Uzak Doğu Ve Batının Muhteşem Sentezi Hong Kong
Hong Kong, dünyanın en eski uygarlığı olan Çin’in kültürü üzerine, bir yüzyıl boyunca İngiliz yönetiminin vurduğu damganın etkilerini, her metrekarede hissedebileceğiniz bir dünya harikası. Bizim kültürümüzle kıyaslayınca son derece farklı, bambaşka bir dünyaya gitmiş gibi hissedeceksiniz. 1997’de biten İngiliz yönetiminden sonra, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özel bir yönetim bölgesi haline gelmiş olan Hong Kong, aynı zamanda dünyanın en büyük finans, ticaret ve turizm merkezidir. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından gelmiş ticaret ve finans insanlarının, kendi dil, din ve kültürlerini rahatça yaşatabildikleri, bir dünya metropolüdür.
11 saatlik bir uçuş sonrası, uçağınız şehre doğru alçalırken, yedi milyonluk nüfusun bu küçücük adalar topluluğuna nasıl sığdığını merak ediyorsunuz. ”Gökdelenler şehri” de diyebileceğimiz Hong Kong’un, resmi dili Çince ve İngilizce olduğu için, rahatlıkla tek başınıza keşfedebileceğiniz bir yer.
Hong Kong, Kowloon, Lantau ve Hong Kong Adası olarak 3 bölgeye ayrılmış. Denizin altından tüneller, üzerinden köprülerle yüzlerce kez birbirine bağlanmış. Son derece gelişmiş alt yapısı ve kullanmakta hiç zorluk çekmeyeceğiniz metrosu, soldan işleyen trafiği oldukça rahatlatmış.
Nüfusun çoğu Çinli ve büyük kısmı Budist olduğu için, irili ufaklı pek çok tapınağa rastlamak mümkün. Wong Tai Sin Tapınağı, Man Mo Tapınağı, Po Lin Manastırı ve Che Kung Tapınağı bunların en ünlüleri.
Bana en ilginç gelen tapınaklardan biri Repulse Körfezi’nde (Repulse Bay) bulunan, Taoist tapınağı olan Kwun Yam Tapınağı oldu. Adanın en güzel manzarasına sahip bu tapınağın en büyük 2 figürü, merhamet tanrıçası olan Kwun Yam ve denizlerin tanrıçası Tin Hau. 10 metrelik bu dev heykeller, hemen arkalarında bulunan ultra modern gökdelenlerle oldukça ilginç bir kontrast oluşturuyor. Yığınlar halinde yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan tapınağın Çin mitoloji karakterlerinden oluşan rengarenk mozaik heykellerinin, ziyaretçilerine iyi şans ve mucizeler getirdiğine inanılıyor. Heykeller dışında, kumsalın hemen yanı başında olan kırmızı renkli ”Hayırlı Uzun Hayat Köprüsü”nden (Longevity Bridge) geçtiğinizde hayatınıza 3 gün daha ekleneceğine inanılıyor. Üzerinde Çin gravürlerinin işlenmiş olduğu kayaya kırmızı kurdele bağladığınızda ise ruh eşinizi buluyorsunuz. Tombul Buddha heykellerinin göbeğini okşayan kalabalığı görünce şaşırmayın. Çünkü bunun da iyi şans ve para getirdiğine inanılıyor. Yani görselliği bir kenara bıraksak bile tüm bunlar için burayı ziyaret etmeye değer 🙂
‘Tian Tan Buddha” (veya Büyük Buddha-Big Buddha) ise benim için Hong Kong’daki en özel yer. Lantau adasındaki 34 metrelik dev heykel dünyanın en büyük Buddha heykellerinden biri. Buraya gelmek için yerden metrelerce yükseklikteki Ngong Ping 360 adı verilen teleferiğe biniyorsunuz. Yükseklik korkunuz yoksa biraz fark ödeyip zemini cam olan kabinlere binerseniz 5.7 kilometrelik (yaklaşık yarım saat sürüyor) tırmanışı inanılmaz güzellikteki manzaralarla hiç farketmeden bitiriveriyorsunuz. Sırt çantalarıyla yürüyerek tırmananlar da vardı bu mesafeyi ama bence enerjinizi Buddha’nın yanına ulaşmak için çıkacağınız 268 merdivene saklayın. Ben yağmurlu bir günde gittiğim için sislerin arasından bir anda beliren bu muazzam heykeli ilk gördüğüm anı hiç unutamıyorum…
Teleferikten inip heykele doğru yürürken içinden geçilen Ngong Ping Village ise çok hoş hediyelik eşya satan minik dükkanlar ve güzel cafelerin olduğu sevimli bir köy. Buraya gelmişken Po Lin Manastırı‘na da uğramayı ihmal etmeyin. Teleferikte epey sıra bekleyeceğinizi hesaba katarak gezinizi planlamanızı tavsiye ederim. Eğer turla giderseniz tur şirketlerinin buraya uğramadıklarını belirteyim. (Turdan ayrılıp metro ile buraya gitmeniz çok kolay). Ama Big Buddha’yı görmeden Hong Kong’u görmüş sayılmazsınız, bana göre:-)
Hong Kong’un diğer olmazsa olmazı ”Victoria Tepesi” (Victoria Peak), ismini İngiltere Kraliçesi Victoria’dan almış. Gün batarken de nefes kesici bir manzarası olan bu tepe hiç tartışmasız her saatte Hong Kong’un en büyüleyici yeri. Denizin hemen yanından yükselen dik yamaçların üzerindeki sayısız gökdelene bulutların üzerinden bakıyorsunuz. Bütün ünlüler, siyasetçiler ve zenginler burayı tercih ettiği için Hong Kong’un en güzel ve pahalı evleri burada.. Meraklıları için Madame Tussauds Müzesi‘de burada..
