Dakka Şaşma Dakka
Sabah kliniğe gelir gelmez gittiğini öğrendim Ali’nin. Dosya toplantısına girdim; hiç kelimesiz, aklım onda. Telefon açmaya bile cesaret edemedim
annesine, ama huzursuzdum bir yandan.
Toplantı biter bitmez telefona sarıldım. Ucunda annesi: “Oğlum seni çok severdi, Cenk Abisi, oğlumu uğurlamaya gel” deyiverdi. Gidilir miydi? Duruşum kalır mıydı, bir psikolog olarak? Üstün Dökmen’ e sormuştum bir keresinde.”Çok seviyorum bu çocukları ben, etik değil, ama ağabeyleri oluyorum, böyle öğretmediler biliyorum”, diye…”Batılılar da gönlü ihmal ediyorlar ama” demişti hocam. Psikologsun, şöylesin, etiksin, değilsin hepsi manasızdı o anda. Ali’m gitmişti. Uğurlamaz mıydım Ali’mi?
Klinikteki çocuklarımdan İlke ve Naz’ın babalarıyla cenaze için yola çıktık. İlke’nin babası arabayı kullanırken acıyı tarif ediyordu. Naz’ın babası ve benim ağzımı bıçak açmıyordu, kaskatı.
Camiyi bulduk. Sessizce girdik kalabalığın arasına. Annesinin yakınları: “Bak, Cenk Ağabeyi geldi” diyorlardı. Aralarından biri, “Mustafa’ya moral ver Cenk Bey” deyiverdi.
Bir köy kahvesi gibi; demlenen çayın da bulunduğu bir mekandaydı babası. Sandalyeye oturmuştu. Çevresini sarmışlardı. Aslında sandalyeye oturmamış, sandalyeye yıkılmıştı baba. Beni görünce sımsıkı sarıldı. Sağlam durdum aklım sıra. Güçlü durdum. Sözde psikolog…
Sarılıp taa içime “Güvercinim gitti” dedi. Sımsıkı sarılıp, bıraktım hıçkıra hıçkıra ağlayarak kendimi. Bir köşede annesi, bekler gibiydi beni. Çevresinde başlarını örtmüş hanımlar. Ellerinde mendiller…
Yanına yaklaşırken, etrafındakiler “Bak, Cenk ağabeyi gelmiş” diyorlardı. Sarıldım yine sımsıkı, ağlayarak. “Geldin mi, Cenk ağabeyi, geldin mi” diye ağlıyordu. “Gelmez miyim” deyip kısık bir sesle bıraktım kendimi yine, ağlıyorduk Ali’mize…
Sessizce takip edip diğerlerini ve camiye girdim. Ayakkabımı çıkarmalar, caminin içindeki halının kokusu, karanlığı, rutubeti, ikindi namazı. Yanımdakilerle namazı kılarken, hayır diyordu bir yanım, eğilmeyeceğim, etmeyeceğim dualarından, namazların… Duaların ortasında içimden hızlı hızlı “Senin için buradayım, Ali, seni yürekten sevdim” diyordum.
Gözümden yaşlar süzülerek bahçesine çıktım caminin avlusuna…
Cenaze namazı için, boşlukta gibi, kesseler kanım akmaz bir ruhsuzlukla katıldım namazına.
İmam, “Her canlı ölümü tadacaktır, ölümün şerbetinden içecektir diyor ayette” diye belirtti soğuk gerçeği. Mekanı cennet bahçesi olsunmuş. “Olmama ihtimali var mı?”, dedi içim ama yabancılaştım, dağıldık, dağıldım. Tabut taşındı, cenaze arabasına, mezara götürüldü Ali’m. Naz’ın babasına sordum: “Tabutu sevsem, günah mıdır?” Sustuk. Tabutunu sevdim. Yeşil örtüsüne de yazmışlar. Yine o ayetten 57. veya bilemediğim kaçıncı olanından, soğuk gerçekten tek ezberi:“Her canlı ölümü tadacaktır”…
Naz’ın babası, İlke’nin babası hiç kelimesiz bindik yine arabaya. Yolda hiç fark etmezdi nereye gittiğim… İlke’nin babası: “Cenk Bey, geç oldu nereye gideceksiniz?” diye sordu. Tekrar hastaneye dönmek, ya da evime gitmek. Hiçbiri fark etmezdi. “Hele oraya bir gidelim, ben eve dönerim” dedim. Telaşım yoktu ki. Hem hayatın kuru gürültüsü, telaşı ne içindi?
