Kerem Görsev “Sahne Bir Müzikal Bir Pandomimdir”
“Hissettiğin notayı basarsan samimi olur, hissettiğin müziği çalarsan sahneden daha samimi bir duygu verirsin.” diyen, caz müziğinin önde gelen ismi Kerem Görsev, eserlerindeki müzikal etkileşimi ve yaratıcılığına ilham olan anları MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Türkiye Caz Derneğiyle ilgili düşünceleriniz neler?
Çok zor bir iş bu devamlılık. Dünyada her konuda böyle zaten, devamlılığı ve istikrarı sağlamak… Özlem (Oktar Varoğlu) bu işi iyi götürüyor; ekip iyi, devam ediyorlar inatla. Bazen müzisyenler de bu sürecin içinde zorluklar çekiyor ama işte caz böyle bir şey, meşakkatli bir olay. Onlar da başarıyla yürütüyorlar.
Burs fonuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Türkiye’nin en büyük sanatsal sıkıntılarından birisidir bu. Burs, sponsorluk her zaman sanatı ileri götürür; fakat ne yazık ki taşın altına eli daha çok koymak gerek. Holdinglerin, şirketlerin, bankaların vs. biraz daha bu işe girmeleri lazım, çünkü her burs alan öğrenci Türkiye’ye döndüğü zaman Türkiye’nin ilerlemesi, dünyada tanınması için büyük çaba sarf edecek.
Klasik müzik tutkunu bir ailede dünyaya gelmiştiniz ve müzikle hep iç içe oldunuz. Peki, bir başka enstrüman değil de neden piyano? Bu tercihinizin arkasındaki hikâye neydi?
1967 yılında, piyano ile başladım konservatuara. 1972 yılında devlet konservatuarı açılınca, oraya geçtim; beş sene keman çaldım, üç ya da dört sene de viyola çaldım. Piyanoyu hiç bırakmadım. Enstrümanların amiral gemisidir piyano. Görsel olarak da, duyumsal olarak da, ritmik olarak da beni çok etkileyen bir alet. Dünyadaki bütün efsanevi caz piyanistlerini de dinledikten sonra zaten bu aletin başka bir ruh yapısına sahibi olduğunu hissediyorum, düşünüyorum.
Eserlerinizdeki müzikal etkileşim hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Müzik hiçbir zaman, piyanonun başına oturup da kağıdı kalemi alıp yazmak değil. Müzik, uzun yaşanmışlıkların hikâyesidir. Bence her parçanın, her bestenin bir hikâyesi vardır ve o hikâyeyi yaşadığınız bir de canlı veya bir nesne vardır. Kadın ile erkek ilişkilerine olan şeyler vardır; hayvanlarıma yazdığım parçalar var; mevsimler beni çok etkiler, ilkbahar ve sonbaharda yazdığım çok parça vardır; denizleri çok severim, orada yazdığım parçalar vardır; tabiatı çok severim, dünyayı seviyorum, insanlığı seviyorum. Bu ilişkilerden çıkan bazen üzgün, bazen neşeli, bazen buruk hikâyeler olduğu zaman, onlar da benim notada müziklerime yansıyor.
Peki, denizin sizde uyandırdığı hislerden biraz bahseder misiniz? Yaratıcılığınıza nasıl bir ilham kaynağı oluyor?
Dünyanın kaçta kaçı denizlerle kaplı? Üçte ikisi. Zaten dünyanın sahibi deniz. Denizler olmasa hayat durur, dünyayı besleyen deniz. Tabii ben de meraklıyım denizin üstünde durmaya, yaşamaya. Sabahları erken kalkınca o iyot kokusunu duymak, geceleri denizin üstünden gökyüzüne bakıp pırıl pırıl yıldızları seyretmek… Deniz hayatı başka! Sırf ben değil, bu tutku herkesi çok bağlıyor kendine ve çok ilham veren bir yer deniz, denizin üstü.
Daha önceki röportajlarınızda bestelerinizi yaparken dijital bir ortam kullanmayı tercih etmediğinizi belirtmiştiniz. Tamamen dijital ortamlarda oluşturulan müzik için düşünceleriniz nelerdir?
Ben akustikçiyim; sahnede kontrbas var, davul var, piyano var. Böyle başladım konservatuara, akustikle. Böyle gideceğim, inandığım şeyin arkasında duruyorum, inandığım şeyin notasını basıyorum, inandığım enstrümanla çalıyorum. Öteki dijital ortamlarda çalışan pek çok müzisyen var, onlar onların tercihidir. Caz; müziğin demokrasisidir. Herkes istediği müziği yapsın ama benim ilgi alanım değil. Buna inanıyorum, bu müziğin arkasında duruyorum.
Türk kültürünü ve müziğini eserlerinize nasıl yansıtıyorsunuz?
Bir Türk müzisyen olarak, benim eserlerime pek yansıyor diyemem. Yüzde beştir belki ama bu işleri yapan başka Türk müzisyenler var. Ben klasik müzik eğitimli olduğum için hep klasik müzikle cazın iç içe geçtiği konseptlerde, büyük senfoni orkestralarıyla yapıyorum, yaylılarla yapıyorum, triolarla yapıyorum. Hissettiğin notayı basarsan samimi olur, hissettiğin müziği çalarsan sahneden daha samimi bir duygu verirsin. Sahne zaten bir müzikal, bir pandomimdir. Ne hissediyorsan onu yapacaksın. Ben hissettiğim ve inandığım müziği çalıyorum. Türk müziğini kötülemek diye bir şey yok, onu dinlersin tabii.
Müziğinizdeki duygusal derinliği nasıl yakalıyorsunuz, duygusal bağlarınızdan biraz bahseder misiniz?
Ben duygusal bir insanım bir kere. Bir derinliği yakalamak diye bir çabam yok. Olan olaylar, yaşadığın ilişkiler, onların hepsi biraz duygu seli. Onlar zaten sana parçaları yazdıran şeyler. Oturup da böyle “Hadi benim çok duygum var, duygulandım, oturup da parça yazayım.” diye bir şey yok. Yaşanmışlıklar sana müzik yazdırıyor. Bazısına senaryo yazdırıyor, bazısına heykel yaptırıyor. Bunlar böyle.