz’e götürmek. Bu anlamda, ülkemin Türkiye’deki temsilcisi olarak, iki ülke arasında politik, diplomatik, ticari ve kültürel olmak üzere tüm alanlardaki ikili ilişkileri çeşitlendirmek ve derinleştirmek görevim. Ve elbette bu benim önceliğim. Portekiz Dışişleri Bakanı yakın zamanda buradaydı ve Türk yetkililerle hem Türkiye’yi hem Portekiz’i ilgilendiren önemli meseleler hakkında görüş alışverişinde bulundu. Bu vesile ile Sayın Cumhurbaşkanı’na, Dışişleri Bakanı’na ve Ekonomi Bakanı’na gösterdikleri konukseverlik, sağladıkları mükemmel organizasyon ve etkili görüşmeler için teşekkür etmek isterim. Portekizce son yıllarda ülkemizde oldukça dikkat çeken bir dil. Camoes (Portekiz Dili ve Kültürü) Enstitüsü’nün ülkemizdeki mevcut faaliyetlerini geliştirmek için ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz? Portekizce, Türk öğrenciler tarafından gerçekten çok ilgi görüyor. Portekizce’nin dünyada konuşulan en yaygın beşinci dil olduğunu söylemeliyim. Günümüzde Portekizce yaklaşık 280 milyon insan tarafından konuşuluyor. Tahminlere göre, 2050 yılında dünyada 400 milyon insan Portekizce konuşuyor olacak. Dilin bu dinamikleri, dile karşı artan talebi açıkça göstermesi açısından çok önemli. Portekizce Türkiye’de Ankara Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi olmak üzere üç üniversitede öğretiliyor. Neyse ki bakanımızın ziyareti sırasında Ankara Üniversitesi’nde Portekiz Dili için ayrı bir bölüm kurulması kararı ile bu alanda çok önemli bir ilerleme kaydettik. Benzer şekilde, Portekiz de Türk dilinin üniversitelerimizde öğretilmesi konusunda çok istekli.
2012 yılında Portekiz Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini destekleyen ülkelerden oluşan “Turkey Focus” grubuna katıldı. Eğer Türkiye üye olursa, Avrupa Birliği için bunun ne tür olumlu sonuçları olacağını düşünüyorsunuz?
Bence Avrupa Birliği dünya tarihinde çok özgün, aynı zamanda da çok başarılı bir örgüt. Örgüt, barışı korumak ve ekonomilerin entegrasyonu ile yurttaşlarına daha iyi yaşam yolları sağlamak niyetiyle kuruldu. Ve bu hedeflere tamamıyla ulaşıldı. Birkaç yıl görevim Brüksel’deydi bu nedenle Avrupa Birliği’nin nasıl çalıştığını biliyorum. Bir kriz ya da belirli bir problem ortamında çözüm zorlu ve zaman alıcı olabilir ama biz bunun üstesinden gelir ve bu problemden daha güçlenmiş olarak çıkarız. Bilirsiniz, bu tarz karmaşık kurumsal yapılarda fikir birliği sağlamak çetrefilli olabilir. Kendi söyleyecekleri olan birçok ülke var, Avrupa Komisyonu var, Avrupa Konseyi var, Bakanlar Konseyi var, Avrupa Parlamentosu var. Eleştiri, anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir şeydir ama Avrupa Birliği’nin de 50 yıldır var olduğunu hatırlamak gerekir. Ben her türlü genişlemenin her ülkenin kendine has değerlerinin katkısı ile Avrupa Birliği’ni zenginleştireceğini düşünüyorum. Tabii öte yandan, Avrupa Birliği de üye ülkeler için büyük avantajlar sunuyor. Bence burada karşılıklı bir kazan-kazan durumu söz konusu. Kısa bir süre önce Portekiz Dışişleri Bakanı, Portekiz’in Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirdiği sürece Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımının tam destekçisi olduğunu belirterek birliğin genişlemesi üzerine düşüncelerini çok açık bir şekilde ifade etti. Geçmişteki genişleme süreçlerinde Portekiz’in tavrı yine çok netti; belirli kriterler aday ülkeler tarafından her zaman yerine getirilmeli. 1998 yılında Brüksel’deki bir toplantıda önceki genişleme süreçleri ile ilgili aynı durumu dile getirdiğimi hatırlıyorum.