Bu küskünlük içindeyken, telefonumu açtım ve peşi sıra çaldı telefonum.
Üç yaşındaki büyük aşklarımdan Arda’nın annesiydi, telefondaki. Arda günlerdir bana küstü. Boynuma atlayan, hastaneye geldiğinde evde yediği kavurmanın bir kısmını bile benim için ayıran Arda… Onu çok sevdiğimi bilen ve çok sevdiğim halde elimde sihirli bir değnekle onu neden tamamen iyileştiremediğimi anlayamayan ve buna içerleyen Arda… Meğer bugün şokella yemiş ve o sırada dişlerinin çok komik olduğunu bana da göstermek istemiş. Beni istemiş yanına… Telefona verdi annesi. Bana sevgi dolu anlatıyordu neler yediğini… “Bir şey ister misin” diye sordum. “Beraber çay içelim” dedi. Üç yaşındaki Arda, benimle tam da hayata küstüğüm anda barışan Arda, beni hayatla barıştıran Arda…
Arabadakilere “İsterseniz bir çay ısmarlayayım” dedim. Telefondaki Arda’mın beni yanına çağırdığını, dinletmiştim onlara… “Ölüm en büyük gerçekti, hayattayken diğer sevdiklerinin kıymetini bil o zaman” diyordu içim… Zaman acımaz.
Hastaneye geldik, hemen Arda’nın odasına gittim. Yanağını okşayarak konuştum onunla… Diğer güzellerim Neval Hemşire’nin yanında toplanmışlardı. Hepsi heyecanla Neval Hemşire’nin hazırladığı reçelli ekmekleri yiyorlardı ve bayram havası vardı odada. Bir reçelli ekmek, bir de kocaman çocuk şenliği…
Beş yaşındaki Meryem sordu bana: “Bugün niye oyun odasını açmadın, niye yoktun?” okşayarak başını özür diledim. “Dışarıda toplantıdaydım, yarın telafi edeceğiz” dedim. Affetti beni Meryem… Bir kahve alıp, mutfağa geçtim. Mutfak terapisi… Arda’nın annesi, Neval Hemşire, Ayşen Hemşire ve İlke’nin annesi hepsi gözümün içine bakıyorlardı sanki. Onlar da çok sevdikleri Ali’nin son yolculuğunu duymak istiyorlardı, besbelli. Paylaştık, sustuk, paylaştık ve yine sustuk…
Küskün çıkarken yolculuğundan, Arda’nın telefonunun beni nasıl mutlu ettiğini de anlattım. Meğer annesi, Arda nasıl olsa uyur diye kandırmak istemiş Arda’yı. Telefon konuşmasından sonra benim gelip gelemeyeceğimi sormuş Arda. Annesi de “Eve gitmiş, yorulmuş, gelecek” deyivermiş. Ben de gelecekmişim meğer. Bir huzur almaya gelmişim, onun sevgisinden. Arada, “Naz’la reçelli ekmeği önce kim yiyecek?” yarışmamız da olacakmış meğer.
Naz çok hasta olduğu zamanlarda da beni isterdi hep yanına… Bir yandan da “iğrenç” deyişine bayıldığımı bildiği için, zor konuşabildiği zamanlarda da, gözleri gülümseyip, “iğrenç” deyiveriyordu. “Naz iyi şimdi neyse ki”. Hastaneden çıkarken, “Duvardaki elişi kağıdından yapılmış balık nasıl?” diye sordum. Gülümseyerek “İğrenç” dedi. İğrenç sert hayat. Ama içim gülümsüyor her sevdiğime bakınca, inadına inadına. Tek numarası ölüm hayatın. Ömer Hayyam’ı düşünüyorum; “Dakka şaşma, dakka şaşma”…
Ali’m bir taneydi ama Arda’nın, Naz’ın ve her sevdiğimin kıymetini bileceğim. Dakka şaşmayacağım, biliyorum. Mutfakta masanın üstünde, deriden bir makası vardı Ali’nin… “Bunu ne yapacağız?” demişti, Neval Hemşire. “Alırım”, dedim. “İsterse annesine veririm, ya da bende saklarım”. Cebime atıp, çıktım hastaneden. Ali’nin makası cebime, acısı içime, güzel anısı gönlüme… Şimdi bir güzel çorba içmeye… Dakka şaşma, dakka…
Onkoloji notları 2