Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası İlk Kez Ankara’da
Pasion Turca organizasyonu ile Bilkent Otel’de izleyiciyle buluşan ve sahne yerine seyircinin arasında üç yüz altmış derece oynanan interaktif polisiye oyunda, seyircilerin 1990’ların sonundaki baş döndürücü bir geceye ışınlandığı ve bir anda kendilerini gizemli bir cinayetin ortasında bulduğu Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nın yazarı Selin Atasoy, merak edilenleri MAG Okurları için yanıtlıyor…
Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası Ankara se yircisi ile buluşuyor. En başa dönersek, Türkiye’de bu fikri uygulamaya nasıl karar verdiniz?
Londra’da, bizim bugün yaptığımız formata benzer polisiye oyunlar oynandığını duyuyordum. 2005 yılında Okan Bayülgen’e böyle bir format yapabileceğimizi söyledim, o da hemen ilgilendi. Sonra ben Londra’ya bir örneğini seyretmeye gittim ama açıkçası gördüğüm iş bana çok basit ve turistik geldi, hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geri döndüm. Projeyi o dönemde rafa kaldırdık ama ikimiz de üzerinde düşünmeye devam ettik. Sonra araya Kanıt dizisi girdi; yüz bölüm onu yazınca, tüm çocukluğunu Agatha Christie ile geçirmiş biri olarak kesinlikle bu yoldan devam etmek istediğime emin oldum. 2014’te yeniden Okan ile oturduk, konuştuk; seyircinin arasında, 360 derece oynanacak bize özel bir format çıkardık. Ben oyunu yazmaya başladım, Okan da profesyoneller ve amatör oyunculardan oluşan müthiş uyumlu bir ekip kurdu ve onları inanılmaz bir şekilde yönetti. Sonunda 2015 mayısında, yani ilk konuşmamızdan tam on yıl sonra, Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası hayata geçti.
Sizi yıllarca “Kanıt” dizisine yazdığınız başarılı senaryolarla takip ettik. Şimdi, yazdığınız hikâyeleri seyircilerin de dahil olduğu interaktif bir oyunda sunuyorsunuz. İkisi arasındaki en temel farklar neler? Bu konsepti biraz anlatır mısınız?
Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası (ECK); komedi ögelerinin ağırlıkta olduğu, içinde tabii ki ara ara pişmanlıklar, hayal kırıklıkları, özlemler, arayışlar barındıran, seyircinin içinde 360 derece oynanan eğlenceli bir interaktif tiyatro formatı. İlk oyunumuz ECK Şirket, farklı sonlarla oynanıyor. ECK Metres’in ise 70’ler, 80’ler, 90’lar gibi, farklı yedi sürümü var. Seyircimiz bir yemeğe geliyor ve hemen yanlarında bir cinayet işleniyor. Sonra da içinde emprovizasyon olmayan, metne birebir uyulan bir oyun seyrediyorlar. Seyirciyi sıkmadan kısa kısa dört perde oynuyoruz. Aralarla tamamı iki ila iki buçuk saat sürüyor. Okan, Master of Ceremony olarak gecenin ev sahibi. Kumpanyanın, senelerdir birlikte çalışan on iki kişilik sabit bir oyuncu ekibi var. Bu ekip kendi içinde sorunsuz olduğu için, bu rahatlıkları seyirciye de geçiyor. Arada seyircilerden de oyuncular alıyoruz. Ezber yapmadan, kısa bir metni karttan okuyarak oynuyorlar ama oynadıkları karakterler ve söyledikleri, oyunun akışı için çok önemli oluyor, hikâye onlardan sonra tamamen başka bir boyuta geçiyor.
Willard Huntington iyi bir polisiye roman ya da film için yirmi kural ileri sürüyor. Selin Atasoy’a göre polisiye hikâyelerin olmazsa olmazı nedir?
Benim için tek kural var: Seyircini, okuyucunu aptal yerine koyma ve ona saygı duy.
Yazdığınız hikâyelerde nasıl karakterler sizi daha fazla etkiliyor?
Psikolojik sorunları olanlar, seri katiller ya da içimizde yaşayan ama potansiyelini tahmin edemediğimiz sıradan karakterler…
Bugüne kadar bin altı yüze yakın karakter yazdım; bunlardan yarısı, düşünün ki yaklaşık sekiz yüz tanesi, cinayet işleme potansiyeli olan kişilerdi. Hayatımda da, televizyon ya da tiyatro seyircisi ile buluşmuş yüz küsur tane katil var. Kimi çok çaresiz, kimi çok soğukkanlı, kimi psikosomatik bir hastalıktan mustarip… Tabii bunlar gerçek insanlar değil, bu karakterler benim beynimin üretimleri. Hiçbiri gerçekten yaşamamış; ama o kişilerde tabii ki her gün karşımıza çıkan gerçek suç hikâyelerinden ya da yazdığım günün sabahı kahve içerken yan masamda oturan kişilerden izler var. Hiçbir zaman birebir gerçek suç hikâyeleri yazmayı kabul etmedim. Etik olarak buna karşıyım. Yazarsam, o olaydan etkilenmiş herkese ihanet edecekmişim gibi geliyor.
