Seçkin Pirim Soyut Formlar ve Kavramlar
Dünya çapında tanınan yapıtlarıyla Heykeltıraş Seçkin Pirim, eserlerinde kullandığı form ve malzemelere karar verişini, sanat anlayışını ve çağdaş sanatın geleceği hakkındaki düşüncelerini MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Sizi heykeltıraş olmaya yönlendiren etkenler nelerdi?
Ankara’da doğdum ama Kuzguncuk’ta dünyaya geldim derim hep. Altı aylıkken geldiğim Kuzguncuk aslında tüm sanatsal hayatımı belirleyen en önemli etken oldu. Birçok önemli heykeltıraşın, ressamın, mimarın, yazar ve şairlerin yaşadığı bir yer olan Kuzguncuk’taki sanatçı atölyelerine sekiz dokuz yaşlarında özenmekle başladı her şey. O yaşlardan itibaren güzel sanatlar lisesine girene kadar birçok atölyede çalıştım. Tüm bu farklı atölyelerde çalışmama rağmen hayalim hiç değişmedi. Tek isteğim gerçekten heykeltıraş olmaktı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde aldığınız eğitim, sanat anlayışınızı nasıl şekillendirdi?
Mimar Sinan Üniversitesi ve tabii ki Heykel Bölümü tek hayalimdi, çünkü yanında çalıştığım ustalarımın hepsi o zamanki adı ile akademidendi. Bu sebeple başka hiçbir üniversitenin sınavına başvurmadım, hatta üç bölüm sınavına girme hakkı olmasına rağmen ben üçüne de heykel yazmıştım. Usta çırak ilişkisi ile ilerleyen bir eğitim hayatım oldu orada. Sanat anlayışımı değiştiren aslında üniversitenin bana en güzel hediyesi olan Meriç Hızal’dı. Kendisi sanatsal anlamda beni o dönemde bir çıkmazdan çıkaran ve yolumu açan en önemli karakterlerden biridir.
Eserlerinizde geometrik formlar ve minimalizmi sıkça kullanıyorsunuz. Bu tercihinizin arkasında yatan ilham kaynakları nelerdir?
Tam olarak üniversite ikinci sınıfta soyut formlar ve kavramlarla uğraşmaya ve kafa yormaya başladım. İlk iki yıl işin daha çok plastik ve teknik kısımlarıyla uğraştım. Sonrasında özgün işler yapmaya başladığımda ve tabii ki etrafa, dünyaya, sanat tarihine baktığımda pek çok kafa karışıklığı yaşamaya başladım. “Üzgün ya da ağlayan bir büst yapmaktansa bu duyguyu tamamen soyut bir işle verebilir miyim?” sorusu beni çok heyecanlandırdı. Uçsuz bucaksız bir vaha gibiydi bu alan. Sonrasında hep bunun peşine düştüm. Biri soyut bir işimin karşısına geçip, bu ne kadar romantik bir iş diyebilir miydi ya da gerçekten karşısında ağlayabilir miydi? O an hissettiğim herhangi bir duyguyu soyut heykele aktardığımda izleyici benimle aynı anda bunu yakalayabilir miydi? Tüm bu sorular beni soyut işlerle karşı karşıya bıraktı o zamandan beri. Bu bahsettiğim, izleyici ile olan anları çeşitli sergilerimde yaşadım. Bu soruların cevaplarını almış olmak benim için tüm bu yılların ödülü gibiydi. İşin plastik açısından bakarsak, basit bir geometrik şekil olan kare ile yapılmış belki milyonlarca sanat eseri var yeryüzünde ama hâlâ kare ile yeni bir şeyler yapılabileceğini düşünmek bana çok heyecanlı geliyor.
Çalışmalarınızda pek çok farklı malzeme kullanıyorsunuz. Ahşap, metal, pleksi, kâğıt gibi malzemelerle çalışmanın getirdiği zorluklar ve avantajlar neler?
