Atina’ya Zorlu Seyir
Yol yine uzun, hava yine sert! Dönüşü yok, yola devam… Rota Astypalaia, diğer bir değişle İstanbulya.
Yolculuk Başlasın
Gözlerimizi sabah dört buçukta Nisyros’ta açıp, beşte vira bismillah diyoruz. Sabahın erken saatlerinde, gece kalan rüzgarı takiben, denizin sakinliğinden istifade edebilmek için erkenden yola çıkıyoruz. Birer fincan sıcak çay, küçük birer sandviç oluyor kahvaltımız. Can yeleklerimiz üzerimizde. Ada iskelemizde, ana yelkenimiz açık, kısa bir süreliğine motor yelken, hemen akabinde tam arma açılmış yelkenler ve kapanmış motor ile yola devam ediyoruz. Şahbaz önde, White Caps arkada, bomboş denizde 50 mili devirmeye çalışıyoruz.
Yine Sert Dalgalarla Savaşıyoruz
Saatler ilerledikçe rüzgar artmaya başlıyor. 15, 17, 19, 21 knot (deniz mili)… O arttıkça biz yelkenleri küçültüyor, camadan vuruyoruz. Kos Adası’nı sancak kıç omuzluğumuzda bıraktığımızda dar apazdan gelen rüzgarın dalgası iyiden iyiye büyümüş, zaman zaman 3 metreyi buluyordu. Serpintiliğin arkasında kendimizce yarattığımız yaz ve kış köşelerinde tuzlu sudan kaçmaya çalışıyoruz. Rüzgar üstünde kalanlar kış, rüzgar altındakiler ise yaz köşesindeler. Lakin hiç fark etmiyor, tekne dalgalara kafasını gömdükçe ya güverteden gelen sular ya da serpintiliğin üzerinden aşanlar hepimizi ıslatmaya yetiyor.
Adaya Yaklaştıkça Rüzgar Hızı Artıyor
Adaya yaklaştıkça rüzgarın hızı 30’ları buluyor. Artık oto pilot devre dışı, Benhür dümende, sancak baş omuzluktan gelen dalgalarla baş etmeye çalışıyor. Hızımız 9,8’lere çıkıyor. Bir an evvel adanın saçak altına girmeye çalışıyoruz. Ada karşımızda, fakat bir türlü varamıyoruz. Birimiz sürekli pupadan White Caps’i takipte. “Biz böyle isek, acaba onlar ne durumda” diye düşünmeden edemiyoruz. Dakikalar sanki saatler olmuş, burnumuzun dibindeki adaya varamıyoruz! Aslında varıyoruz ama yediğimiz tokat ağır olunca vakit geçmek bilmiyor. Nihayet saçak altına giriyoruz. Lakin rüzgar 35’lere varıyor. Olsun, dalga yok ya, hızımız artar, biraz da bayılırız!
Varış limanımız adanın neredeyse en uç noktasında. Referans kitaplardan okuduğumuza göre tepeden inen sağanaklar rahatsız edebilir, dip yapısı kumluk olduğu için demir çok iyi tutmayabilir. Rüzgarın tepelerden ineceği aşikar. Biz çıpamıza güveniyoruz, serdik mi zinciri 45 metre, işlem tamam. Ne de iyi niyetli düşünüyormuşuz!
Livadi Limanı ve Koyun Plajı
Livadi Limanı, küçücük bir koy aslında. Mendireğin hemen arkasına demir atıp kıçtan kara yanaşılıyor. Hemen karşımızda ise Koyun Plajı. Seriyoruz demirimizi 45 metre, White Caps’i de yanaştırıp tertemiz sulara atıyoruz kendimizi. Zaten ancak öyle soğuk bir su bizi kendimize getirirdi. Benhür ve Veli Ağabey istirahatte. Biz ise plajda keyifte. Plajı çevreleyen üst yolda kafe-restoranlar, fırın ve ufak tefek dükkanlar mevcut. Ara ara şiddetlenen rüzgarı kimse umursamıyor. Ne de olsa tekneleri bağlamış, ayaklarımızı karaya basmışız! Tekne sahibi olunca bu durum pek geçerli olmuyor tabii. Benhür’ün yanına tekneye gidiyorum. İyi ki de gitmişim, tepeden indiren kuvvetli bir sağanakta White Caps demir tarıyor ve kıçını beton iskeleye dayıyor. Bir taraftan “Veli Ağabeeeey” diye bağırıyor, bir taraftan tekneye atlıyor ve motoru çalıştırıyorum. Benhür karada halatımızı almak üzere bekliyor. Veli Ağabey sersemlemiş bir vaziyette kamaradan çıkıyor ve tabi hemen ayılıyor. Demiri topluyor, yeniden seriyoruz ama bu sefer daha uzak mesafeden. İlk denememizde zincir kısa kalıyor. Tekrar çıkıyor, tekrar seriyoruz. Bu sefer tamam, zaten zincirin tamamını atıyoruz.
Bağlandığımızda bir bakıyorum Şahbaz da aynı durumda. Benhür motoru çalıştırmış, bizi bekliyor. Veli Ağabey’le atlıyoruz bizim kıza. 65 metre seriyoruz tarıyor, bir daha deniyoruz yine tarıyor. Rüzgar durulacağına arttığı için bir şeyler yapmamız şart. Zihni sinir projeler devreye giriyor! Demonte şeklindeki yedek çapa portuçtan (teknenin oturma bölümünde bulunan dolapları) çıkar. Monte edilir, 2 metre uzunluğundaki bir halat ile asıl çapaya bağlanır. Kısaca, atarken aynı anda iki çapa atacağız. Ben ırgatla ana çapayı suya indirirken, Veli Ağabey elindeki demiri atıveriyor. İlk denemede karadan uzakta kalıyoruz, zincir yetmiyor. Tekrar topluyor, atıyoruz. Bu sefer karaya 3 metre uzak kalınca kısa dokunuşlarla zincirin tamamını kullanmak istiyoruz. Ancak ırgatın azizliğine uğruyoruz! Zincirin tamamı suya akıyor, son 5 metredeki halata kalıyoruz. Böyle de bırakılmaz. Veli Ağabeyle asılıyoruz halata, ta ki zinciri yeniden ırgata takana kadar. Karadan biraz uzak ama emniyetteyiz. White Caps’ten baştan bir halat alıp, Şahbaz’a bağlıyoruz. Giriş çıkışlar White Caps’ten!
Mucizevi Astypalaia
Birbirine dar bir geçitle bağlanmış iki dağdan oluşuyor Astypalaia. Bu dar geçit eski zamanda Roma donanmasına barınak olmuş. Çok girintili çıkıntılı bir kıyıya sahip. Tarihine bakacak olursak Astipalaia, Milattan Önce 1400’den önce bir olasılıkla Giritliler’in elindeymiş. Daha sonra, Doğu Peloponnesos’taki (Argolis) Epidauros’tan gelen Dorlar’ın kolonisi olmuş. Adada bugün kullanılan lehçe de Argolis kökenliymiş. Ardından sırasıyla Atina, Makedonya ve Mısır’a bağlanan Astipalaia, Roma döneminde büyük ölçüde bağımsız kalmış. Milattan Sonra 1207-1522 arasında bir Venedik ailesince yönetilmiş. 1522’de Osmanlılar’ın eline geçmiş, 1648-68 ve 1821-28 dönemleri dışında, 1912’deki İtalyan işgaline değin Osmanlı yönetiminde kalmış. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a verilmiş.