Behzat Ç. Ankara’dır… Amirim’dir… Adamın Dibidir…
Ankara demek gri demek, Ayasofya, Galata Kulesi, Nişantaşı, Balat manzarası yerine Kale, Lunapark, Hitit Heykeli, Tunalı Hilmi, Kızılay, Atakule demek. İçtenlik, samimiyet, kalbindeki çocuktan vazgeçmemek, birbirini kollamak, mahcubiyet, sorumluluk, arkadaşlık, kalplerin hep birbirine karşı olduğu bir memleket demek…
Biz Ankaralılar’ın en çok duyduğu laftır İstanbullular’dan, “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü sevdiklerini” bastıra bastıra mizahi anlamda çok boş açıklayan, “Hani şu şaire sormuşlar” geyiği… Yukarıda saydığım sıfatlardan çok uzak olan bu şehre duyulan özlemin bizlerde bıraktığı tepki ise “vah vah vah”!!!
Dizi yeni yayın döneminde saat 23:00’e alındı ve süresi 90 dakikadan 65 dakikaya düşürüldü diye haberler çıkınca, başta sosyal medya olmak üzere, dizinin izleyici kitlesi ve birçok basın mensubu konuyu tekrar gündeme getirdi. Yani asıl soru… “Hayırdır agalar? Bir problem mi var?”
Başta Behzat olmak üzere Savcı Esra’sından tut, Harun, Hayalet, Akbaba, Eda, Cevdet… Hepsi o kadar Ankara’nın kendisi ki… O kadar cuk oturmuşlar ki senaryonun boşluklarına, bir Ankaralı olarak ne Kız Kulesi manzarasına takılmak istiyorsun, ne de o salaş gecekondu evleri yerine Sarıyer yalılarını arıyor gözlerin. Bütün bu parçalar birleşince de dizide bayık aşk hikayeleri yerine, gerçek kişileri izlemek için bir sonraki pazara kadar resmen dakika sayıyorsun!
Karakter Doğallığı
Adam o kadar gerçek ki sevdiği kadın (Bahar) evlenme teklifini kabul etmeyip, “Biz senle mutsuz oluruz” dediğinde; “Herkes mutlu olmak mı zorunda? Biz de mutsuz olalım.” diyecek kadar coşkulu ve içten, sevdiği kadın için. “Zaten bir kadın sevmiyorsa, seviyorum demez. Sevdiği zaman sevmiyorum dediği olmuştur ama o konuyu kafana takma sen.” diyecek kadar babacan “Ben iyi bir adam olamadım ama kimsenin adamı da olmadım .” diyecek kadar da poz yapmayan bir adam Behzat Ç. Adam hırçın, adam kavgacı, adam alkolik evet ama Allah muhafaza adamın başından geçenlerin 1/10’i herhangi bir insanoğlunun başına gelse Balıklı Rum’un müdavimleri belli olurdu. Bir evladı diğer evladının katili olan bir baba O ve bu adamın içtiği sigarayı dumanlamak, aldığı alkol miktarını saymak ise sadece çok şekilci ve gerçek Ankaralı gelmiyor insana.
Adam inadına yaşama tutunan, inadına iyi bir adam. Öyle “Adını bilmem ne koydum”, “Şunun bunun şuçu”, “Zaman bir geçti pir geçti” dizilerindeki replikler gibi zaman öldürüp parayı cebe atmayan, ağdalı sözler yerine kendisini sevdirme, ispatlama kaygısı gütmeyen bir karakteri canlandırıyor Erdal Beşikçioğlu. Rol kesmiyor, tam gaz ajitasyon devam etmiyor, amcasının karısı ile beraber olmuyor… O asık ve derin çizgili yüzün ardında bir bölüm boyunca, bir tek kelime etmeden 90 dakika “rol” yapabilen bir adam. Kendisi ile meşgul, öz ve değer bilen bir karakter Behzat Ç.
Her şeye Rağmen!
Niye biz bu kadar bağrımıza bastık bu adamı peki? Ben oturdum neden tıklatıyorum klavyeyi bu adam için? Adamın griliği, asabiyeti, samimiyeti ve mahcubiyeti 35 yıllık beni ve bir sürü gerçek Ankaralı’yı, ilk satırlarımdaki sıfatları kendinde derleyip, toplayıp önümüze sunduğu için olabilir mi?
Bir Ankaralı olmak işte böyle bir şey. İnsanın sevdiği mekanın adının illaki İstanbul, Paris, San Diego, Sicilya veya Hindistan olması gerekmiyor o geyiğe devam için. Erdemler ve etik değerler nerede yaşıyorsa o yol işte doğru yoldur diyorum. “Belki de Ankara’nın yabancısına batıyor bu içtenliğimiz, dimdik duruşumuz.” diyerek son noktayı koyuyorum. Allah’tan hiçbirimizi benliğimizden ve 90 dakikalık özgürlüğümüzden ayırmamasını diliyorum…
İçten Sonbaharlar herkese…