Heykel yapmanın bence en keyif verici kısımlarından biri birçok malzemeyle haşır neşir olmanız, tanışmanız. Bazen bir malzeme çıkar karşınıza ve o size iş yaptırır, bazen de siz kafanızdakini en doğru şekilde ortaya koyabilecek malzemenin peşine düşersiniz. Heyecanlı ama bir o kadar da dertli bir iş aslında. Yeni malzeme demek aynı zamanda bilmediğiniz bir malzemenin zorlukları ile boğuşmak demek. Biraz mühendis gibi düşünmek zorunda kaldığım anlar çok oldu. Örneğin; kâğıt işlere ilk başladığımda bu kadar basit bir malzemenin üretim sürecinde bana bu kadar sorun çıkartacağını düşünmezdim. İlk yaptığım kâğıtlarda, boya tutmamalar, kalkmalar, bükülmeler oldu. Sonrasında bayağı bir AR-GE yapıyorsunuz bunların olmaması için; ama tüm bu süreçler benim için en keyifli anlar. Tabii bu bahsettiğim süreçler yıllarca denenmiş ve uygulanmış malzemeler için geçerli değil. Örneğin bronz gibi, mermer gibi. Ben, malzemenin çıkardığı sorunları ve yanlışlıkları kendi lehime çevirmeyi, bana yeni düşünme biçimleri, alanları açmasını seviyorum.
Tüm bunların doğrultusunda aslında heykel yapma sürecini, sonucundan daha çok seviyor olabilirim.
Türkiye ve uluslararası alanda birçok sergiye katıldınız. Bu sergilerden sizin için en unutulmaz olanı hangisiydi ve neden?
Kişisel sergilerimin hepsi için aynı heyecanı duyduğumu söyleyebilirim. Hâlâ… Tabii ki dönüm noktaları olarak hissettiğim bazı sergiler olmadı değil. Örneğin; 2012’de Londra Saatchi Gallery’de açtığım kişisel sergim uluslararası arenada kendimi gösterme şansı bulduğum önemli sergilerden biriydi. Yirmi günlük sergi süresinde binlerce insan gezdi sergiyi ve bu sergi sonunda benim için bir sonraki uluslararası sergilerin de yolu açılmış oldu.
Sanatınızda estetik kaygılar ile kavramsal derinliği nasıl dengeliyorsunuz?
Kendime sanatçı denmesinden önce heykeltıraş denmesini seviyorum. Heykelin plastik değerlerini de önemsiyorum. Estetik ve kavramsal derinlik arasında çok ince bir çizgi olduğunu düşünüyorum. Zanaat ve sanat arasında olduğu gibi. Bu her zaman dikkat ettiğim ve üzerine kafa yorduğum bir mesele. Dediğim gibi ilk olarak heykelin heykel olma meselesi benim için önemli. İzleyicinin ilk eserle karşılaşma anında onu soru sormaya ve eseri anlamaya davet eden şeyin, formun kendisi olduğunu düşünüyorum. O ilk aşk önemli. Heykellerimdeki meseleler genelde kendi hayatımın içerisinden çekip çıkardığım dertler ki bunlar aynı zamanda dünyanın başka bir yerinde başka birinin daha sorunu bence. Sergilerimin ve bütün işlerimin isimleri vardır. Bir kavram doğrultusunda başlarım çalışmaya. Hemen ardından işin estetik, form, espas meseleleri gelir. İkisi birlikte birbirlerinin önüne geçmeden kardeş kardeşe ilerlerler…
Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanatın geleceği hakkındaki düşünceleriniz neler?
Dünya değiştikçe sanat ve sanatçı da kendi alanında değişimler gösteriyor. Zaten çağdaş sanat bu olmalı. Değişime, dönüşüme açık. Teknoloji değiştikçe sanat değişiyor mesela. Yeni üretim biçimleri ve alanlar açılıyor. Türkiye’de çok ama çok önemli sanatçılar var. Önceki yıllardaki sorun, bu sanatçıların yapıtlarını dünyaya gösterme fırsatı bulmakta zorlanmalarıydı; fakat şu an artık sınırlar azaldı. Birçok Türk sanatçı uluslararası arenada inanılmaz işler yapıyorlar. Sanatçıları ve üretimlerini destekleyen kurumlar var artık.
Bu sebeple önümüzdeki yıllarda daha da fazla sanatçımızın uluslararası alanda söz sahibi olacağına inanıyorum.