İpek Gençler Hayatı Kaçırmamak İçin Yola Çık
Terör haberleri, darbe sonrası dalgalanmalar, şehit haberleri, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet derken gündemimizde üzüntü bitmek bilmiyor. Gazete, televizyon kanalları ve sosyal medyadaki dehşet verici görüntüler, tüyler ürpertici detaylar hepimizin psikolojisini negatif yönde etkiliyor. Kötü bir haber almadan güne başlamak neredeyse lüks oldu. Ama işte bu zamanlar umudumuzu kaybetmememiz gereken zamanlar; kendimize inanarak korkularımızdan kurtulup, geleceğimize ve hayallerimize sahip çıkmamız gereken zamanlar… Sizleri biraz olsun bu gündemden koparıp, stressiz ve endişeden uzak bir gezi yazısıyla gününüze biraz renk katmak istedim. Günün tüm yükünü omuzlarınızdan indirin, arkanıza yaslanın ve kendinizi okyanus kenarında palmiye ağaçlarının gölgesinde, yumuşacık kumlara uzanmış en sevdiğiniz müziği dinlerken hayal edin ve tek derdiniz etrafta uçuşan yaramaz martıların plaj çantanızı karıştırarak havlunuzu gagalaması olsun. Nerede misiniz? Los Angeles’ta…
New York’tan sonra Amerika’nın ikinci en kalabalık şehri olan Los Angeles Büyük Okyanus’un doğu kıyısında, güney Kaliforniya’da konumlanmıştır. Çok eski bir tarihi olmayan, ancak gezmeye doyamadığınız uçsuz bucaksız kum sahilleri, yol boyunca cetvelle çizilmiş gibi sıralanmış upuzun palmiyelerle süslü şık caddeleri, her birinde sürekli yeni sanatçıları keşfedebileceğiniz modern sanat müzeleri, 1940-1950’li yılların Hollywood ruhunu hissedebileceğiniz sinema filmlerinden izler taşıyan eski sokakları, hayvanat bahçeleri, su parkları, Disneyland, Universal Studios, Legoland gibi çocukların bayılacağı atraksiyonlarıyla 7’den 70’e herkes için bitmek bilmeyen güzelliklerle dolu bir şehir…
Biz şehri keşfetmeye öncelikle, çocuklarımın yaz okulu için gittiği UCLA (University of California Los Angeles)’nın bulunduğu Westwood bölgesinden başladık. Westwood, üniversiteye yakınlığından dolayı küçük restoranları ve sevimli butikleriyle, her an genç bir nüfusla dolup taşan cıvıl cıvıl bir bölge. UCLA kampüsünü de görmenizi tavsiye ederim. Burada yürürken birbirinden sevimli sincaplar size eşlik ediyor. Fakülte binaları 1920’lerde yapılmış, oldukça hoş bir mimariye sahip. Yeşilin her tonunu barındıran bu büyük kampüs, eyaletteki en yüksek öğrenci kaydına sahip.
Biraz uzağındaki Beverly Hills, çok güzel villaların bulunduğu, ayrıca dünyaca ünlü markaların mağazalarının sıra sıra dizildiği, alışverişin merkezi diyebileceğimiz Rodeo Drive’a ev sahipliği yapan oldukça popüler bir bölge. Bu yaz 15 Haziran’da başlayan ve 23 Eylül’e kadar sürecek olan, Salvador Dali’nin en ünlü 12 bronz heykelinin bulunduğu açık hava müzesi haline getirilen Rodeo Drive’daki bu serginin devamını Galerie Michael’da görebilirsiniz.
Rodeo Drive’dan biraz daha aşağıya yürüdüğünüz zaman Wilshire bulvarında ise Barney’s New York, Saks Fifth Avenue ve Neiman Marcus gibi büyük mağazaları bulabilirsiniz. Öğle yemeğinizi Montage Beverly Hills’te yiyip, kahvenizi oranın hemen yanı başındaki Beverly Canon Gardens’ta yudumlayıp, dondurma için çok yakındaki Ice Cream Lab’a uğrayabilirsiniz.