Ülkemizde faaliyet gösteren Portekiz firmalarının sayısında son yıllarda artış gözlenmekte. Bu artışın hangi nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorsunuz?
Ben bunun sebebini Türk insanının nezaketine, ülkenin güzelliğine, dinamik ekonomisine ve girişimci ruhuna bağlıyorum. Sahip olduğumuz benzerlikler ve ülkelerimiz arasındaki yakınlık ekonomik bağların güçlenmesine de olanak sağlıyor. Bu aynı zamanda benim ana görevlerimden biri (ticareti ve ikili ekonomik ilişkileri güçlendirmek). 800 Portekiz firması Türkiye’ye ihraç yapıyor ki Türkiye ticari ilişkilerimizde alıcı olarak 16. sırada yer almakla beraber satıcı olarak da 13. sırada. Bundan dolayı, ticari anlamda konuşursak iki ülke arasında oldukça uyumlu bir denge var. Yıllık 1,3 milyar Euro ticaret hacmimiz var ama elbette daha yapacak çok şey var ve bu rakamı daha yukarılara çekmeliyiz. Dışişleri Bakanımızın bahsi geçen ziyaretinin önemli bir yönü de Türk Ekonomi Bakanı ile bir araya gelerek, 2018’in başında kurulması planlanan Ticaret Komisyonu hakkındaki görüşmelerdi. Bu ortak komisyon ülkelerimiz arasındaki yakın iş birliği çerçevesiyle meydana gelen bir komisyon. Karşılıklı olarak hükümetler arası düzenli zirvelerimiz var. Böylece ekonomik ve ticari ilişkilerimiz de düzenli olarak yürüyor. Bu tür ticaret komisyonları tabi her zaman firmaların sorunlarının üstesinden gelmesine, ilişkileri geliştirmeye, ortaklıklar oluşturmaya yarıyor. Aynı şekilde iki ülke hükümetleri arasında yüksek düzeyde politik zirveler düzenliyoruz. Dolayısıyla, politik, ekonomik ve ticari ilişkilerimiz düzenli olarak ilerliyor. Türk insanının ve Portekiz insanının birbirini sevmesi ve anlıyor olması da ticarette iyi ilişkilerin kurulmasında temel sebebi oluşturuyor diye düşünüyorum.
Ankara’daki sosyal yaşamı nasıl buldunuz?
Ankara ile ilgili her şeyi sevdim diyebilirim, zira hayat burada çok konforlu. Müzeleri çok severim ve şehirde çok güzel müzeleriniz var. Anıtkabir’in ve Atatürk’ün eşyalarından oluşan koleksiyonun beni çok etkilediğini söylemeliyim. Öte yandan, Anadolu Medeniyetleri Müzesi bu toprakların tarihini öğrenmek açısından çok güzel bir müze. Bazen arkadaşlarıma Ankara’yı anlatırken şehri çevreleyen manzaranın beni ne kadar etkilediğinden bahsediyorum, uzaklardaki dağlardan, dağların kahverengi ve altın rengi yansımalarından. Dağların öyle yumuşak ve olağanüstü çizgileri var ki sanki uzaklardaki bir tabloya bakıyor gibi hissediyorsunuz. Bu size muazzam bir perspektif sağlıyor. Buranın iklimini de çok seviyorum. Birçok insanın, özellikle Türklerin, kışın soğuk havalardan şikayet ettiğinin farkındayım ama ben burada güneşli günlerin tadını çıkarıyorum, hem hava oldukça kuru ve çok fazla yağmur yağmıyor. Soğuk sorun değil ve kar baş döndürücü güzellikte olabiliyor. Bütün bu saydıklarıma ek olarak, Ankara’daki alışveriş merkezlerini ve Türk tasarımcıları seviyorum. Bir de Ankara’da kendimi en şanslı saydığım konulardan biri, burada içinde bulunduğum diplomatik çevre. Türk Dışişleri Bakanlığı’ndaki meslektaşlarım olsun, diğer ülkelerden görevli gelenler olsun, hepsi çok arkadaş canlısı ve çözüm odaklı insanlar.