İzleyici tepkileri nasıl?
Kanıt’tan farklı olarak ECK, cinayeti tamamen unutacağınız ve insan ilişkilerine odaklanacağınız eğlenceli bir format sunuyor. Oyunların tanıtımı için “Gizem ve kahkaha bir arada” diyoruz. Seyirci bireysel olarak bir çözüme gidemiyor, masalar halinde çalışmaları lazım. Yıllardır değişmeyen tek bir şey var; oyun biter ve seyircilerimizin büyük bir kısmı hemen gitmez, çünkü beklenmedik bir şekilde sanki birimizin evine gelmişiz gibi sohbet devam eder. Masalar birleştirilir, muhabbet başlar. Bugüne kadar onlarca kez seyircilerimizle sabahlamışızdır, oyunun tüm yorgunluğundan sonra bu saatler hepimize terapi gibi geliyor bence.
Oyunda Okan Bayülgen’i de yönetmen ve sunucu olarak görüyoruz. Birlikte çalışmak nasıl? Hikâyeye katkıları oldu mu?
Okan inanılmaz bir “çete arkadaşı”. Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’na kadar hep yalnız yazmayı tercih ettim; tabii ki beraber çalıştığım çok başarılı ekipler vardı ama günün sonunda bilgisayarın karşısında tek kalıyordum. Sonra, ilk defa deneyeceğim tiyatro yazma sürecinde, Okan’ın hayran olduğum derin tiyatro bilgisine sığındım. Twist’leri olan bir hikâye kurgusu yaratmak, bildiğim bir şeydi ama daha fazlasına ihtiyacım vardı. Okan’ın varlığı bana çok iyi geldi. Yaratıcı süreçte hem bu kadar kavga edip, hem de bu kadar çok anlaştığım biri ile daha önce hiç çalışmamıştım.
İzleyiciler katili kolay bulabiliyor mu? Oyun içerisinde katili bulmak için serpiştirdiğiniz ipuçları var mı? Bu tarz hikâyelerde izleyiciler olayı çözmek için nelere odaklanmalı?
ECK oyunları kolay oyunlar değil, bunu kabul ediyorum. Çok detay, çok twist var; üstelik bir de 360 derece oynandığı için seyirci bir tarafa bakarken diğer tarafta başka bir şey olabiliyor ama oyunun içine, seyirciye oradaki delillere dikkat etmesini işaret eden müzik sinyalleri entegre ettik, ayrıca oyun interaktif olduğu için oyuncularla sürekli etkileşim halindeler. Oyunun finalini oynamadan önce masalara formlar dağıtılıyor. Bu formlarda katilin kim olduğu sorusunun yanı sıra iki ya da üç tane, oyunla ilgili dikkat sorusu var. Tamamını doğru bilen ekipler kazanmış oluyorlar.
Şu ana kadar bir cinayetin çözülmesini sağlayan ve sizi en çok şaşırtan ipucu neydi?
Bir saç kepeğinden elde edilen DNA ve böylelikle bir suçlunun teşhis edilebilme ihtimali.
Bu türde senaryo yazarken özellikle dikkat ettiğiniz, asla yer vermem dediğiniz etik kurallar var mı?
Terör, dini inançlar ve tetikleyici bir unsur olduğu için intihar hakkında yazmıyorum. Seyircimin zekâsına saygı duyuyorum, gereksiz duygu sömürülerinden ve ajitasyonlardan uzak durmaya çalışıyorum. Çok araştırıp, okuyup yalnızca bilimsel dayanağı olan deliller yazıyorum.
Gerilim, polisiye, korku hatta komedi… Oyunda bunları bir araya getirmenin bir matematiği var mı? Türk izleyici en çok neyi görmeyi bekliyor?
Yazarken “Türk seyircisi ne ister?” diye düşünmüyorum, “Ben ne isterdim?” diye düşünüyorum. Sonuçta hepimiz bir değil miyiz? İnsanız; benzer şeylere üzülüyor, benzer şeylere seviniyoruz, sevdiğimize bir şey olunca hepimizin canı yanıyor. Hepimiz çocukken aynı şekilde masum ve korumasızız, sonra bu canavar dünya hepimizi başka bir tarafa savuruyor ama özümüzde aynıyız. Zaten mühim olan da ara ara kendimize bunu hatırlatmak.
Ankara seyircisine bir mesajınız var mı?
Uzun zamandır buluşmayı bekliyorduk. Bunu organize eden Pasion Turca ekibine ve Bilkent Otel ve Konferans Merkezi’ne teşekkür ediyoruz. Misafirlerimizi oyun gecesi 1990’ların sonuna ışınlamaya geliyoruz. Bu bizim için bir performans değil, daha çok bir buluşma; birlikte kendimizi iyi hissedeceğimiz, Okan’ın oyunların öncesinde hep dediği gibi tiyatro çatısı altında “diz dize, biz bize” geçireceğimiz birkaç güzel saat.