Beverly Hills, genelde güzel evleriyle bilinir ama bence şehrin en güzel evleri Bel-Air bölgesinde. Bu bölgeyi arabayla gezdikten sonra, eski Hollywood stilinde dizayn edilmiş, zamanında Audrey Hepburn, Lauren Bacall, Paul Newman, Grace Kelly gibi müdavimleri olan Hotel Bel-Air’daki Wolfgang Puck Restaurant’ta mutlaka bir öğlen yemeği yemenizi tavsiye ederim. Kimlerle karşılaşacağınıza inanamayacaksınız!
Yakın çevreyi gezmeye Pasadena’da bulunan Huntington Kütüphanesi, sanat koleksiyonu ve botanik bahçelerinden başladık. Buraya mutlaka bütün bir günü ayırmak gerekiyor. Çünkü Japon Bahçesi, Avustralya Bahçesi, Çöl Bahçesi, Shakespeare Bahçesi, Çin Bahçesi ve Tropik Bahçe gibi farklı ülkelere ait muhteşem peyzaja sahip bu bahçeleri gezmek bile yarım gününüzü alıyor. İçinde bitki labirentlerinden, su oyun havuzlarına, çocuklara özel pek çok detayın düşünüldüğü harika bir de çocuk bahçesi yapmışlar, burayı mutlaka görün derim..
Çocuklarla seyahat edecekseniz vazgeçilmez duraklarınız; Disneyland, Legoland, Universal Studios, Sea World San Diego, Los Angeles Zoo, Six Flags Magic Mountain, Natural History Museum ve San Diego Zoo Safari Park olacaktır. Bunların içinden benim için en unutulmazı Universal Studios’ta bu yıl açılan “The Wizarding World of Harry Potter” idi. En çok sıra maalesef burada bekleniyor ama size kendinizi gerçekten bir uçan süpürgeye binip havada taklalar atarak uçuyormuş gibi hissettiren “Forbidden Journey” inanılmaz bir deneyim!
Parkların ve trafiğin kalabalığından kaçmak istediğiniz anda en güzel alternatif, GreyStone Mansion. 1928 yılında inşa edilmiş, o döneme ait oldukça estetik bir mimariye sahip olan ve turistler tarafından pek bilinmeyen bu mansiyon, Beverly Hills’e yukarıdan bakan muhteşem bir bahçe içinde.
Müze alternatifleri o kadar çok ki, yine bunun için de ciddi bir eleme yapmanız gerekiyor. Benim tavsiye edeceklerim;
THE BROAD; Binanın mimarisi başlı başına bir şaheser. Jeff Koons’un mavi balon köpeğini görmeden geçmeyin. Takashi Murakami’nin metrelerce uzunluktaki rengarenk resimleri, Robert Therrien’in “Under the table” isimli dev masa ve sandalyeli enstalasyonu, Andy Warhol, Roy Lichtenstein, Jean-Michel Basquiat ve daha pek çok muhteşem sanatçının en ünlü işlerinin bir araya toplandığı harika bir çağdaş sanat müzesi. Ama instagramda fotoğraflarına sık sık rastladığınız Yayoi Kusama’nın Infinity Room, müzenin en güzel sürprizi!
LACMA; Jesus Rafael Soto’nun dev Spagetti enstalasyonunun içine dalın ve kaybolun. Rain Room’da kendinizi yağmur damlalarının sonsuzluğuna bırakın, Urban Lights’ta saklambaç oynayın ve lambaları saymaya çalışın. Müzenin arka bahçesindeki tünelden geçin. Japon eserlerinin bulunduğu bölümü de gezmeyi unutmayın.