Aberdeen Balıkçı Barınağı, gökdelenleri denizden seyretmek için ideal. Burada bulunan irili ufaklı yüzlerce tekne aynı zamanda balıkçıların evleri. Teknelerden birine binip kısa bir deniz turu yaparsanız modern gökdelenlerin geleneksel balıkçı evleriyle oluşturduğu müthiş kontrasta tanık olabilirsiniz.
”A Symphony of Lights” adı verilen dünyanın en büyük ses ve ışık gösterisini seyretmek için en iyi alternatif; tekne turu. Aynı zamanda yemekli olan bu tekneler, körfezin iki ucu arasında gidip gelirken bir yandan yemeğinizi yiyip, diğer yandan karşılıklı iki kıyıdaki şovu da rahatça izleme imkanı buluyorsunuz.
Geceler ışıl ışıl sokaklarla bambaşka bir hale bürünüyor. Gecenin hangi saati olursa olsun oldukça güvenli. 24 saat yaşayan bu şehirde tek dikkat etmeniz gereken şey, gecenin ilerleyen saatlerine rağmen, sokaklardaki kalabalık azalmadığı için, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamak ve oteliniz diğer bölgedeyse, taksilerin belli bir saatten sonra farklı bölgelere gitmemeleri.
Gece manzarasını seyretmek için Ritz Carlton Oteli‘nin 118. katında bulunan Ozone Bar‘a mutlaka gitmenizi öneririm. Bilim kurgu film setlerini andıran girişi ve şık tasarımıyla bu bar dünyanın en güzel manzarasını ayaklarınızın altına seriyor. Aşağı inerken 102. Kattaki Lounge Bar’a da uğramalısınız. Metrelerce yükseklikteki kristallerden yapılmış şömine bacasını görmeden geçmeyin.
Yine gece manzarasıyla sizi de büyüleyeceğini düşündüğüm, Peninsula Hotel‘in 28. katındaki Felix ise Philippe Starck tarafından tasarlanmış oldukça popüler bir bar. Yine Starck tasarımı olan tuvaletlerinin bile manzarası muhteşem.
Hong Kong’da binaların plan ve tasarımına mimarlar ve mühendisler kadar Feng Shui ustaları da dahil oluyor. Eski bir Çin öğretisi olan Feng Shui, objeleri ve binaları iyi şans getirmesi için doğayla uyum içinde konumlandırma, ve doğada var olan yaşam enerjisini yaşanılan mekanlarda harekete geçirme yöntemidir. Binaların tasarımından oryantasyonuna, girişinin pozisyonundan mobilyalarına kadar her şey titizlikle Feng Shui’ye göre tasarlanıyor. Dev gökdelenlerin ortasında kocaman delikler bırakılıyor. İnşaat sırasında şirketler Feng Shui uzmanlarına bütçelerinden önemli bir kısım ayırıyorlar.