Burada çoğunlukla ne tür restoranları tercih ediyorsunuz? Türk yemeklerinden en çok hangilerini sevdiniz?
Özellikle balık restoranlarınızı çok beğeniyorum. Çünkü balığı pişirme tarzınız bizim Portekiz’de yaptığımızın aynısı. Et restoranlarınız da oldukça başarılı. Genel olarak yemek sanatınızın zenginliğini takdir etmekle birlikte mezelerinizin değerinin altını bilhassa çizmek istiyorum. Bazı restoranlarda sadece meze yemeyi tercih ediyorum. O kadar çok seçenek var ki; kızartılmış, haşlanmış, soğuk, sıcak… Lezzetler o kadar rafine, tatlar o kadar gelişmiş ki… Sarma, cacık ve börek en sevdiklerimden… Ayrıca sokakta satılan kestane kebabını da eklemeliyim. Kestaneyi Portekiz’de biz de aynı bu şekilde yapıyoruz ve daha önce hiçbir yerde aynısını görmemiştim. Bazen akşam yemeği için sadece kestane alıyorum ve kestaneyi elma suyuyla birlikte yemeyi çok seviyorum.
Sizin için en etkileyici gelenek veya kültürel özelliğimiz hangisiydi?
Ülkenizdeki barışsever çeşitlilik… Daha önce de belirttiğim gibi, son zamanlarda çok ciddi problemlerle karşı karşıya kaldığınızın farkındayım. Terör saldırıları, savaş olan ülkelerle sınırlarınızı paylaşmanız, büyük bir cesaret ve cömertlikle yardım eli uzattığınız ciddi mülteci akını, sıkıntı içindeki insanlara kapılarınızı açmanız… Tüm bu zorlukların üstesinden gelme çabanızı ve becerinizi samimiyetle takdir ediyorum. Bir taraftan bu sıkıntılarla mücadele ederken, öte yandan ülkenizdeki çeşitlilik hem çok önemli hem de çok ilginç bir mozaik meydana getiriyor. Benim düşünceme göre, Türkiye’nin zenginliği bu gerçekte yatıyor; farklı geleneklerden, farklı dinlerden, farklı kültürlerden ve yüzyıllarca bu bölgeden geçmiş farklı medeniyetlerin kattıklarından oluşmuş bir ülke.
Türkiye’de gördüğünüz yerler içinde en çok hangilerini sevdiniz?
Açıkçası ziyaret ettiğim her yeri çok beğendim. İstanbul’u çok seviyorum, benim açımdan dünyanın en ilginç şehirlerinden biri diyebilirim. Geçmiş medeniyetlerin karışımı, modern zamanları, muhteşem mimarisi, sahip olduğu çeşitliliği ve dinamizmi… İstanbul, bir şehirde görmek istediğim her şeye sahip. Doğu ve Batı kültürlerinin şehirdeki karışımı büyüleyici bir güzellik yaratıyor. Aynı şekilde, Kapadokya çok özel bir yer. Doğası, tarihi, evleri, mağaraları ile akla ziyan bir görkem sunuyor. Öte yandan, sahip olduğu jeoloji, doğası ve Hıristiyanlığın tarihine ait yerleri ile büyük bir değere de sahip. Muhteşem bir dünya mirası. Mersin’den Adana’ya giderken Tarsus’u görme fırsatım oldu. Şehirden ve arkeolojik hazinelerinden büyülendim diyebilirim. Cleopatra Kapısı’nı gördüğümde, bu kapının ardında bıraktığı yılları düşünmeden edemedim. Türkiye birçok medeniyetin beşiği. Yüzyıllar öncesine giden bu ulusun tarihi ülkenin sahip olduğu en önemli tılsımlardan biri. Çünkü genel olarak baktığımızda, geçmişin tarihini bilmek şimdiki zamanı anlamanın en iyi yoludur. İşte bu yüzden, burada yaşamak ve ülkeyi baştan başa gezebilme şansına sahip olmak büyük bir ayrıcalık.
Çok yakında 2018’e giriyoruz. Okurlarımız için yeni yıl mesajınızı da alabilir miyim?
2018 için dünyada barışın galip gelmesini ve terörün sonunun gelmesini diliyorum.