THE GETTY VILLA; J. Paul Getty tarafından yaptırılan, Yunan ve Roma tarihine ait 44.000 civarında esere ev sahipliği yapan bu müze, Malibu yolu üzerinde. Pazar günü gezmek için ideal. Müzenin içinde çocukların antik çömlekleri diledikleri gibi boyayabileceği ve antik Yunan dönemi kostümleri giyerek projeksiyonlu bir oyun odasında kendi filmlerini yapmaları için özel bir alan var. Siz bile denemek isteyeceksiniz 🙂
HAMMER MUSEUM; UCLA’ya çok yakın bir modern sanat müzesi. Diğerlerine göre küçük çapta olsa da, perşembe günü giderseniz müzenin avlusundaki klasik müzik dinletisi ve çocuk atölyelerine katılabilirsiniz. Müzenin çıkışındaki mağazaya da mutlaka uğrayın, çocuk kitapları bölümü harika.
PETERSON AUTOMATIVE MUSEUM; Binanın dış cephesi Kohn Pederson Fox firması tarafından 2015 yılında tekrar tasarlanmış. Sadece dışını görmek için bile gidebilirsiniz. Gece ışıklandırılmış hali ayrı bir güzellik. LACMA’ya yürüme mesafesinde. İçinde özel tasarım modellerin de bulunduğu 100’den fazla antika araba ve motosikletin sergilendiği, James Bond’un Sky Fall’da kullandığı Aston Martin, 1992 Batman Returns’deki Batmobile, Steve Mc Queen’e ait 1956 model Jaguar XKSS ve hatta Disney’in Şimşek Mc Queen’i bile burada.
Alışveriş için her ne kadar Rodeo Drive öne çıkarılsa da, bence en güzel bölge Melrose Place. Melrose Avenue, dünyanın en ünlü dekorasyon-mobilya mağazalarıyla dolu. Benim favorilerim “Restoration Hardware” ve özellikle de Formations. Formations’ın arkasında çok güzel bir bahçesi var. Burada bitki labirentinin içine serpiştirilmiş şık bahçe mobilyalarına ve daha önce hiç görmediğiniz ev aksesuarlarına bayılacaksınız. Ama kendi başınıza buradan hiç bir şey satın alamıyorsunuz. Alışveriş yapmak istiyorsanız iç mimarınızla gelmelisiniz, sizin için sadece mağazanın belirlediği iç mimarlar alışveriş yapabiliyor.
Melrose Place’e döndüğünüz zaman ise, Isabel Marant, Chloe, Alexander Mc Queen, Marc Jacobs gibi markaların özel tasarlanmış mağazaları burada. Buradaki butiklerde bu markaların diğer mağazalarında bulamayacağınız, sadece buraya özel ürünler var. Her biri yemyeşil bahçelerin içinde. Chiara Ferragni, Hanneli Mustaparta, Garance Dore, Aimeee Song, Kristina Bazan gibi style bloggerları burada selfie çekerken görmeniz çok mümkün. Bu bölgede öğle yemeği için Cecconi’s veya Gracias Madre’yi deneyebilirsiniz. Kapısında, uzun kuyrukları ve magazin fotoğrafçıları eksik olmayan Craig’s de burada.
Gelelim plajlara…. Yine alternatifler o kadar fazla ki… Huntington Beach, Laguna Beach, Santa Monica Beach, Malibu Beach, Venice beach, Marina Del Rey en görülmesi gerekenleri. Kısaca özetlersek; patenlerle kayan güzel Kaliforniyalı kızlar, şehrin sembollerinden biri haline gelmiş olan kaykay parkuru ve duvar grafiklerini görmek için Venice Beach’e gitmelisiniz. Akşamüstü yürüme mesafesindeki Venice kanallarından gün batımını seyretmeden dönmeyin.