Zaten Hong Kong’un, dağları arkasına almış, yüzü denize dönük pozisyonuyla coğrafi konumu da Feng Shui prensiplerine oldukça uygun. Efsaneye göre bu dağlar pozitif enerji ve güç enerjisi taşıyan ejderhalara ev sahipliği yapıyor. Ve ejderhalar su içmek için denize gidip geldiğinde bu iyi enerjinin tüm Hong Kong’a aktığına inanılıyor. Ejderhaların denize ulaşmasını engellememek için kıyı şeridindeki tüm gökdelenlerin ortasında büyük bir boşluk alan bırakılıyor. Böylelikle pozitif enerji rüzgarı tüm Hong Kong’un içinden geçmiş oluyor. Bu yüzden de bu boşluk alanlar Ejderha Deliği (Dragon Hole) olarak adlandırılıyor.
Hong Kong’un son yıllardaki önemli yükselişinin, Feng Shui prensiplerine göre inşa edilen yapıların sayesinde olduğuna inanılıyor.
Alışveriş canavarları için en doğru adres uçsuz bucaksız markalar cenneti olan Canton Road. Dünyaca ünlü markaların en büyük mağazalarının yer aldığı bu cadde, Avrupa ve Amerika’dakilerle kıyas edilemez büyüklükte ve şıklıkta.
Alışverişçileri heyecanlandıracak diğer bir bölge ise Macau Adası. Uzakdoğu’nun Las Vegas’ı olarak da adlandırılan Macau 1999 tarihine kadar Portekiz sömürgesiydi. Bu tarihten sonra Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özel yönetim bölgesi olmuştur. Macau’ya Hong Kong’dan hızlı feribot ile geçilebiliyor. Kumara ve alışverişe özel bir düşkünlüğünüz yoksa, günübirlik bir gezi yeterli oluyor. Pasaportunuzu mutlaka yanınıza almanız lazım çünkü pasaport kontrol noktalarından geçiyorsunuz. Buradaki feribotlar dalga durumu ne olursa olsun hız kesmiyorlar. Ara ara oturduğumuz koltuktan havalanarak tamamladığımız feribot yolcuğu James Bond filmlerini aratmadı…Siz de kesekağıdı, yedek kıyafet gibi önlemlerinizi alın…
Adayı ilk keşfedenler Portekiz’liler oldukları için Macau şehir merkezi, Portekiz mimarisinin özelliklerini taşıyor. Adanın en önemli turist atraksiyonlarından birisi, merdivenleri çıkarak ulaşılan, sadece ön cephesi ayakta kalabilmiş St. Paul Kilisesi. (Ruins of St. Paul’s) Geri kalan bölümleri 19. yüzyılda bir yangında yıkılmış. Zamanınız olursa Macau’ya adını veren ‘‘A-ma Temple”ı mutlaka görün. Macau’daki en eski Taoist tapınaklarından biri olan A-ma Tapınağı, tütsü dumanlarının arasından, adak olarak sunulan rengarenk çiçeklerin fışkırdığı, sütunlarının içinde yüzlerce minik buda heykelciği olan, fotoğraf severler için tam bir cennet.
Macau adası, Çin’de kumar oynamanın yasal olduğu tek yer olduğu için burada dönen paranın Las Vegas’takinden bile fazla olduğu söyleniyor. Bu arada Las Vegas’taki ünlü otel zincirlerinin birebir kopyalarının burada da olduğunu belirteyim. Otellerin alışveriş merkezileri Vegas’takilerden daha yeni ve inanılmaz büyük.
Hong Kong mutfağı başlı başına ayrı bir yazı olabileceği için çok kısaca özetlemek isterim. Yaklaşık 30.000 restoranın yer aldığı Hong Kong’da, Michelin yıldızlı pek çok restoranın bulunduğunu da ekleyeyim. Çin yemeklerini sevmiyorsanız hiç merak etmeyin, sizi mutlu edecek dünya mutfağından pek çok seçenek mevcut. Ama benim gibi uzak doğu mutfağını sevenlerdenseniz cennete düştünüz diyebilirim. Ben bildiğim ve bilmediğim her şeyden denedim ve gayet memnun kaldım. Ama size bir tavsiye; bilmediğiniz şeyleri denerken kendinizi akışa bırakın ve sevdiyseniz içinde ne olduğunu hiç sormayın 🙂 Dim Sum, Pekin ördeği, Rou Jia Mo, Siu Mei, Tong Sui, Yılan çorbası ve farklı noodle türlerini deneyebilirsiniz. Ama daha önce de belirttiğim gibi ”ne eti, hangi malzemeler kullanılmış” gibi fazla kurcalamayın..
Uzun süreli konaklayacaklar için Ocean Park, Disneyland, Ladies Market, Soho ve Nathan Road da gezilip görülecek yerler arasındadır.
Yeni rotalarda görüşmek üzere,