Sinan Ergin – Var Etmenin Gücü
Var etmenin gücünü keşfetmek isteyenler için içsel dönüşümün kapılarını aralayan Sinan Ergin; zihin, iç ses, hedefler ve yaşamın anlamı üzerine anlattıklarıyla MAG Okurlarını farkındalıkla buluşturuyor.
Var etmekle istemek arasındaki farkı nasıl tarif edersiniz? Pek çok insan yılbaşında dilek listeleri hazırlar ama çoğu şey hayal olarak kalır. Sizce bir dileğin gerçeğe dönüşmesi için insanın içinde ne değişmeli?
“İstemek”, dışarıda bir güce ya da şansa bağlı bir eylemdir. İnsan, bir şeyi arzular ama onu yaratacak gücü kendinde görmez. Oysa “var etmek”, içsel bir süreçtir. İnsanın kendi iç dünyasında, zihninde, enerjisinde ve niyetinde bir şeyi canlandırmasıdır. Yılbaşı dilekleri genellikle “keşke” ile başlar; “var etmek” ise “ben bunu yaratıyorum” bilinciyle hareket etmektir. Bir dileğin gerçeğe dönüşmesi için insanın önce kendi içindeki “eksiklik” algısını dönüştürmesi gerekir. Enerjisini dışarıda aramaktan vazgeçip, kendi içsel kaynağına yönelmeli, çünkü her şey önce içeride başlar. İstek, bir rüyadır; var etmek ise o rüyayı yaşamın dokusuna işlemektir.
Zihin neden hep “bir şey eksik” duygusuna sarılıyor?
Zihin, beş duyu aracılığıyla sürekli dış dünyayı tarar. Dışarıya bağımlı olduğu için hep daha fazlasını ister: Daha çok para, daha iyi bir ilişki, daha fazla takdir… Bu, zihnin doğasıdır. Ancak, bu arayış, gerçekte içsel bir boşluğun yansımasıdır. Zihin, içsel enerjiyle buluşamadığında kendini hep eksik hisseder. Bu eksiklik hissi, korkuyu besler; korku da düşünceyi. İnsan, kendi içsel tamlığını fark etmediği sürece bu döngü devam eder. Aslında hiçbir şey eksik değildir; sadece insan kendinden uzaklaşmıştır.
Sosyal medyanın bu kadar gürültülü olduğu bir çağda, insan kendi iç sesini nasıl duyabilir? Ya da daha doğrusu,
o sesin gerçekten kendisine mi ait olduğunu nasıl anlar?
Sosyal medya, dış dünyanın en yüksek sesle konuştuğu yerdir. İnsan, kendi iç sesini duyabilmek için önce dışarıyla olan bağını kesmeli. Bu, bir sessizlik pratiğiyle mümkün. Meditasyon, nefes egzersizleri ya da sadece bir süre kendiyle kalma anları… İç ses, gürültülü değil, sakin ve derinden akar. Eğer bir ses sizi korkutuyor, yargılıyor, sürekli bir şeyler “yapmanız” gerektiğini söylüyorsa, bu büyük ihtimalle zihninizin ya da toplumun sesidir. Gerçek iç ses ise size güç verir, bütün hissettirir ve sevgiyle konuşur.
Yeni yıla girerken çoğu insan “gerçekleriyle” yüzleşmekten korkuyor. Sizce insanlar kendi doğrularına nasıl yaklaşmalı ki o yüzleşme yıkıcı değil dönüştürücü olsun?
İnsanlar genellikle “gerçeklerle” değil, “korkularıyla” yüzleşmekten korkar. Gerçekler geçicidir; doğru ise kalıcıdır. Yüzleşmenin yıkıcı olmaması için kişinin kendini bir “gözlemci” olarak konumlandırması gerekir. Yargılamadan, suçlamadan, sadece fark etmek… “Bu benim hayatım ve ben bunu var ettim.” bilinci, yüzleşmeyi bir suçlama anından çıkarıp bir sorumluluk anına dönüştürür. Kendinizi olduğunuz gibi kabul ettiğinizde, değişim kendiliğinden ve acısız gelir.
Bir hedefin bizi büyüttüğünü ya da tüketeceğini nasıl anlarız?
Eğer bir hedef sizi korkuyla değil, tutkuyla harekete geçiriyorsa, sizi büyütür. Korku temelli hedefler, “Ya başaramazsam!”, “Ya yetersiz kalırsam?” düşünceleri enerjinizi tüketir. Tutku ise içinizden doğar, size enerji verir ve sizi besler. Hedefiniz sizi dışarıya bağımlı kılıyorsa, sürekli bir “olma” hâline itiyorsa, bu tüketir; ama içinizdeki “var olma” hâlini güçlendiriyorsa, işte o zaman büyütür. Kendinize şunu sorun: Bu hedef, bana daha çok ben mi hissettiriyor, yoksa daha çok başkalarına mı?
Sorumluluk, sevgi ve sahiplik duygularını “kutsal üçlü” olarak tanımlıyorsunuz. Bunlardan biri eksik olduğunda yaşamda ne bozuluyor?
Bu üçlü, birbirinden ayrılmaz. Sevgi olmadan sorumluluk, bir yüktür. Sorumluluk olmadan sevgi, yüzeysel kalır. Sahiplik olmadan da ne sevgi ne de sorumluluk kalıcı olur. Biri eksik olduğunda, ilişkilerde ve yaşamda bir “kopuş” başlar. İnsan, sevdiği şeyden sorumluluk duyar, sorumlu olduğu şeye sahip çıkar, sahip çıktığı şeyi sever. Bu bir döngüdür. Koptuğu yerde, yaşam mekanikleşir, anlam kaybolur ve insan kendi yarattığı dünyaya yabancılaşır.