Dönme dolaba binmek ve dünyanın en kalabalık(bence) kumsalını görmek için Santa Monica Beach’i deneyebilirsiniz. Yine buradaki sadece yaya trafiğine açık olan 3rdStreet Promenade çok keyifli bir alışveriş-yeme içme bölgesi. Malibu beach; çok şık sahil evleri ve Nobu’nun akşamüstü partileriyle ünlü. Daha sakin bir yer isterseniz, hemen yanı başındaki Soho House çok güzel. Marina Del Rey’de tekne turu alıp, kanalların arasında küçük bir mavi tura çıkıp, balıkçı kasabasına kadar gidebilirsiniz. Dilerseniz oradan okyanus teknelerine geçip balinaları seyredebilirsiniz. 4 Temmuz kutlamalarını biz burada seyrettik. Marina Del Rey içindeki Mother’s Beach’te kumsala havlunuzu serip, gökyüzünde patlayan rengarenk havai fişekleri seyretmek unutulmaz bir görsel şölen, deniz üzerindeki yansıması ise ayrı bir güzellik. Gezinizi bu güne denk getirmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Los Angeles Rasathane binası (Griffith Observatory) için, en güzel zaman akşamüstü. Burası ikonik “Hollywood yazısı” fotoğrafı çekmek için de en ideal lokasyon. Gün batarken kızılın bin bir tonuna bürünen gökyüzüne yavaş yavaş şehrin pırıltılı ışıkları eşlik ediyor. Los Angeles’ın en güzel panaromik açılarından birine sahip olan bu yer, pek çok filmden hatırlayacağınız romantik sahnelerin çekildiği, çiftlerin üstü açık Mustang’lerle gece ışıklarını seyrettiği yer. Şarabınızı ve şalınızı da almayı unutmayın.
“Hollywood Walk of Fame” tam bir turist klasiği. Oscar ödül törenlerinin yapıldığı eski adı Kodak Theatre olan sonra Dolby Theatre olarak değiştirilen meşhur bina burada. 2000’den fazla ünlünün el izinin bulunduğu yıldızların yer aldığı Hollywood bulvarında yürüyüp, bölgenin en enteresan mimarisine sahip Chinese Theatre’a uğramadan geçmeyin. Hala meraklısı kaldıysa Hollywood Madame Tussaud müzesi de bu cadde üzerinde.
DTLA (Down Town Los Angeles) adından da anlaşılacağı gibi şehrin merkezi. Gökdelenlerin gölgesinde dolaşacağınız bu bölge size kendinizi Çin’deymişsiniz gibi hissettirecek China Town bölgesiyle renklenmiş. Benim favori mimarlarımdan Frank Gehry tarafından tasarlanan, oldukça iddialı mimarisiyle etrafındaki tekdüze binalara meydan okuyan Walt Disney Concert Hall tek kelimeyle büyüleyici. DTLA, “Mural” adı verilen dünyanın ünlü sanatçıları tarafından belediyenin izniyle yaptırılmış muhteşem sokak duvar resimleriyle dolu. Dilerseniz “Art Walk” denilen, sanat galerileri, sokak sanatçılarının olduğu bu bölgeyi turla da gezdiriyorlar. Tüm günü ayırmak gerek…
The Grove, hafta sonunu geçirmek için çok hoş bir bölge. Buradaki Pacific Theatres’ta mutlaka film seyredin. Bence Los Angeles’ın en güzel sineması. Sadece yayalara ayrılmış olan bu bölgeyi dilerseniz tarihi, süslü bir tramvayla da ücretsiz olarak gezdiriyorlar. (Amerika’da ücretsiz olan tek şey olsa gerek) Burada Farmer’s Market’a da uğramadan geçmeyin. Pek çok küçük salaş ama lezzetli-organik malzemelerden yemekler yapan restoranın bulunduğu, dünyanın her yerinden çok çeşitli organik ürünü satın alabileceğiniz sevimli bir pazar yeri burası.
Çok turistik ama Dodger Stadyumu’nda beyzbol maçı seyretmek ve Hollywood Bowl’da Los Angeles Filarmoni Orkestrası’nın konserlerini dinlemek Los Angeles’ın olmazsa olmazlarından. Biletinizi en az 1 hafta önceden almayı unutmayın.
Eğer zamanınız olursa araya en az iki gecelik Las Vegas gezisi sıkıştırmanızı öneririm. Los Angeles-Las Vegas arasını arabayla en fazla 5 saatte gidiyorsunuz. Uçak da tercih edebilirsiniz ama benim gibi çöl yollarında araba kullanmaktan keyif alıyorsanız, yol boyunca durup fotoğraf çekmek isteyeceğiniz pek çok nokta olacak. Ölüm Vadisi (Death Valley) tabelalarını görünce hemen dalın, yolu uzatmayalım demeyin. Crescent Dunes denen dünyanın en büyük solar enerji çiftliği sizi hayrete düşürecek. Muazzam büyüklükteki dev ayna panellerinin çölün ortasında yaydığı ışık, uzay üssünü andıran bir bilim kurgu filmi seti gibi. Las Vegas’a gelmeden önce mutlaka iki ayrı (çok fazla demeyin, çok seveceksiniz ) Cirque de Soleil şovu için bilet alın. Son güne bırakırsanız istediğiniz saatte bulamayabilirsiniz. KA ve Mystere’yi tavsiye ederim. Şov çıkışı Bellagio otelinin su gösterisine uğrayın, aynısı Dubai’de de var ama buradakinin keyfi ayrı. Bu gezinin dönüşüne Grand Canyon da eklenebilir ama bunu Temmuz-Ağustos ayları içinde yapmanızı hiç tavsiye etmem. Hava sıcaklığı ortalama 46 derece!
Los Angeles’ta gezdiğimiz yerler dışında neler öğrendik?
Araba için park yeri bulmak gerçekten zor. Bir yere gitmeden önce internetten park yeri araştırması faydalı oluyor. Türkiye’de çok fazla uymadığımız şeritten gitme veya şerit değiştirme kuralları burada tıkır tıkır işliyor ve ihlal ettiğinizde arkadaki araçlardan hakaret işitiyorsunuz. Kırmızı ışıkta geçmek mi? Asla! Hiç bir kuyrukta bizdeki gibi araya kaynama durumu yok. Din, dil, ırk, kıyafet, kadın, erkek, çocuk, engelli, hiçbir şekilde bir ayrımcılık yapılmıyor. Herkes birbirine karşı son derece güler yüzlü, saygılı ve sabırlı. En kalabalık yerlerde bile dolaşırken, hiçbir tedirginlik duymadan, kimseye çarpmadan, kimse tarafından rahatsız edilmeden yürüyebiliyorsunuz. Etrafta hiç polis görmediğiniz halde kendinizi güvende hissediyorsunuz. Ve ister istemez kendinize şu soruları sormaya başlıyorsunuz. Neden bizim ülkemizde de böyle yaşayamıyoruz? Burada sokaklarda birbirini tanımayan insanlar bile birbirlerine gülümserken, bizde asansörde karşılaşan komşular, bırakın bir “Merhaba”yı, bir küçücük gülümsemeyi bile birbirinden esirger oldu. “Nasıl bu kadar hoşgörüsüzleştik? Neden böyle olduk?” diye sorgulamaya başladık. Son dönemlerde duyduğumuz “Buralardan kaçmak-göçmek lazım” sözleri çözüm mü? Hayır kesinlikle değil. Her şey küçük bir adımla başlar. Önce kendimize karşı hoşgörülü olmaktan başlayıp, başkalarına karşı hoşgörülü olma konusunda da ilk adımı biz atalım. Sevginin bulaşıcı olduğuna kesinlikle inanıyorum. Siz bir iyilik başlatırsanız gerisi gelecektir. Bence yolculuklar rutin hayatımızda farkında olmadığımız, unuttuğumuz güzel şeyleri bize tekrar hatırlatıyor. Arkada bıraktıklarımızı özletiyor ve bize geçip giden hayatı yakalamak, yaşadıklarımıza farklı ve yapıcı bir gözle bakabilmek, bir şeylere yeniden umutla başlayabilmek için taptaze bir bakış açısı veriyor.
Sağlık ve mutlulukla kalın
İpek Gençer